Bizim oralarda, Memleketim Pazarcık'ta "Hacı'ya Haci" derler. Hacı Ali'ye de "Haceli" derler. İsimler halkın dilinde bazı yerlerde özgünlüğünü ve aslını yitirir.
Mesela, aslı Rıdvan olan isim, Rızvan olur, Selman, Salman olur, Ramazan, Iramazan olur. Hacı ismine de bizim memlekette Haci derler. İshak Dayımın Oğlu Hacı'ya biz “Haci” diye hitap ederdik.
Pazarcık'ta İshak Dayıma Şöfor İsak derler. Halbuki bu ismin esas hali, İshak'tır.
Anadolu’da isimlere ve esas haline sahip çıkmaya çok özen göstermeyiz. Kolayımıza nasıl gelirse öyle konuşuruz.
Şimdi bu mesele bizi, yazı dili ve konuşma dili ayrımına götürür ve konuşma dilinde yazı dilinde aslını koruyan kelimelerin nasıl da değişime uğratıldığını ve aslından koparıldığı gerçeğine götürür.
Özellikle köylük yerlerde insanlar isimlerde, sıfatlarda ve hatta fiilerde, kelime ve cümleleri işine geldiği gibi kullanır, çok da bir engel tanımaz ve kaygı taşımaz.
İsimler, sıfatlar, fiiller, hasılı nice nice kelime ve cümleler köylük yerlerde, kırsal yörelerde oldukça değişik bir hal halır. Bazen kelimenin köylük yerlerde kullanılmasında aslını dahi anlamanıza imkan verilmeyecek derecede değişikliğe uğratıldığını farkedersiniz.
Mustafa’ya neden "Mıstık" derler? Ne alaka?
Tamam, İbrahim'e "İbo", Ramazan!a "Ramo" denmesini anlarsınız da Mustafa neden "Mıstık" oluyor. Anlamak zor. İbrahim ismi uzun geliyor, kısaca "İbo" diyerek, Ramazan ismi uzun geldiğinden kısaca "Ramo" diye hitap ederek kolaylık sağlanıyor.
Bunu anlıyoruz da, "Mustafa"yı "Mıstık" derken nasıl bir kolaylık ve nasıl bir mantık güdüldüğünü anlayamıyoruz.
Köylük yerlerde “evet” yerine kısaca “he” denilir. Ya da hiçbir şey söylenmez, kabul anlamında baş sallanır. Köylük yerlerde konuşma ve iletişim büyük kolaylık görülür. Pratiklik görülür. Öyle bir pratiklik ki, ne Babaannesi, ne Anneannesi, hepsinin tek bir adı var: Ebe. Babaanneye de, Anneanneye de Ebe denir. Hala’ya Bibi, Amca’ya Emmi denilir. Kardeşe de “Ede” denilir.
Bizim memlektte, tabak-çanak denmez “kap-kacak” denilir. Bizim Pazarcık’ta yıkanmak denmez, “çimmek denilir.” Haci ile Ahmet yazları Baraja çimmeye giderdi. Her ikisi de çimmeyi çok severdi. Hangi çocuk suda çimmeyi sevmez!
Haci ve Ahmet o sene çimmeye gitmişlerdi de Haci az kalsın boğulacaktı. Yıl, 1977 ya da 1978 idi.
Haci ile Ahmet Dayı Oğlu, Hala Oğludur. Haci, Ahmet’in Dayısının Oğlu, Ahmet de Haci’nin Halasının Oğludur. Her ikisi de aynı yaşlardadır. Ahmet 1965 doğumlu, Haci 1966 doğumludur. Her ikisi de gezmeyi, oynamayı ve geleceğe dair hayal kurmayı çok severler. Hangi çocuk sevmez ki oynamayı, gezmeyi ve hayal kurmayı?
Haci, Babası gibi şoför olmak istemektedir.
Evet, yöremizde Hacı’ya da Haci denilir. Haci şoför olacak ve evine ekmek parası getirmek için sabahtan akşama kadar direksiyon sallayacaktır. Ahmet’in babası marangozdur. Ancak, Ahmet’in babası Külhani Mehmet Emmi Oğluna, “marangoz olma, bu meslek artık para kazandırmıyor. Sen başka mesleği seç” diyerek tavsiyede bulunmuştur.
Ahmet, Babası gibi marangoz olamayacağına göre, tek çare okumaktır. Ahmet, gece-gündüz ders çalışmakta ve okumak istemektedir. Okuyup da mühendis, memur, doktor, öğretmen ya da benzeri bir meslek sahibi olmayı istemektedir. Haci de gece-gündüz Babasına yardım ederek o da iyi bir şoför olmayı hayallemektedir.
Haci okumadı, şoför oldu. Ahmet okudu Müfettiş oldu. Herşey kısmet.
Herşey kısmet ve şurası da bir gerçek. Çocukluk yıllarında insanlar bazen babalarının mesleğine özenti duyarak okumayı değil, baba mesleğini devam ettirmeyi seçiyorlar. Tabi çocukluk yıllarında o kadar ayrıntılı düşünemiyorlar. Sonra da okumadıklarına pişman oluyorlar.
Kartalkaya Barajı’nda Yüzmek Tehlikelidir.
Kartalkaya Barajı’nda yüzmek tehlikelidir. Tüm barajlarda yüzmek tehlikelidir. Bu tehlikeye rağmen maalesef, çocuklar barajlarda, göletlerde ve derin akarsularda yüzmektedirler . Maalesef her sene özellikle yaz aylarında birçok çocuk suda yüzerken boğulmaktadır. Ailelere, Babalara ve Annelere bu hususta büyük görevler düşüyor. :Çocuklarının barajlarda ve tehlikeli sularda yüzmelerine engel olmaları ve onları takip etmeleri şarttır.
Çocuklar yazları ve tatillerde oyun ve eğlenceye daha çok vakit bulurlar. Oyun ve eğlenceler arasında özellikle kırsal ve küçük yerlerde akarsularda, göllerde, barajlarda yüzmek de en başta yer alır.
Haci ve Ahmet’in de her çocuk gibi, oyun ve eğlenceleri arasında Kartalkaya Barajının kenarına giderek, koşmak, arkadaşlarıyla birbirleriyle şakalaşmak ve en önemlisi de Baraj Gölünde yüzmek vardır. Tabi bir de balık tutmak vardır. Özellikle Ahmet, balık tutmayı çok severdi. Daha gün doğmadan eline oltasını alır ve barajın kenarına varmadan, en yakın bir dereden solucan toplar ve bu solucanları oltasının “iğne” dediğimiz kısmına takar, balık avlamak için suya bırakırdı. Oltanın en ucunda kurşun dediğimiz bir kısım bulunurdu. Bu kısım oltanın suyun içerisine batması içindir.
Ahmet, balık tutmayı sevdiği kadar, barajda yüzmeyi de severdi.
Hemen belirteyim, Baraj Gölünde yüzmek çok tehlikelidir. Çocuklar, Baraj Gölünde yüzmenin tehlikeli olduğunu belki bilirler, belki de bilmezler. Ancak, yine de yüzerler.
Haci ve Ahmet, yaz tatillerinde sık sık Kartalkaya Baraj Gölü’nde yüzmeye giderlerdi. Evleri Pazarcık Kartalkaya Barajı’nın üst taraflarındaydı. Baraj kenarına doğru yürümek en fazla 15 dakikalarını alırdı.
Pazarcık Kartalkaya Barajı’nın bir kapak kısmı dediğimiz, Kahramanmaraş tarafındaki kısmı vardır. Bir de gövde ve uç tarafları dediğimiz kısmı vardı.
Kartalkaya Barajı’nı bilir misiniz?
Pazarcık İlçesinde yapımı 50 yıldan biraz fazla olan bir baraj var. İsmi Kartalkaya Barajı’dır. Çocukluk yıllarımda duyardım “bu barajın ömrü 50 yıl. Elli yıl dolduğunda baraj dolacak” derlerdi. Ancak aradan onca süre geçse de Baraj dolmadı ve halen de işlevini sürdürüyor.
Barajlar genellikle ya sulama ya da elektrik enerjisi üretmek için inşa edilir. Pazarcık Kartalkaya Barajı da sulama maksadıyla inşa edilmiş bir barajdır. Narlı ovası ve daha altlardaki ovalar Kartalkaya Barajının sularıyla sulanır ve İlçemizin bereketli topraklarında pamuk, mısır, buğday, nohut ve benzeri birçok tarım ürünleri yetiştirilir.
Bir şiirimde bu durumu şöyle anlatıyorum:
Ovaların, toprağın bereket saçar.
Bağında, bostanında güller açar.
Aksu sende başlar, sende coşar.
Sen bir başka güzelsin Pazarcık.
Tarım ve hayvancılık halkın geçimi.
Yaz kış devam eder ekim ve biçimi.
Ne de güzel olur keçi sütünün içimi.
Sen bir başka şirinsin Pazarcık.
Bu şiirimin ismi “Memleketim Pazarcık’tır.” O şiirde Kartalkaya Barajı’ndan da bahsediyorum.
Kartalkaya adında bir barajın var.
Kahramanlar diyarı bir Maraş’ın var.
Lezzet dolu ekmeğin var, aşın var.
Sen bir başka şirinsin Pazarcık.
Aksu Çayı, Kartalkaya Barajı İlçemize güzellikler ve bereketlere vesile oluyor. Bu iki değerimizin ayrı bir yeri var. Bir de Ziyaret Tepesi var. Bu da bizim en önemli değerimizdir ve İlçemize farklılık ve uzaktan bakanlara güzel bir görünüm sağlamaktadır. Yeşildir Ziyaret Tepesi, mübarektir Ziyaret Tepesi.
Memleketim Pazarcık adlı şiirimin başlangıç mısralarında Ziyaret Tepesi’nden bahsediyorum.
Sana ulaşır bu uzayan yollar.
Karşında durur bu sıra dağlar.
Ziyaret Tepesi´ndeki çamlar.
Sen bir başka güzelsin Pazarcık.
Ziyaret Tepesi’ne bundan başka birkaç şiirimde yer verdiğimi hatırlıyorum:
Adı “Ziyaret Tepesi”, acaba neden,
Kim var onda, acep onda kim yatır,
“Ziyaret Tepesi” deriz, hiç düşünmeden,
Musullu Baba diye bir isim aklımda hatır.
Pazarcık’ın sırtını dayadığı tepenin adı: Ziyaret,
Öyleyse, her gittiğimde etmeliyim, ziyaret.
Ziyaret Tepesi İlçemizin en mühim bir mekanıdır ve korunmalıdır. Ziyaret Tepesi korunduğu gibi Kartalkaya Barajı da korunmalıdır.
Çocukluğumuzun güzel anılarını barındırır her ikisi de. En çok da Kartalkaya Barajı’nda vakit geçirirdik.
Evet, Kartalkaya Barajı’nın kapak tarafı Kahramanmaraş tarafında, barajın dolduğu kısım ise Malatya tarafındadır. Zaten şekil olarak da aynı Malatya Kahramanmaraş istikametinde yön alan bir yola benzer.
Evimiz Barajın üst kısımlarında yani dolduğu cihette yer aldığından olacak, bizim mahallenin çocukları daha çok Barajın kapak kısmında değil de üst kısmında vakit geçirirdik.
Barajın üst kısımları kıvrım kıvrım, girintili çıkıntılı bir şekildeydi. İsmail Paksoy’un evinin olduğu yer bir dere ağzıydı ve bu alandaki Baraj suları çekildiğinde bazı kişiler buraya domates, biber, patlıcan gibi tarım ürünleri ekerlerdi. Sırf buraya mı ekerlerdi? Hayır, hayır bir çok yere ekerlerdi. Barajın daha çok dere ağzı dediğimiz kısımlarında yazları suların çekilmesinden oluşan alanlarda birçok kişi kendi bahçeleriymiş gibi ürün yetiştirirlerdi. Mesela, Yusuf’un Bahçesi dediğimiz alanda, tünel mevkiinde, Aksu Irmağıyla Barajın birleştiği bölümlerde suların çekilmesinden dolayı bahçecilik yapılırdı.
Biz çocukların umurunda mıydı bahçecilik ve tarım. Biz Baraj denildiğinde iki şeyi düşünürdük, balık tutmak ve yüzmek.
Bir gün Haci ile Ahmet, bir yaz vaktinde evlerinden ayrılarak ve yanlarına da Haci’nin kardeşi Mehmet’i de alarak baraja yüzme niyetiyle gittiler.
Hava sıcak mı sıcaktı. Baraja doğru giderken çam ağaçlarının, badem ağaçlarının yanlarından geçtiler. Sıcaktan öten “cırk cırk, curk curk” diye ses çıkartan böceklerin seslerini duydular. Ahmet, o sesleri hep duyardı da, asla o böcekleri göremezdi. Zaten çoğu kimse o öten böcekleri göremezdi.
Ahmet, Haci ve Mehmet, İsmail Paksoy’un Deresi dedikleri alana vardılar. Barajın kenarında taşlık ve kumluk bir bölüm vardı. Üzerlerindeki kıyafeti çıkardılar ve heyecanla hemen baraj gölüne girdiler.
Haci Az Kalsın Kartalkaya Barajı’nda Boğuluyordu.
Ahmet, yüzmeyi biliyordu. Ancak Haci ile Mehmet yüzmeyi bilmiyorlardı.
Ahmet, hem Mehmet’e, hem Haci’ye tenbih etti. “Sakın ha sakın, barajın şu kısmından ileriye gitmeyin.”
Hep birlikte, Barajın kenarında su ile oynadılar. Birbirlerinin üstlerine su döktüler. Su üzerinde taş yüzdürme ve en uzağa taş atma yarışmasına yaptılar.
Barajın kenarına en başa Ahmet, onun yanına Haci ve en sonuna da Mehmet sıra sıra dizildiler. Önce en uzağa kim taş atacak diyerek, “haydi bismillah, taşı en uzağa atmaya çalıştılar.” Ahmet, eline bir yassı taş alarak taşı fırlattı. Taş, İsmail Paksoy’un Deresi denilen o yerde, karşı iki kenar arasında orta bir yere kadar ancak ulaştı. Sonra, Haci aldı eline bir topalak taşı ve suyun ilerisine doğru fırlattı. Taş yine orta bir yerlerde durdu. Mehmet de bir küçük taş aldı, o da barajın kenarında bir yere kadar taşı fırlatabildi. Sonra birbiri ardına taşları barajın ortasına doğru fırlattılar.
Taş atma yarışmasından sonra sıra taş yüzdürme yarılmasına geldi. Taş yüzdürme yarışmasında herkes öncelikle, en yassı taşı bulmaya çalışmaya başlattılar. Çünkü, taş ne kadar ince ve ne kadar yassı olursa o kadar su üzerinde fazla yüzerdi. Ahmet bir yassı taş buldu ve suyun üzerinde yüzdürdü. Taş, bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz kere çıktı çıktı yüzdü ve en sonunda battı. Haci de dört beş kez yüzdürdü. Mehmet de o kadar bile yüzdüremedi.
Bu oyunlardan ve eğlencelerden sonra Mehmet ile Haci, baraj kenarında bir kumluk üzerinde sırt üstü yatmaya başladılar. Ahmet de bir kumluk üzerinde uzanmak üzere kendine bir yer aradı. O da bir yer bulup kuma uzandı.
Bir müddet sonra Ahmet, yüzmek istedi ve Haci ile Mehmet kumda dinlenirken, Ahmet, barajda kulaç atmaya başladı. Ahmet, yüzmeyi biliyordu ve kulaç ata ata, İsmail Paksoy’un Deresi denilen barajın o kısmında karşı tarafa kadar yüzdü. Karşı taraf dediğimiz mesafe en fazla 5-10 m kadar bir yerdi. Ahmet, karşı tarafa yüzerek geçmiş ve oradaki kumluk alanda tek başına dinlenmeye başlamıştı. Bu arada Haci ile Mehmet ilk yüzmeye başladıkları yerde halen kumluk alanda dinleniyorlardı. Herşey iyi gidiyordu.
Ahmet, sırt üst kum üstünde elleri başının altında gökyüzüne doğru bakarken, birden bire Haci’nin feryat-figan içerisindeki bağırışlarını duydu. Haci, nasıl olsa Ahmet geçti, ben de karşıya geçerim düşüncesiyle, kendisine barajın o kısmındaki yerin ortalarına doğru atmıştı. Yüzerek değil de, yürüyerek geçeceğini sanmıştı. Halbuki bilmiyordu ki, derelerin baraj alanıyla birleştiği yerlerde orta kısımlar V şeklinde olduğu için, derindir. Haci, yürüyerek karşıya geçmeye çalıştıkça battıkça batmıştı. Tam boğulmak üzereydi. Haci, “Ahmet gel, Ahmet gel, kurtar beni” diye bağırıyordu. Haci, “Ahmet, batıyorum, boğuluyorum” diye feryat figan içerisinde su içerisinde çırpınıyordu.
Bu durumu farkeden ve Haci’nin suyun orta kısımlarında can havliyle çırpındığını gören Ahmet, bir an bile tereddüt etmeden kendisini suyun içerisine doğru attı. Hızlı hızlı kulaç atarak Haci’yi kurtarmak üzere yüzmeye başladı. Ahmet’in çocuk yüreği korku, telaş ve heyecandan sanki duracak gibiydi. Haci, suyun içerisine bir batıyor, bir çıkıyordu.
Bu sırada Mehmet de bağırıyordu: “Abim boğuluyor, Abim boğuluyor” diye hiçbir şey yapamadan bulunduğu yerde sağa-sola koşuyordu. Tam bir can pazarı yaşanıyordu.
Ahmet, suyun içerisinde hızlı hızlı kulaç atarak Haci’nin olduğu yere doğru yüzüyordu. Haci’yi kurtarmalıydı. Haci’yi sudan dışarıya çıkarmalıydı.
Ahmet, büyük bir hızla yüzerek Haci’nin yanına ulaştığında, Haci’nin artık kafası da görünmüyor, suda kaybolmak üzereydi. Ahmet, Haci’nin yanına ulaştığında çok akıllıca bir hareket yaptı. Sol koluyla Haci’nin vücudunu kavrayıp suyun üstüne çıkardı. Haci’nin kafası suyun içerisinden çıakrılmış ve nefes almaya başlamıştı. Ahmet, Haci’nin vücudunu sol koluyla kavrayıp su üstünde tuttuktan sonra, sağ eliyle de kulaç atarak baraj kenarına doğru yüzmeye başladı.
Bu kurtarma sırasında Yüce >Rabbimin ilhamı ve yardımıyla Ahmet, Haci’yi iki eli ve iki koluyla tutmamış, yalnızca sol eli ,sol koluyla tutmuştu. Eğer, iki eliyle Haci’yi tutsaydı, her ikisi birden su altına çökebilirdi. Çünkü Haci can havliyle Ahmet’i de içeriye çeker ve Ahmet’in de boşta kalan eli ve kolu olmayacağı için, yüzemeyecekti. Bu durum Allah’ın büyük bir yardımıydı, Elhamdülillah.
Haci, boğulmaktan son ana kurtulmuştu. Her ikisi halen suyun içerisindeydiler. Ancak, Ahmet kontrolü eline almış ve sakin bir şekilde kulaç atarak Haci’yi barak kenarına doğru yüzerek götürüyordu. Bir müddet sonra Haci’nin ayakları suyun içerisindeki toprağa değdi ve başı da suyun içerisinde değildi artık. Haci, Ahmet’in kurtarmasıyla, boğulmaktan kurtulmuştu. Kurtaran Allah’tır. Şurası bilinmelidir ki, Ahmet bir vesiledir.
Haci, bütün vücudunu sudan çıkarttıktan ve taşlık, kumluk alana vardıktan sonra, koşarak Kardeşi Mehmet’e sarıldı. İki Kardeş sevinçten gözyaşlarına boğulmuşlardı. Haci, boğulmaktan kurtulmuş ve sevinç gözyaşlarına boğulmuştu.
Bu kurtuluş sonrası, boğulmaktan kurtuluş sonrası, Ahmet, Haci ve Mehmet, birbirlerine sarılarak, bu olaydan sağ-salim çıkmanın mutluluğunu yaşadılar. Haci, Ahmet’e çok çok teşekkür etti. “Hayata yeniden dönen bir insan nasıl mutluluk yaşarsa Haci aynı mutluluğu yaşadı ve nasıl teşekkür ederse, Ahmet’e öyle teşekkür etti.”
Hayat güzeldir. Hayata tekrar dönmek daha güzeldir. Bu hayatın kıymetini bilmek güzeldir. Hayat bir nimettir. Hayatın nimetin kadrini, kıymetini bilenler onu en küçük vakitlerine ve en kısa zamanlarına kadar değerlendirirler. Ve hayatta kurtulma, hayata tutunma anları vardır ki, o en küçük, o en kısa saniyeler insan için bir uzun ömürden daha uzun gelir ve o anlar asla unutulmazlar. Haci de boğulmaktan kurtulduğu o anları asla unutmadı ve unutmuyor. Ahmet de kurtarmaya vesile olduğunun bilincinde olarak hareket ediyor. “Asıl kurtaran Allah’tır” diyor.
Ahmet Haci’yi kurtardı. Ahmet’in kardeşinin adı da Haci’dir. Çok ilginçtir, bu boğulmadan kurtulma hadisesinin bir benzeri daha aynı Baraj Gölü’nde yaşanmıştı. Haci de Ahmet’i kurtarmıştır. “Başka bir olay daha mı oldu? Hangi Haci, hangi Ahmet’i kurtardı” diye sorarsanız hemen cevap vereyim: Evet, başka bir hadise daha oldu. Pamukçu Hüseyin’in Oğlu Ahmet ile Külhani Mehmet’in Oğlu Haci, bir gün yine Kartalkaya Baraj Gölü’nde yüzmeye gitmişlerdi. Haci ile Ahmet de Hala Oğlu, Dayı Oğludur. Haci, Ahmet’in Halasının Oğludur. Ahmet de Haci’nin Dayısının Oğludur.
Vakit yine yaz vaktiydi ve okullar tatile girmişti. Her ikisi de bir gün Baraja yüzmeye gitmişlerdi. Yüzme sırasında bu sefer Pamukçu’nun Oğlu boğulmak üzereydi ve kurtarmaya vesile olan Haci’ydi.
Evet, Külhani Mehmet’in iki Oğlu, iki Dayısının iki Oğlunu Barajda boğulmaktan kurtarmaya vesile olmuşlardı. Elhamdülillah.