Hiç bir kuşa yüzme öğretilmez

Dilek Özder

İnsan, doğası gereği her şeyin en iyisine ulaşmak, en iyisine sahip olmak ister. Bu en iyiye ulaşma isteğinin doğal bir sonucu olarak da bizler, her sahada ve milletçe en iyiye ulaşma gayreti içindeyiz. Özellikle de eğitim sahasında en iyiye ulaşmak yarınlarımız açısından kaçınılmaz bir olgu değil midir?

Hassaten günümüzde ihmal edilen bir alan var. Herkes yüksekokul ve diploma sahibi olmak isterken gözden kaçırılan bir husustur. Ancak ne var ki yüksekokul mezunu olmayı amaçlarken sonuçta işsiz kalabilmekteyiz. Bunun nedeni meslekleri ihmal edişimizden kaynaklanmaktadır. Oysa mesleki ve teknik eğitimin ülkemizin geleceği için ne kadar önemli olduğu aşikârdır. Bu okulları tercih etmek isteyen öğrenci ve velilerimizde farkındalık oluşturmak ve toplumu bilgilendirip, bilinçlendirmek bir yazı ile de olsa amacımıza hizmet edecektir.

Küreselleşen dünyada iletişim ve bilgi teknolojileri ile internet ve sosyal medya ağlarının gelişmesi, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamda büyük değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Küreselleşme süreci olarak tanımlanan bu gelişmelerle birlikte insanlar, dünyanın başka yerlerindeki tecrübe ve bilgiye kolayca ulaşmaktadır. Bu olanaklar aynı zamanda dünyanın küresel bir pazar ve rekabet alanına dönüşmesini de beraberinde getirmiştir. Biz de pazardan pay kapmak ve rekabet ortamında başarılı olmak istiyorsak aslımıza sadık kalmak kaydı ile yenileneceğiz. Gücümüzü kendi öz değerlerimizden alıp, yenilenme sürecinde yerimizi alırken kendimizi kaybetmeyeceğiz. İşte bunu başarmanın en önemli faktörü eğitimdir. Ancak sürekli ve kaliteli bir eğitim ile bu yarışta yerimizi alabiliriz. Çünkü küreselleşme olgusu bir taraftan birçok şeyin bütünleşmesini geliştirirken diğer taraftan da paradoksal bir şekilde ve beraberinde yerelleşmeyi veya yerel değerlere sarılmayı da gündeme getirmiştir...

Öyle ise yenilenen bir dünyada öğretimi kendi kültürümüze göre şekillendirme zorunluluğumuz vardır. Gelişen çağın gerekleri ile donatılırken bir yandan yeniliklere entegre olacak ancak kendimizi de kaybetmeyeceğiz. Bu uyumlaşma ve bilgi çağına adapte olma sürecinde pek tabiî ki; tecrübe, örf, adet, gelenek, görenek, inanç ve ahlak gibi hem evrensel olan hem de bizi biz yapan değerlerimizi muhafaza edeceğiz. Aksi halde hakim kültür ve maddeci bilgilenme geleceğimizi erozyona tabi tutar. Kaygan zeminde tutunamayız. Tek başına bilgi ya da tek başına beceri günlük yaşam içinde yeterli olamamaktadır. Eğer geleceğimizi eğitmek, öğrettiklerimizi yaşatmak ve sosyal hayata aktarmak istiyorsak; üretmek, bilgilenmek ve bilginin insanlığa hizmet etmesini sağlamak için ilmin ahlakına muhtaçlığımız da ortadadır. Eskiden ne de güzel yapılırmış bu eğitim. Örgün eğitimin yanı sıra mektep görmeden meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, usta çırak ilişkisi, ahilik teşkilatı gibi nice örgütlenmelerin ahlak öğretileri de meslek erbabını şekillendirmekteydi. Tarih de kalmış ve nostalji olarak hatırlanmaması gereken, örmek almayı gerektirecek kıymete haiz değil midir size göre de?

Evet, öz değerlerimizle kabiliyetlerimizi buluşturup bunu bilgiyle donattıktan sonra ancak kuşatıcı bir eğitime kavuşmuş oluruz ki, ulaşmak istediğimiz nokta da burası olmalıdır. Akademik bilgiyi bilinç düzeyine bu şekilde çıkartabiliriz. Neden? Çünkü edinilen bilgiyi pratik sahada doğruya ve faydalı olana uygulamadan bilginin tek başına hiç bir anlamı yoktur. Kuşkusuz ki mesleki ve teknik eğitim, yetiştirdiği insan gücünün nitelikleri ile ülkenin endüstriyel ve ekonomik kalkınmasını büyük ölçüde etkileme gücüne sahiptir. Tabi bunu sağlamak için de bilimsel bilgiyi öğretirken milli ve manevi eğitim yani değerler eğitimi en önem arz eden konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizler okullarda öğrencilerimize sadece bilimsel bilgiyi öğretmekle kalmayıp, günlük yaşam içinde lazım olacak bilgi ve beceriyi de vermek zorundayız. Diploma musluk contasını ya da patlayan bir ampülü değiştirmeye yeterli gelmeyebilir! Onlara bilginin yanı sıra beceri, ahlak ve etik değerler eğitimi de vermeliyiz. Eğitim camiamızın bu çaba ve gayretleriyle neslimizi ve geleceğimizi teminat altına alabileceğimizi düşünüyorum.

Osmanlı Medreselerinin duvarlarında yazan şu söz ne kadar manidardır. “Burada hiçbir kuşa yüzme, hiçbir balığa uçma dersi verilmez, öğretilmez.” Aslında anlatmaya çalıştıklarımızı bir cümle ile ne kadar da güzel ifade etmektedir. Bu yazı herkesin sevdiği ve yeteneğine göre meslek seçimine yönlendirildiğini gösteren çok anlamlı bir cümledir. Malum olduğu üzere Allah insanları bir takım yeteneklerle donatarak yaratmıştır. Kimimiz fen ve matematik bilimlerine, kimimiz sosyal bilimlere, kimimiz de sanata yatkınızdır. İşte eğitimin tam olarak da amacı insanda bulunan bu yetenekleri fark edip, insanlığın hizmetine sunacak adam yetiştirmek olmalıdır.

Ülkemizde de son yıllarda mesleki ve teknik eğitimde duyulan ara eleman ihtiyacı ve gelişen dünyada ortaya çıkan yeni iş sektörlerine göre okullarda yeni alanların açılması, mesleki ve teknik eğitimin önemini bir kez daha göstermiş bulunmaktadır. Okumuş, diplomalı işsizlik oranlarında da ciddi artışlar söz konusudur. Öyle ise mesleki eğitim özendirilmelidir. Mezunlara da istihdam olanağı sağlanacak politikalar üretilmeli ve kabiliyetlere fırsat verilmelidir.

Dinimizin ilk emrinin “Oku” olduğu hepimizin malumu. Hayat okumak ve öğrenmekle başlıyor. Geçmişin uygulamaları bu yönde bizlere ışık tutuyor. Peygamber Efendimizin Bedir Savaşından esir düşen müşriklere tutumundan, eğitime verdiği önemi bir kez daha anlıyoruz. Müşriklerin serbest kalmasını her esirin on muhacir çocuğa okuma yazma öğretme şartına bağlaması, gerçekten hayranlık duyacağımız bir yöntemdir…

Biz eğitimcilerin de okumak, öğrenmek, öğretmek ve ilerlemek için bu uğurda çalışmalarımızı, emeğimizi, gayretimizi en üst seviyeye çıkarmasının boynumuzun borcu olduğu inancındayım.

Bilgiyi bilince taşımak, eğitimi tecrübe ile kaynaştırmak ve öğrendiklerimizi de bilginin ve mesleğin ahlakı ile özdeşleştirmek temennisiyle.