Yazıma bir fıkra ile başlayalım. Birçoğunuzun duyduğunu tahmin ettiğim başrolünde bir kurbağa, bir kazan olan fıkra şöyledir: “Bir kurbağayı içi kaynar su ile dolu bir kazana atarsanız, can acısının verdiği ani bir tepkiyle kendisini kaynar kazanın dışına atar ve kurtulur. Ancak, önce içinde normal bir su olan kazana atıp sonra kazanı bir ateş ile yavaş yavaş ısıtmaya başlarsanız, kurbağa yavaş ısınan su içerisinde kendisini bekleyen sonun farkına varamaz ve kaynayan suyu hissettiğinde bu onun zaten sonu olur ve kaynar su içinde kavrulup ölür.”
Evet, bu fıkra burada böyle dursun. Bir de yazının en sonunda fıkra okuyacaksınız. O fıkra da orada öyle dursun.
Yazımın en sonundaki fıkrada da kurbağa ve kazan var. Ancak bu sefer kazan içerisinde su yok, süt var. (Neyse siz yazımı okuyun, fıkrayı zaten en sonunda okuyacaksınız.)
Son günlerde demokrasi, feodalite ve kandırılan insanlık üzerinde kafa yormaya başladım. Dünya’nın belki de 190 Ülkesi var ise, 180’inde demokrasi sözdedir. Özde feodal yapı vardır. “İnsanlara avazı yettiğince yaşasın özgürlük, yaşasın demokrasi, yaşasın şu, bu, diye bağırttırıyorlar da, ortada ne demokrasi, ne de özgürlük var.” Ortada koskocaman bir feodalite gerçeği var.
Nedir bu feodalite? İnsanların bir çocuğuna daha ilkokuldan itibaren demokrasiyi öğrettiler de feodaliteyi öğretmediler.
Feodalitenin lügat manasından çok günümüzde taşıdığı özel anlamdan bahsedeceğim. Bir kavramın asıl anlamından kopup da taşıdığı yeni anlama ıstılahi mana mı deniyordu. İşte öyle bir şey. Feodalitenin eskiden taşıdığı anlam, yani lügat manası, “derebeyi, burjuvazinin karşıtı, bir geniş arazi üzerinde topraklara sahip olarak topraksız köylüleri emri altında tutan zorba ve benzeri anlama gelir.”
Biraz önce feodalite için burjuvazinin karşıtı diye bir betimlemede bulundum.
Burjuvazi nedir? Burjuvazi şehirli zengin sınıf manasına gelir. Feodalitenin zamanla şehirle zengin sınıflara dönüşümünü anlatmak için burjuvazi terimi kullanılır.
Feodalite ve burjuvazi Avrupa Ülkelerine özgü tarihsel iki kavramdır. Avrupa’da feodalitenin çöküşü merkezi krallıkların güçlenmesini beraberinde getirmiş ve burjuvazi ile krallıklar birbirlerini desteklemek suretiyle “al gülüm-ver gülüm” ilişki yaşamışlardır. Yani krallıklar burjuvaziyi dış güçlerin saldırısından korumuş ve karşılığında da burjuvaziden parasal destek sağlamışlardır.
Şimdi bu yazıda uzun uzun feodalite ve burjuvaziyi anlatmayalım. Zaten ben bu yazıda feodalite hakkında sözler söylerken, tarihsel manasından çok ayrı değerlendirmelerde bulunacağım.
Günümüzde ağalıklar, kabilecilik, particilik, aşiretçilik, mafyacılık ve benzeri bilumum oluşumlar birer feodalite kalıntılardır. Özde demokratikmiş gibi gözükseler de, yapıları ve dar kalıpları itibariyle asla demokrasiyle alakası olmayan oluşumlardır bu saydıklarım.
Biz demokrasi var diye övünüyoruz. Yok öyle bir şey.
Ve biz vatandaşlar da aynen normal bir su içerisinde olduğumuzu sanan zavallılarız. İçinde bulunduğumuz kazan yavaş yavaş ısıtılıyor. “Ve biz zavallılar bir şey anlamadan demokrasi içerisinde yaşadığımızı sanıyoruz.” Bize deseler ki bu sistem demokrasi değil, bu sistem ağalıklar, kabilecilik, particilik, aşiretçilik, mafyacılık dese ne yaparız? Aynen kaynar suya düşmüş bir kurbağa gibi refleks verip de kazanın dışına çıkmaya çalışırız. Ancak bu yaşananlara ve sözde demokrasi, özde feodaliteye hiçbir tepki vermeden al gülüm-ver gülüm yaşayıp gidiyoruz. Al gülüm-ver gülüm vaziyeti şudur: “Beş yılda bir seçim yapılıyor ve seçim öncesi bazı ulufeler dağıtılıyor ve biz de onlar için oy veriyoruz ya.” İşte al gülüm-ver gülüm vaziyeti bu. Aynen kral ve burjuvalar arasındaki al gülüm-ver gülüm vaziyeti demokrasilerde de var.
Demokrasiye hep şüphe ile baktım. İşte şüphemin nedeni bu feodal durumdan kaynaklanmaktadır.
Bir avuç kabile mensubu, bir avuç feodal ağa etrafındaki adamlar ve bir avuç aşiret mensubu sözde demokrasiyi tepe tepe kullanıyor. İhaleler, Devlet makamları bu feodal yapının insanlarına peşkeş çekiliyor. Diğerleri de, yani normal vatandaşlar da bir şeyler elde ederse (Devlet dairelerinde odacılık, çaycılık vb gibi işler kaparlarsa) kendilerini mutlu hissediyor.
İşte bu ortamda, yani sözde demokrasi, özde feodalite ahvalinde bizlere “yaşasın özgürlük” diye bağırttırıyorlar ve demokrasinin ve kapitalizmin erdemlerinden bahsediyorlar. Esasında ne erdem ve ne de ahlak var. Ortada tam bir ikiyüzlülük var.
Erdemli yönetim denildiğinde, yönetimin her kademesinde, “adalet, şeffaflık, doğruluk, tarafsızlık, hoşgörü, saygı, hesap verebilirlik, halka hizmet, tasarruf, kamu yararının kişisel yararlardan üstün tutulması” ve benzeri hususlar akla gelir. Peki bu hususlar, ağalıklar, kabilecilik, particilik, aşiretçilik, mafyacılık ortamında hiç mümkün olabilir mi?
Partiler kendi parti mensuplarına rant ve imkan peşindeyken, mafyalar (oligarklar) Devlet mallarının üzerine çökerken, kabileler ve aşiretler yalnız kendi adamlarının haklarını savunurken normal vatandaşlar ve sessiz çoğunluk nasıl müreffeh yaşayacak?
Asla müreffeh yaşayamayacaktır. Bu durum, bu alıştırılmış vaziyet Dünya’da 190 Ülke var ise, 180’inde geçerlidir. Tam demokratik ve feodal oluşumlardan uzak Ülkeler yok mu? Vardır elbette.
Başta bazı İskandinavya Ülkeleri (Norveç, İsveç, Danimarka, Finlandiya vb gibi Ülkeler) olmak üzere bazı Ülkeler için demokrasi ve huzur ortamı ile refah sağlandığı belirtiliyor. Bu Ülkeler de elbette feodal yapılardan fersah fersah uzaktır.
Bir Ülkede feodal oluşumlar ne kadar fazlaysa huzur ve refah o kadar azdır.
Sözü uzatmayalım ve kurbağa fıkrası ile başladığımız yazımızı kurbağa fıkrası ile sonlandıralım.
İki kurbağa içi süt dolu ılık bir kazanın içine düşmüşler. İki kurbağa kazandan dışarıya çıkmak için çabalarken, kazanın dışında bulunan birkaç kurbağa, bağırmaya başlamış: “Boşa çabalamayın, kazan oldukça yüksek ve kaygan. Bu kazandan dışarıya çıkmanız mümkün değil.” Bu sözleri duyan kurbağalardan birisi “buradan kurtuluş yok” diyerek kendisini umutsuzca sütün içerisine bırakarak boğulup gitmiş. Ancak diğer kurbağa pes etmiyormuş ve kazandan dışarıya çıkmak için çırpındıkça çırpınıyormuş. O çırpınmalar sırasında süt üzerinde kaymak tabaka oluşmaya başlamış ve kurbağa o kaymak tabakasının üzerinde batmadan durmuş ve sertleşen kaymak tabakasından aldığı destekle, kuvvetli bir sıçrayışla kendisini kurtarmış ve kazanın dışına çıkmış. Kazan dışarısında bekleyen diğer kurbağalar, o kurbağanın nasıl kurtulduğunu merak ettiklerinde gerçek anlaşılmış: “O kurtulan kurbağa sağır imiş ve dışarından kendisine umutsuzluk veren bağırtıları duymadığı için kurtulmuş.”
Evet, kıssadan hisse. Size “demokrasi, demokrasi, demokrasi” diye bağıranların sözlerini duymayın ve bu “sözde demokrasiden kurtulmaya” bakın. Biz sözde demokrasiyi değil İslam’ın gösterdiği nizamı isteyen garipleriz. Selam olsun bu çağın gariplerine.
Not: Müslüman insan kendisine umutsuzluk veren her sese ve herkese karşı sağırdır. Kendisine umut ve heyecan veren her sesi ve herkesi de pürdikkat dinleyen kişidir.