Daha önce ki yıllarda “Kutlu Doğum Haftası” adı altında kutlanan Peygamberimizin doğum yıldönümü geçen yıl Diyanet’in aldığı karala hicri takvime göre “Mevlidi Nebi Haftası şeklinde değiştirilmiştir. Mevlit Kandilini de içine alan 17-25 Kasım tarihleri arasında “Mevlit-i Nebi Haftası” çeşitli etkinliklerle, programlarla, panellerle konferanslarla dolu-dolu geçecek. Yani Peygamberimiz anılacak, her sene olduğu gibi. Belki stadyumlar insanları almayacak, salonlar tıka basa dolacak. Heyecanla o konferanstan bu konferansa, bu panelden ötekine koşulacak. Elhamdülillah. Ne güzel! Ancak burada önemli olan ne? Anmak mı anlamak mı? Elbette ki Anlamak için anmak gerek. Yalnız eylemlerimizi anlamlı hale getirmek için de yaşamak şart. Yoksa kutlamalarımız sadece slogan ve heyecan törenine döner. Birazcık ruhi rahatlığın dışında elimize hiçbir şeyde geçmez.
O’nu anlatmada yetersizdir cümleler. Söz, O’nu anlatınca değer kazanıyor. Allah’ın övdüğünü övmek, O’nun sevdiğine uymak, sevdiğinin sevdiğini sevmek insanı Allah’ın rızasına götürür. O’nun yoluna ram olanın duyguları derinleşir, her şey ayrı bir lezzet ve ayrı bir letafet kazanır.
O’nun rahmet damlasını bir kez kalbine damlatan, karanlığı olmayan bir gündüz yaşar. O’nun merhametinden nasiplenmeyenin bahtına düşen çaresizlik ve yalnızlıktan başka bir şey değildir. O’na yakın olana Allah’a yakın olur. O’ndan uzak düşenin şeytan yakasını bırakmaz.
O’nun doğuşuyla güneş dahi hayâ ve edebinden, nuru karşısında, sönük kaldı. Gece, utancından varlığın koynuna gizlenip yerini ebedi bir gündüze bıraktı. Kara günler O’nunla son buldu. Ebediyet serinliği onunla hissedildi.
Şayet, O teşrif etmesiydi, dünya sabahı olmayan bir gece yaşardı, ümitler tükenir, hayaller suya düşerdi. Zalimlerin yaptığı zulüm yanlarına kar kalır, akla kara bilinmez, haklı haksız ayırt edilmezdi.
O, çocukluktan itibaren irşada başlamıştı bile. Yaşı başı kemale ermiş hiç bir insan’ın, O’nun, çocukluğunda ki seziş ve duyuşuna sahip olması mümkün değildir. Büyük olmak, büyük gibi görünmek değildir, yılları geçirmek hiç değildir. Büyüklük, insana yakışır davranışlara sahip olmak, daha küçükken büyük olmanın talim ve terbiyesini görmektir. O, daha çocuk yaşlarında... Yaşıtları, “Gel oyun oynayalım Ey Muhammet!” Dediklerinde “Ben oyun oynamak için mi yaratıldım” diyecek kadar büyük mü büyük; bir o kadar sorumluluğun ağırlığını sırtında hisseden çocuk bir peygamber.
Gençliği de güzel bir gençlikti O’nun; temiz ve pak... O kadar kirin, pasın, cehaletin ve karanlığın içerisinde bir zerre bile sıçramamıştı üzerine. Hep O konuşuluyordu. O’nda çok farklı bir gelecek vardı. O gelecekte kendilerine yer ayırmak isteyenler, heyecanla O’ndaki hikmeti anlamaya çalışıyorlardı. İşte saadeti inşa edenler hep onu takip edenler oldu.
Yetişkinlik dönemi gözleri kamaştırmıştı. Başkalarıyla kıyaslandığında, hep onu önde görüyorlardı. Her şeyde örnek kabul edilirdi. Önderdi; verdiği hüküm yıllarca sürecek kan davalarını önlerdi. İtaat edilen, saygı duyulandı. Güvenirliği herkes tarafından itiraf edilendi. Ancak bu olağan üstü durumun adı konmamıştı. Vahiyle adı konduğunda İslam’ın son Peygamber’i diye, herkes yerini hızlıca alıverdi. O daha başlangıçta okumuştu hirada; insanlığın halini. Okudukları, vahiyle desteklendi; ne yapması gerektiği ayetlerle belirlendi. İtaat eden de oldu, etmeyende; O’nu takip etmeyi gururuna yediremeyenler de... Zelil ve rezil bir duruma mahkûm olanlar hep onun getirdiği hakikate direnenler oldu. Onunla yürümeyi kabul edenler zorlu ve meşakkatli yolculuk neticesinde nice saadetlere kavuştu.
Allah, insanları ona itaat hususunda uyarıyor: “De ki, Allaha itaat edin; Peygamber’e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamberin sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak) sizin sorumluluğunuzda size yüklenen (görevleri yerine getirmek)tir. Eğer Ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygambere düşen açık seçik duyurmaktır.” (Nur, 54)
Peygamber(s.a.v.)’e itaat ve O’nun sevgisi dinimizin esası, Allah’a varmanın en kestirme ve güvenilir yoludur.
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan da sakının” (Haşr,7) buyuran Allah, Resulü’nün buyrukları karşısında kayıtsız ve şartsız itaati emretmiştir. O’nun sözünün üstüne söz söyleyenler, O’nun hükümleri karşısında duyarsız kalanlar asla huzur bulamaz, çekişme ve kavgaların önünü alamaz, ihtilafların enkazından kendilerini kurtaramazlar. İşte kurtuluşun yolu: Yüce Allah buyuruyor ki:
“Her kim Allah ve Resulüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte kurtuluşa erenler bunlardır”( Nur, 52) Allah’ı sevenin Peygamber’e uyması gerektiğini başka bir ayetinde, bizlere şöyle bildiriyor Yüce Mevla:
(Resulüm) deki “Deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(Ali İmran,31)
Evet, Allah’a itaat etmek isteyen bilsin ki; bunun yolu Peygamber(s.a.v.)’e itaatten geçer. O’nun muhabbet havuzuna atılmalı, O’nun sevgisini tatmalı, O’nun aşkıyla yanarak pişip olgunlaşmalı. Yani Onunla olmak biraz da O’nun gibi yanmaktır. O’nun ahlakına talip olmak biraz da O’nun çektiğini çekmektir. Sadakat, varlığın rahatını O’nun eşiğinde bırakıp yaratılışın hakikatine ulaşmaktır. Yardanda geçecek, serden de geçeceksin ki arşı alaya yüksele bilesin. Bu dünyada elde edemediğinin daha iyisine ahrette, Peygamber(s.a.v.)’e komşu olarak, sahip olabilesin. O’nu canından aziz bileceksin ki, O’nun kucağında ruhunu emniyet içerisinde iman üzere teslim edebilesin ve arkandan ağlayan O olsun, sevinecek haline, üzülecek haline de O şahit olsun. O’nun, iyi olduğuna şahadet ettiği insanı cehennem yakar mı? O’nun razı olduğundan Allah razı olmaz mı?
Resul’e itaat ve sevginin karşılığı elbette ki sadece bu dünyada değil, asıl vatanımız olan ahrette de, fazlasıyla verilecek. “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada süresiz kalmak üzere; işte büyük kurtuluş budur.”(Nisa ,13)
Selam ve dua ile…