HIRSA İKİ METRE ÇUKUR YETER

Zafer Çam

İnsanoğlu o kadar doyumsuz ki.

Dünya benim olsun istiyor.

İstedikçe istekleri hiç bitmiyor.

Doyumsuzların dini, imanı, kitabı, mezhebi, ırkı yok.

Başkasını hakkıymış, yetimin malıymış, garibanın ihtiyacıymış demiyor.

Bakınız bir, iki, üç, dört, beş dönem seçilmişleri hatırlayınız.

Siyasetin hırsına kapılan bırakamıyor.

Çünkü doymuyor.

Yeter artık demiyor.

Her seçimde bende varım diyor.

Hırs sadece makam, mal, servet yığama değil.

İktidar hırsı hepsinden beter.

Siyasetin içine girenlerde doyumsuzluk hat safhada.

Altına bez bağlatıp seçilenden, beyin kanaması geçirip felç yatanı mı sorasınız.

Bakın şu anki iktidarın cumhurbaşkanı kırk yıldır siyasetin içerisinde bir daha diyor.

Allah insanları böyle imtihana tabi tutuyor.

Kimlerini iktidarıyla, kimlerini makamıyla, kimilerini malıyla, zenginliği ile.

Hırsına kapıldıklarının hepsi bu dünyada kalıcı.

Ahirette faydası olmayan ilimden, maldan, zenginlikten, saltanattan Allah’a sığınılmalı.

Dünya benim olsun diyenler.

Bunlar hırsılarına hep yenildiler.

Hani neredeler.

Hayat ölümlü.

Hırs ise ölümsüz gibi hep benim olsun diyor.

İnsanız ne zaman hırsımıza hâkim olduk yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev, bineceğimiz bir araç...

Gözlerimiz, midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük...

Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını.

Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. 

Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından...

Gözleri hırsında başka bir şey görmez.

Tüketmeye de çok meraklıdır insan. 

Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir... 

Benlik biriktirirken, benliğini tüketir...

Sağlığımızın kıymetini ne zaman bileceğiz.

Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz.

Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren, "Eline sağlık hanım" diyen bir erkeğin, "Zengin" olduğunu ne zaman anlayacağız?

Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar fakiriz hepimiz, aslında..

Tolstoy'un "İnsan Ne ile Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom'un hazin ve ibretlik öyküsü vardır. 

Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. 

Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir.

Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir.

 Pahom'a "Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım" der.

 "Yoksa bütün hakkını kaybedersin."

 Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye.

Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. 

Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez.

Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış.

Koşar, koşar, ama kesilir gücü.

Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, burnundan kanlar damlamaya başlar.

Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz...

Reis olanları izlemektedir.

Çok kereler şahit olduğu olayı bir daha izlemiştir.

Adamlarına bir mezar kazdırır.

Pahom'u gömerler.

Reis, Pahom'un mezarının başında durur şöyle der:

"Bir insana işte bu kadar toprak yeter!"

Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz.

İnsanı en son bırakan şey nedir?