Marangoz Mehmet Usta, köye gitmişti. Zaten her daim köye giderdi. Çalışmaya ve evine helal rızık getirmeye giderdi Marangoz Mehmet Usta. Çatı ustasıydı. Kapı ve pencere ustasıydı. Sırf çatı, kapı, pencere değil, masa, sedir, tel dolabı, ekmek tahtası, oklava, evraaç, iskemle ve daha nice nice tahta ev aletlerini büyük hünerle imal ederdi Marangoz Mehmet Usta. Bir de çocuklar için oyuncak eşyalar imal ederdi. Tahta araba, oyuncak beşik gibi eşyalar imal ederdi.
Çekirdekten öğrenmişti bu mesleği Marangoz Mehmet Usta. Bu mesleğe çocuk yaşlardayken Kahramanmaraş’ta başlamıştı. Ustasının ismi sanırım Zekeriya Usta’dır.
Kahramanmaraş’ta bu mesleğe başlayan Usta’mız, daha sonraki yıllarda mesleğini Pazarcık İlçesinde icra etmiştir. Bu İlçenin en çok da köylerinde icra etmiştir. Pazarcık şehir merkezinde de birçok esere imza atmıştır Mehmet Usta. Birçok çatı, kapı, pencere işi yapmıştır.
Marangoz Mehmet Usta, Pazarcık’ın nerdeyse tüm köylerinde usta olarak çalışmıştı. Usta olarak çalışmakla kalmamış köylülerle çok samimi dostluklar da kurmuştu. Çünkü, Mehmet Usta köylerde çalışırken uzun süreli kalır ve o yıllarda köylerde misafirperverlik duyguları çok diri olduğu için evlerde misafir olur, uzun gece boyunca da köylülerle sohbetler edilirdi.
Daha sonraları bu durum değişti. Köylerde dahi misafirperverlik azaldı. Marangozlar için ustalık işleri de azaldı. Çünkü, ahşap malzemenin yerine demir malzeme aldı. Çatı damların yerini de beton damlar aldı. Zaten Marangoz Mehmet Usta da köylerde en çok 1955-1985 yılları arasında çalıştı.
Marangoz Mehmet Usta’nın 13 yaşında yani 1947 yılında çırak olarak bu mesleğe başladığını ve inşaatlarda çatı, kapı ve pencere işleri için köylere yoğun olarak çalışmaya gittiği 1955-1985’lıi yıllarını düşündüğümüzde, daha o yıllarda demir ve çelik yaygınlaşmamıştı. Zaten plastik PVC dediğimiz ürünler de meydanda çok fazla yoktu. Ustamızın işleri işte bu yıllar arasında oldukça yoğundu.
Marangoz Mehmet Usta, 1955-1985 arasındaki 30 yıl boyunca Pazarcık Köylerinde meşhur bir isimdi. Bir de “Külhanî” ismiyle bilinirdi.
Külhanî
Pazarcık’ta Külhani ismini, yaşı 40’dan aşağı olan kimseler bilmez. Bilse de kendisi bizzat ustalık işleri için muhatap olmamıştır. Ancak yakınlarından duymuştur.
Külhanî ne demek? Manasını bilen var mıdır?
Bu ismi Marangoz Mehmet Usta’ya gençlik yıllarında Kahramanmaraş’ta arkadaşları takmış. Bu lakap Pazarcık’ta da Ustamızın gençlik, orta yaşlılık ve yaşlılık yıllarında yaygın olarak kullanılmıştır. Ancak, şimdiki gençler Külhanî’yi bilmezler.
Külhanî isminin manasına, Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktığınızda Külhanbeyi üzerinden bir tanımlama ile karşılaşıyoruz. Bu sözlükte Külhani, kabadayılıkla eş görülerek bir tanımlama yapılmıştır. Bir Osmanlıca Lügatinde Külhanî için, çapkın ve avare şeklinde bir açıklama var.
Külhani Mehmet Usta’ya bu lakabı uygun gördüklerinde acaba, çocukluk ya da gençlik yıllarında Ustamızda, kabadayılık, avarelik, çapkınlık var mıydı? Bilinmez. Ancak daha sonraki yıllarında bu tür karakterde olmadığı bilinmektedir. Gerçi, köylere çalışmaya gittiğinde biraz avarelik de yapıyordu. Bir çatı işi normalde 1 haftada bitirilse, Külhanî Mehmet Usta o işi 2 haftada bitirirdi. Ancak, çok da sağlam yapardı. Aceleye getirmezdi. Ölçerek biçerek sağlam iş yapardı. Zaten işi de gündelik üzere değil kabala anlaşma üzere yapardı.
Bir çatı işine mi çağrıldı Mehmet Usta. Hemen o binanın yanına gider ve ölçümlerdi. Ne kadar ağaç, ne kadar şapta, ne kadar kereste, ne kadar çivi, ne kadar kiremit kullanılacak hesap yapardı. Ardından da kendi el emeğinin tutarını, alacağı ücretin miktarını söylerdi. Hem ucuz yapardı, hem de sağlam yapardı. Bu nedenle de çatı, pencere, kapı işlerinde Marangoz Mehmet Usta tercih edilirdi. Tabi biraz yavaş ve ağırdan alırdı işi. Bu da Külhanî’likten olsa gerek.
Evet, Marangoz Mehmet Usta, nam-ı diğer Külhani, Pazarcık Köylerine sık sık ekmek davası, kazanç ve rızık mücadelesi için çalışmaya giderdi. Sağlam iş yapardı.
Köyler / Pazarcık Köyleri
Köyler, hele bizim çocukluk yıllarımızdaki köyler. Marangoz Mehmet Usta’nın ustalık yaptığı yıllardaki köyler. Dağ başında, ovanın kenarında, yolun sonunda, yol gitmez, kervan konaklamaz yerlerdeki köylerdi o vakitler. Havası tertemiz, havasından çok insanı temizdi.
Pazarcık Köyleri’nin sayısı eski yıllarda 90 civarındaydı. Oldukça büyük köylerimiz de vardı. Küçük köylerimiz de vardı.
Marangoz Mehmet Usta’nın çalışmak için en çok gittiği köyler, Dehliz, Armutlu, Hıdranlı, Çatalhöyük, Sakarkaya, Tetirlik, Bozlar, Memişkahya, Kurtderesi, Salman-ı Pak, İncirli, Tilkiler ve ismini belki şu an hatırlayamadığım Pazarcık’ın diğer köyleri. Tabi bu köylerin yanında ara sıra Ufacıklı, Kuzkent, Nacar, Göynük gibi köylerde de usta olarak çatı, kapı ve pencere işlerinde çalışmıştır.
Marangoz Mehmet Usta, Kuzkent Köyü’nde 50 yıl önce bir ay kadar usta olarak çalışmış ve o köyle 50 yıl sonra geldiğinde, neredeyse tüm köylülerin tek tek ismini saymıştır. Bazılarını da lakaplarıyla hatırlamıştır. Yılan lakaplı falanca kişi nerede, Muhtar nerede, şu nerede, bu nerede diye tek tek sormuştur. Bir ay kadar bir yerde çalışıyorsun ve 50 yıl sonra o köye geldiğinde o köyde yaşayanları ismen hatırlıyorsun. Bu öncelikle büyük bir ilgi ve dostluk gerektirir. Şimdiki insanlar bırakın 30 günü, 365 gün bir yerde kalsalar, kimseyle tanışmadan çekip gidiyorlar.
Eski insanlarımız dostluğu ve insanlığa önem verdikleri için, tanışıyorlar ve kaynaşıyorlar. Şimdi bu özelliğimiz kalmadı. Maalesef.
Marangoz Mehmet Usta, elbette yalnızca Pazarcık Köylerinde çalışmadı. Bertiz, Gölbaşı, Çağlayancerit Köylerinde de az da olsa çalışmıştır. 1980’li yıllarda Gölbaşı’nın Çelik Köyü’nde çatı işi yapmıştır.
Yine bu yıllarda Çağlayancerit Hombur Köyü’nde bir çatı işi için 1 ay kadar bulunmuştur. Hombur ve Sakarkaya Köylerinde camii çatısı yapmıştır.
Hombur’daki çatı işi sanırım 1982 yılındaydı. Sakarkaya’daki Camii çatısı işi daha da eski yıllarda gerçekleştirilmiştir. Sanırım 1975 olması gerekir.
Sakarkaya’da camii çatısını yapma işi için çoluk ve çocuk gitmişlerdi. Marangoz Mehmet Usta, camii çatısını yapıyor, Eşi Pakize Hanım ve Çocukları Enver ve Erdem de o köyde kalıyorlardı. Sakarkaya Köyü bağları ve bahçeleriyle meşhurdur. Camii çatısının yapıldığı vakit de tam bağ, bahçe, üzüm, mevye vakti idi. Enver ve Erdem, o köyde iki şeyi unutamadılar. Her sabah Camii Hocasının eşi tarafından kahvaltı için yağda kızartılan hamurları ve bir de civardaki bağlarda yedikleri üzüm, elma, armut, erik gibi meyveleri hiç unutmadılar. Sabah kahvaltısında tereyağıyla pişirilmiş mis gibi kokan bazlama türü ekmekler. Bir de dalından koparılmış üzümler. Bir de bunun yanında, bağa giderken merkeplere binerek dere tepe içerisinden geçip de menzile ulaşmak. Çocuk ruhunda büyük iz bırakan anılardır. Aradan 40 yıldan fazla süre geçse de Erdem, ne Sakarkaya Köyü’nü, ne cami Hocası Hasan Bey’i ve Eşini, ne de Oğulları Hamza ve Davut’u unutmadı. Hepsini vefa ve minnetle anmaktadır. Allah cümlesinden razı olsun.
Evet, Marangoz Mehmet Usta, camii çatısını yaparken çoluk ve çocukları da Hocanın evinde konaklıyorlardı. Ve aradan yıllar geçse de bu anıları hatırlıyorlardı.
Marangoz Mehmet Usta, Sakarkaya’daki bu camii çatısından 5-6 yıl kadar sonra, bir başka camii çatısını Hombur’da inşa edecekti. O köye de yine oğulları Enver ve Erdem ile gidecekti. Enver ve Erdem, bu sefer Köye gezmeye değil çalışmaya gidecekti. Gerçi her köy, hem çalışmak, hem gezmek ve hem de en lezzetli meyve, sebze yemek için bir fırsattır. Hele Kahramanmaraş Köyleri ise bu imkanlar daha da artar.
Enver, köyde çok ceviz yediğinden “ceviz delisi” olacaktı.
“Ceviz Delisi”
Şimdi diyeceksiniz ki bu “ceviz delisi” de nedir?
Anlatayım.
Marangoz Mehmet Usta, çocukları Enver ve Erdem’e seslendi. “Haydi bakalım, Hombur Köyü’ne gidiyoruz.”
Sene 1982. O yıl yapılan üniversite sınavını hem Enver ve hem de Erdem kazanmışlardı. Birisi Orman Fakültesi, diğer de Siyasal Bilgiler Fakültesinde okuyacaklardı. Enver, Erdem’den 2 yaş büyüktü ve liseyi de 2 sene önce bitirmesine rağmen üniversiteyi küçük kardeşi ile aynı sene kazanmışlardı.
Okulu kazanmaya kazanmışlardı da, asıl soru şu: “Bu fakülteleri nasıl okuyacaklardı?”
Marangoz Mehmet Usta’nın çatı işler, kapı ve pencere işleri eskisi kadar yoğun değildi. Artık demir ve metal işçiliği, ahşap işçiliğinin yerini almıştı. Köylülerin ahşap çatı yerine beton evler, ahşap pencere ve kapı yerine demir pencere ve kapılara rağbet ediyorlardı. İşler azalmış, geçim derdi artmış ve bunun yanında iki Oğlu aynı sene üniversiteyi kazanmışlardı. Gel çıkabilirsin çık bu işin içinden.
Çalışmak ve çok çalışmak gerekti.
Marangoz Mehmet Usta, Hombur’da, bir camii çatısı işini almış ve bu köye çocuklarıyla giderek hem aile bütçesine gelir sağlayacak ve hem de o sene üniversiteyi kazanan çocuklarına okul harçlığı temin edecekti.
Marangoz Mehmet Usta, Hombur’daki çatı işi için iki oğluyla yola çıkıp gitti. Önce Çağlayancerit’e bir minibüsle vardılar. Oradan da yaya olarak binbir güçlükle Hombur’a ulaştılar. O yıllar şimdiki gibi rahat ve konfor yılları değildi. Ulaşım vasıtaları günümüzdeki gibi çok ve çeşitli değildi. Bazı köylere ulaşım güçlükle yapılır, patika denilen yollardan sağlanırdı.
Hombur’a bir gece vakti at sırtında hareket edilerek varılmıştı. Marangoz Mehmet Usta, oğulları Enver ve Erdem sabah uyandıklarında tertemiz, serin, yemyeşil bir yere vardıklarını anlamışlardı. İnsanın ciğerleri bayram ediyordu. Çam ağaçlarının arasından, dağ yamaçlarından esip de gelen tertemiz havayı soluyorlardı. Dünya’da uzun yaşamak istiyorsanız çam ağaçlarının çok olduğu yüksek rakımlı yerlerde yaşayın. Gerçi ömrü tayin eden Allah’tır. Ancak, sağlık için de temiz hava ve temiz su şarttır.
O gün camii çatısı için çalışmalar başlamıştı. Mehmet Usta önceden siparişini verdiği keresteleri, kavak ağaçlarını, şapta ve diğer malzemeleri kontrol etti. Tüm malzemeler tamamdı. Çivi, tel, keser, çekiç, kerpeten, bıçkı her şey hazırdı. “Ya bismillah” diyerek başlamak gerekti.
Marangoz Mehmet Usta ve Oğulları, camii çatısı için gün boyunca çalışırken aynı zamanda Hombur Köyü’nde yetiştirilen elma, ceviz gibi meyveleri de bol bol yeme imkanı buluyorlardı.
Köylüler cami çatısını inşa etmek için bir Usta ve İki Oğlu da gelmiş diyerek bahçelerinden topladıkları taptaze ceviz ve elmaları sepet sepet taşıyarak camii inşaatının olduğu alana getirerek bırakıp gidiyorlardı. İnşaat yapılan alandaki bir odada yığın yığın taze ceviz ve elmayı gören Enver ve Erdem, hiç durur mu? Allah ne verdiyse diyerek midelerine atıyorlardı. Her ikisi taptaze ceviz ve elmayı o kadar çok yediler mi, nerdeyse yerlerinden kalkacak halleri kalmadı.
Taptaze ceviz ve özellikle taptaze emayla çok fazla yenildiğinde insan metabolizmasında olumsuz bir etki yapıyormuş. Nerden bilsin bunu daha 19 yaşındaki Enver ile 17 yaşındaki Erdem.
Enver, yediği fazla sayıdaki ceviz ve elmanın bünyesinde meydana getirdiği olumsuz etkiyle sağa-sola küfretmeye başladı. Sebepsiz yere yüksek sesle bağırıyor. Etrafa rastgele çağırıyordu. Hatta o sırada bir yaşlı kadın da yine yiyecek-içecek cinsinden bir şeyler getirmişti. Kadın teşekkür beklerken, Enver, ters bir hareketle kadına bağırıp çağırmıştı. Ne oluyordu böyle. Çatıda bir tarafta çalışan, bir tarafta da Oğlu Enver’i gözlemleyen Mehmet Usta da bu olup bitenlere bir anlam veremiyordu.
Mehmet Usta, o köyde görmüş-geçirmiş birisini çağırarak çocuğunun bu haline bir çare bulması için seslendi. Biraz sonra inşaatın olduğu alana Ökkeş Emmi geldi. Sağa-sola bağırıp çağıran ve garip hareketler yapan Enver’in durumuna bakan Ökkeş Emmi, sofrada serili vaziyette duran elma ve ceviz yığınlarını görür görmez durumu farketti.
Ökkeş Emmi teşhisi koymuştu. Çok fazla ceviz ve elma yiyen Enver, “ceviz delisi” olmuştu.
“Ceviz delisi” tabiri elbette tıbbi bir terim değil. Enver gibi çok ceviz ve elmayı birlikte yiyip de bünyesini bozanlara Kahramanmaraş Yayla Köylerinde takılan bir isim bu.
Enver, ceviz delisi olmuştu? Peki çözüm neydi? Teşhisi koyan Ökkeş Emmi, çözümü de söylemişti. “Bana birkaç bardak süt getirin bakalım” diyerek etraftakilere seslendi.
Bir sürahi içerisinde süt getirilmiş ve bunu Enver’e içirmek gerekiyordu. Ceviz delisi olan Enver, kendisine bardak içerisinde süt uzatan Ökkeş Emmi’ye dahi sövmüştü. Ökkeş Emmi, “bırakın sövsün, hastalığının etkisiyle ne yaptığını bilmiyor ki bu genç” dedi.
Enver, birkaç bardak süt içtikten sonra, bir kenara uzanarak derin bir uykuya daldı. Uyandığında artık kendindeydi. Ceviz deliliğinin etkisi gitmişti.
Marangoz Mehmet Usta, Hombur’da camii çatı işini yaparken Oğullarının köyde daha fazla kalmalarını istemedi. Zaten üniversiteler de açılmak üzereydi. O sene, Enver, Orman Fakültesine, Erdem, Siyasal Bilgiler Fakültesine başlayacaklardı. Her ikisine de akşamdan haber vererek, yarın güneşin ilk ışıklarıyla köyden ayrılmalarını ve Pazarcık’a gitmelerini söyledi. Enver ve Erdem, sabah uyanır uyanmaz Hombur’dan Bertiz tarafına giden bir minibüsle Kahramanmaraş’a ve oradan da Pazarcık’a ulaştılar.
Marangoz Mehmet Usta o köyde bir ay kadar çalışıp çatıyı tamamladıktan sonra o da Pazarcık’a geldi.
Marangoz Mehmet Usta’nın işi yalnızca Hombur ya da Sakarkaya Köyü’nde değil ki, başka köylere de gitmesi gerekiyordu.
Dava ekmek davasıydı. Çalışmak gerekiyordu. Çocuklar ekmek bekliyordu. Yalnızca Enver ve Erdem miydi çocukları? Hayır. Marangoz Mehmet Usta’nın Enver ve Erdem’den ayrı olarak 5 çocuğu daha vardı. Maşallah.
Hepsinin geçimi de elinden emektar Marangoz Mehmet Usta’ya bağlıydı. Marangoz Mehmet Usta çalışırsa ekmek vardı, çalışmazsa ekmek yoktu.
Şu şiir bu durumu anlatır.
Şiirin adı “Marangoz Mehmet Usta.”
Bir elinde keser, bir elinde bıçkı,
Ekmek için çalıştı Mehmet Usta.
Nice kapı, nice pencere, nice çatı,
Binlerce eser bıraktı Mehmet Usta.
Köy köy ekmek peşinde koştu.
Çalışmaya giderken cebi boştu.
Az kazansa da gönlü hep hoştu.
Hakka (cc) şükretti Mehmet Usta.
İsa Peygamberin mesleğini seçti.
Hızarı olmadı, kol gücüyle biçti.
Yalnız helal yedi, yalnız helal içti.
En güzelini yaptı Mehmet Usta.
Marangoz Mehmet Usta’dır babam.
Saygıda, sevgide en baştadır babam.
Sorarsan, yetmişli yaştadır babam.
Yedi çocuk yetiştirdi Mehmet Usta.
Marangoz Mehmet Usta elbette bu şiirde anlatılanların ötesinde birçok haslete sahip mübarek bir insan. Elinden emektar bir kişi. Aynı zamanda Hoca. Hatta öyle ki, Kur’an-ı Kerim’in, askerdeyken rüyasında öğretildiği söylenir. Mübarek bir insan. Allah razı olsun.
Marangoz Mehmet Usta, aslen Kahramanmaraşlıdır. Babası da Evliya bir Zat’tır. Yukarı Pazarcık’ta 1966 yılından vefat eden Babası Hacı Murteza Efendi, keramet sahibi bir mübarek bir insandır. Allah razı olsun.
Çatalhöyük’te Çatı İşi
Marangoz Mehmet Usta yaklaşık 1 ay kadar önce Pazarcık’tan Çatalhöyük Köyüne çalışmaya gitmişti. Yine bir çatı işi vardı. Çatalhöyük’te Şervan’ların yeni yapılan evlerinde çatı işi yapacaktı. Yılını sorarsan ya 1975, ya 1976 idi. O yıllarda Enver 12 ya da 13, Erdem 10 ya da 11 idi.
Mehmet Usta’nın Çatalhöyük’te yaptığı o çatılı ev, aradan 40 yıl geçtikten sonra yıkılacaktı. Evi yıkmaktan daha zor olanı çatıyı sökmek olacaktı. O kadar sağlam ve o kadar emek verilmişti ki, çatı bir türlü sökülememişti. Bunu Şervan’ların Oğlu Veysel, bir sohbet sırasında Marangoz Mehmet Usta’nın Oğlu Erdem’e anlatmıştı. Erdem, her daim gurur duyduğu Babası için bir kez daha gurur duymuştu.
İşte o evin çatısını yaptığı günlerde Marangoz Mehmet Usta bir büyük olay yaşamıştı.
Sene 1975 ya da 1976, Marangoz Mehmet Usta çatı işini bitirmiş ve gece vakti de olsa, bir an önce Pazarcık’a gitmek istiyordu. Halbuki sabahı beklese daha uygun olacaktı.
Marangoz Mehmet usta özlemişti çocuklarını, özlemişti ailesini. Sabahı beklemeden gece yarısı Çatalhöyük Köyünden çıkmış ve Narlı’ya doğru yürümeye başlamıştı. Elinde bir hasır sepet içerisinde bıçkı, kerpeten, keser, çekiç gibi marangozluk aletleri olduğu halde yürümeye başlamıştı. Narlı İstasyonuna geldiğinde saat gece yarısı 12’yi bulmuştu bile. İstasyonda hiçbir hareketlilik yoktu. Ne bekleyen bir tren, ne de gelmesi beklenen bir tren yoktu.
Şimdi ne yapacaktı Marangoz Mehmet Usta. Narlı’dan Pazarcık’a hangi ulaşım vasıtasıyla gidecekti. Vakit oldukça geçti. Etrafta kimsecikler yoktu. Gecenin sessizliği hiçbir sessizliğe benzemez. En ufak bir tıkırtı olsa hemen duyulacak cinsten bir sessizlikti bu.
Gece sessiz ve karanlıktı. İstasyonun etrafı pamuk tarlalarıyla çevriliydi. Pamuk tarlalarında o saatlerde gezse gezse yılanlar, çıyanlar gezerdi. Bir de başı boş köpekler dolaşırdı. Marangoz Mehmet Usta ne yapacaktı şimdi? Pazarcık’a nasıl ulaşacaktı? Sevdikleriyle nasıl kucaklaşacaktı?
Gece Yarısı Saat 12’de Narlı İstasyonundan Pazarcık’a Ulaşmak
Narlı İstasyonunun konumu şu şekildedir. Narlı İstasyonun az ilerisinde bir su kanalı akar. Pazarcık Kartalkaya Barajının sularını Narlı Ovasındaki topraklara taşımak için inşa edilen kanallardır bunlar. Bu kanallardan bazı mevsimler etrafa taşacak derecede çok su akar. O anlarda kanallar çok tehlikelidir. Yutar insanı. Alıp da ta uzaklara götürür insanı.
Narlı İstasyonundan kanal tarafına doğru adımlar ve kanalı da geçerseniz az ileride, asfalt yola ulaşırsınız. O yol dört yol ağzı dedikleri bir yerdir. Bir taraftan Antep’ten, bir taraftan Maraş’tan gelen arabalar, Malatya tarafına doğru yol alırlar. Pazarcık İlçesi Narlı’dan Malatya istikametine doğru bir yerde kuruludur. Narlı’dan sonra 17 km sonra Pazarcık ilçesine ulaşırsınız.
Gece yarısı Mehmet Usta hâlâ Narlı İstasyonundadır ve 17 km’lik yolu aşarak ailesine kavuşma telaşındadır. Bu arada İstasyondan bir görevli çıkmış ve Mehmet Usta’nın yanına yaklaşarak konuşmaya başlamıştır. Bu görevli istasyon bekçisi midir, hareket memuru mudur? Bilinmez.
O görevli, Marangoz Mehmet Usta’ya nereye gideceğini sorar. Marangoz Mehmet Usta, “Pazarcık” der. Görevli, “bu istasyonda boşa bekleme, yarın sabah saat 12’ye kadar, Pazarcık tarafına hiçbir tren yok” der. Zaten, Mehmet Usta da o saatten sonra, çok uzun süre geçmeden, o istasyondan bir trenin hareket etmeyeceğini tahmin etmektedir. Trenler bizim Ülkemizde seyrek olarak raylarda seyrüsefer halinde görülürler.
Çünkü, Ülkemizde demiryolları ihmal edilmiştir. Avrupa’da, Amerika’da ve gelişmiş Ülkelerde seyahatlerde demiryolu taşımacılığının ağırlığı çok çok fazla iken, Ülkemizde demiryollarında hem yolcu, hem yük taşımacılığı nerdeyse yok denecek kadar azdır. Bu da Marshall Yardımları adı altında ABD’nin Ülkemizde attığı bir kazıktır. Marshall Yardımları adı altında ABD, tüm Ülkeleri geri bıraktığı ve kendine bağlı hale getirdiği gibi Ülkemizi de aynı kısır döngüye sokmuştur. Yatırım yapma, yardım al. Borcunu öde. Tekrar yardım al. İşte sistem bu kısır döngü içerisinde devam etmektedir. Bankacılık Sistemi de aynı kısır döngüyle insanları sömürür. “Kredi al. Kredini öde. Tekrar kredi al. Tekrar öde.”
Yoksul Ülkelerin ve garibanların düştüğü bu zor durumdan, tekrar Mehmet Usta’nın düştüğü zor duruma dönecek olursak, Mehmet Usta Narlı İstasyonunda gece 12’yi geçmesine rağmen hâlâ beklemektedir.
Mehmet Usta’nın aklına şöyle bir fikir geldi. Acaba şu kanalı geçip de karıya ulaşırsam, oradan karayolu ile Pazarcık’a gidebilir miyim? Tabi kanaldan akan suyun az mı, çok mu, şiddetli mi, sakin mi aktığını görmesi mümkün değil. Hava oldukça karanlık. Mehmet Usta Pazarcık’a ulaşma düşünceleri içerisinde Narlı İstasyonundaki o görevliye sordu. “Kanalda su akışı nasıl? Acaba karşıya kolaylıkla geçebilir miyim?” Görevli çok da oralı olmadan, baştan savar bir şekilde cevap verdi: “Çok az su akıyor. Merak etme kolaylıkla karşıya geçersin.” Nedense, o görevli Marangoz Mehmet Usta ile hiç de ilgilenmemiş ve ilgilenmediği gibi sanki bir tuzak kurmuştu.
Marangoz Mehmet Usta, elinde bir hasır sepet, içerisinde keser, bıçkı, çekiç gibi marangozluk malzemeleri olduğu halde, kanalın yanına kadar geldi. Zifiri bir karanlık vardı. Bir adım önüne dahi göremiyordu. Mehmet Usta kanalı geçerek ilerideki asfalt yoluna ulaşmak, oradan da bulduğu ilk arabayla Pazarcık’a gitmek istiyordu. Tabi asıl maksat ailesine kavuşmaktı. Bir ay müddetle ayrı kalmıştı. Özlemişti çoluk çocuğunu.
Mehmet Usta biraz önce konuştuğu istasyon görevlisinin kanaldaki suyun çok az olduğu şeklindeki sözü üzerine tereddütsüz uzattı ayağını kanala, karşıya geçmek için. İşte olanlar o anda oldu.
Kanal Değil Sanki Bir Girdap
Kanala adımını atmasıyla sürüklenmesi bir oldu. Marangoz Mehmet Usta sanki bir girdaba düşmüşçesine, sanki bir şelaleye girmişçesine sürükleniyordu. Kanal en üst noktasına kadar dolu bir şekilde akıyordu. İstasyon görevlisi yalan söylemişti. Kanalda sürüklenen Mehmet Usta’nın elindeki sepetten marangozluk malzemeleri suya düşmüştü. O sepetten yalnızca bir bıçkı, yalnızca keser elinde kalmıştı. Keser ile beton kanalın sağına soluna vuruyordu ki Mehmet Usta, “acaba kurtulmak için bir tutamak meydana getirir miyim” diye düşünüyordu. Ama nafile. Keser ile betona vurması hiçbir işe yaramıyordu. Coşmuşçasına akan su kanalı içerisinde adeta bir kütük, adeta bir taş gibi sürükleniyor ve yuvarlanıyordu. Hava soğuk ve üstü başı, tüm elbisesi yamyaş olmaktan öte, su ile dolup da ıpıslak olmuştu. Bir ay boyunca çalışıp da kazandığı paralar da çek ceketindeydi. Onlar da elbette ıslanmıştı.
Marangoz Mehmet Usta, su kanalında akıntı içerisinde sürükleniyordu. Ve az ileride büyük bir tehlike mevcut idi. Su kanallarının kara yolu ile kesiştiği bölümlerde, aşağıdan yukarıdan, sağdan soldan rastgele uzatılmış demirler olur ki, bunlar kanala düşen hayvan, tahta, odun, büyük taş gibi cisimlerin geçmesini engellemek içindir. Mehmet Usta, eğer su kanalından çıkamazsa, bu şiddetli akıntıyla birlikte, az sonra o demirlere saplanarak feci bir şekilde ölecekti. Demir çubukların olduğu bölgeye birkaç metre kala, artık Mehmet Usta Allah’tan başka sığınacak bir merci olmadığını düşündü ve Babasının kendisine öğrettiği şu duayı sürekli bir şekilde okumaya başladı: “Bismillâhillezi lâ yedurru ma’asmihi şey’ün fil ardi ve lâ fissemâi ve hüves-semi’ul alim.” Bu duayı o anda hızlı bir şekilde okudu, okudu, okudu ve kurtuldu.
Yunus Aleyhisselamı nasıl ki, tüm çarelerin tükendiği anda ve karanlık, fırtınalı bir denizin içerisindeki bir balığın içerisinden bir dua ile kurtaran Yüce Rabbim (cc), Marangoz Mehmet Usta’yı da kurtarmıştı. Yunus Aleyhisselam, “Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn” diye dua ederek münacatta bulunmuştu. Ve kurtulmuştu. Külhani Mehmet Usta da benzer bir münacat ile kurtulmuştu. Her ikisi de zifiri karanlıktaydı ve her ikisi de suyun içerisindeydi.
Marangoz Mehmet Usta Kanalda Su İçerisinde Sürüklenirken Nasıl Kurtulmuştu?
Marangoz Mehmet Usta, karanlıklar içerisinde, şiddetli bir şekilde akan su içerisinde dua etmesinin hemen akabinde, kanal kenarında iki adam belirdi. Bu iki adam suyun içerisinde sürüklenen bir şey olduğunu görür görmez oturur vaziyette iken, ayağa kalkıp beklediler. Suda sürüklenen cisim yaklaştıkça kanalda bir adamın sürüklendiğini ve sürekli bir şekilde bağırdığını farkettiler. Çünkü, Marangoz Mehmet Usta da adamları görmüş ve bağırmaya başlamıştı. Marangoz Mehmet Usta adamların yanlarına kadar sürüklenmiş ve karayolu ile kanalın kesiştiği yerdeki demir çubuklara çok az mesafe kalmış bir haldeyken, adamların kendisine ellerini uzatması ile kurtulmuştu. Mehmet Usta, elindeki keser ile adamlara uzanmıştı ve hatta adamlardan birisi bu kurtarma sırasında ellerini keserin keskin demir ucunun kesmesiyle hafifçe yaralanmıştı.
Marangoz Mehmet Usta kurtulmuştu. Sanki Dünya’ya yeninde gelmişti. Kendisini kurtaran o iki adama sarılıyor ve hatta cebindeki ıslanmış kağıt paradan onlara hediye ve teşekkür kabilinden para vermeye çalışıyordu. Adamlar bu para hediyesini kabul etmediler ve yalnızca teşekkür etmesinin yeterli olduğunu söylediler. Bir de şunu hassasiyetle belirttiler: “Biz bu kanal kenarında bir müddet oturmuş ve tekrar kara yolu, asfalt tarafına gitmiştik. Bir müddet araba bekledik. Araba gelmeyince de tekrar buraya geldik. Niye buraya geldiğimizi bilmeden bir şey bizi buraya çekti ve geldik” dediler. “Buraya gelmemizin hikmetini şimdi anladık” diye de eklediler.
Marangoz Mehmet Usta o gece sabaha karşı Pazarcık’taki derme-çatma 2 odalı evine ulaşmıştı. Kapıyı Eşi Pakize Hanım açmıştı. Bu sırada Erdem de uyanmıştı. Her ikisi de Marangoz Mehmet Usta’nın her tarafının, ceket, pantolon, gömlek, tüm elbisesinin böyle nasıl yamyaş, böyle ıpıslak durumda olmasına bir anlam veremiyorlardı. Çünkü havada yağış yoktu. Erdem daha fazla beklemedi ve koştu Babasına sarıldı. Biraz soluklandıktan sonra Marangoz Mehmet Usta tüm olup bitenleri tek tek anlattı ve en sonunda “Duanın gücüne ve Allah’ın yardımının duada saklı olduğuna inanın” dedi.
İnandık, Elhamdülillah.
Ahmet SANDAL
Not: Bu bir Hikaye Denemesidir. Bu denemede geçen bazı isimler gerçek, ancak bazıları takma isimdir. Ancak yaşananlar tamamıyla gerçektir. Bu hikayede anlatılan olaylar tamamıyla yaşanmıştır.