Bugün “Dalya 100” diyor Ankara. Bütün hazımsızlıklara karşın başkentliğinin yüzüncü yaşına erdi. Yabancılar, özellikle batılısı, hiç haz etmedi Ankara’nın başkent olmasından. İstanbul gibi herkesin suyuna gitmeyişi, Bizans oyunlarına elverişli olmayışı, bir de gemi topları düşürülemeyecek yerde olduğu için sevmezler. Tevfik Fikret’in tabiriyle ‘facirei dehr’, dünyanın koca kahpesidir İstanbul, kahpeliğini severler.
Osmanlı topraklarını pasta dilimleri halinde paylaşan batı, hayaliyle atıldığı maceradan eli boş dönmüş, zırhlılarıyla tehdit edemeyeceği, üstüne dipdiri bir devlet kuran Ankara’yı, hayallerini yıktığı için hiçbir zaman sevmemiştir. Hala da sevmez. Başkenti taşıtamıyorsa köklü ve karlı kurumlarını taşıtırlar İstanbul’a. Biri de devletin kasası Merkez Bankası’dır.
“İKİ TÜR BAŞKENT VARDIR”
“Bir geminin topunun telaşına düşecek yerde hükümet merkezi olamaz” diyen Mustafa Kemal Atatürk. 1912-1913 yılları arası Balkan Harbi sırasında İkdam Gazetesi yazarı Ahmet Ferit Bey, “Millet ve memleketin selameti için başkentin, vatanın merkezine ve milletin kalbine kurulması gerekir” diye daha o yıllarda yazmıştır. Hatta İngiliz Avam Kamarası’nda, Başbakan bir soruyu şöyle yanıtlamış: “Haşmetli kral hazretlerinin zırhlılarının hedefi olabilecek bir hükümet görmek, Toros Dağları’nın öbür tarafına çekilmiş bir hükümet görmekten yeğdir.”
9 Ekim 1923’te Ankara’nın başkent olması için kanun teklifi verilir Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde.
Görüşmeler sırasında Celal Nuri Bey, “Bir hükümet, hususiyle vatanın asıl parçalarının en büyüğü, yüzde doksan beşi Anadolu’da olursa ve o hükümet İstanbul’da bulundukça Anadolu’yu, biraz güçlükle düşünür” der. Besim Atalay Bey, çok nazik bir noktaya dikkat çeker: “Dikkat ediniz. Göreceksiniz ki yeryüzünde iki türlü payıtaht (başkent) var: Bir müstemleke (sömürge) payıtahtları, biri de ülkenin doğrudan doğruya hakim olduğu kıtanın, kendi ülkesinin payıtahtları. Müstemleke payıtahtları, çok kere ülkenin ucunda yapılır…”
NİYE SAHİP ÇIKMADIN BAŞKENTİNE
13 Ekim 1923 günü Ankara’nın başkentliği, kabul edilir. İtiraz eden tek vekil, Gümüşhane Milletvekili Zeki Kadirbeyoğlu’dur.
Vatan Gazetesi’nden Ahmet Emin Bey, Tanin’den Hüseyin Cahit ve Tevhid-i Efkar’dan Ebuzziyazade, “Şimdilik biraz Ankara’da kalsın sonra İstanbul’a iade edin başkentliği” içerikli yazılar yazar.
Olur… Derede Ankara ıslansın, sefasını İstanbul sürsün. O ıslaklığın içinde kan var efendi, Ankara, canıyla malıyla toprağına ve devletine sahip çıkmıştır. Sorarlar adama; “Başkentine niye sahip çıkmadın İstanbul işgal edilirken?”
RUHUYLA BAŞ EDEMEZSİNİZ
Selçuklu’nun çöküşü, Osmanlı’nın kuruluşu arasındaki fetret devrinde, Türk tarihinin ilk cumhuriyeti, Ahiler tarafından 1344’de, Ankara’da kurulmuştur. Bu cumhuriyet, Mustafa Kemal’e ilham vermiştir: “Ben Ankara’yı, coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim. Tarih sayfalarının bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o günde gördüm ki aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da, hala o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor.” Meşrebine ve tarihine yaraşır ruhu vardır Ankara’nın ve yüzlerce yıl korumuştur bu vasfını, hala koruduğu gibi.
Ankara’ya ilk elçiyi 15 Aralık 1920’de Sovyet Rusya atadı, arkasından Afganistan geldi. İngiltere,7 yıl sonra, 1930’da kabullenebildi Türkiye’nin başkenti ilan edildikten sonra.
Başkentliğini hazmedemeyen batılılar kadar hazımsız uzantıları var içimizde. Hiçbir ülke, başkentini bu kadar tartışmaz ve ona bu kadar hor davranmaz. Uzantı değilseniz eğer, devletin merkezi bir başkent, başka türlü bu kadar sahipsiz bırakılmaz, kendi başkenti üzerinde bu kadar tepinilmez.
Ankara, bileğinin hakkı, aklının meyvesi olarak son damlasına kadar başkentliği hak etmiştir. Kıt kafa yöneticilerle biçimini çirkinleştirebilir ancak ruhuyla baş edemezsiniz.