Geçmiş tarihimizde nikah işlemini kayda geçirecek şahısları hukuki kurallarla bağlayacak kamusal kurumların olmaması nedeniyle nikah işlemi iki şahitle birlikte mahallenin ya da köyün büyüğü sayılan kişiler, imamlar aracılığı ile bu işlem gerçekleştirilirdi. Ancak bu işlemin hukuki bağlayıcılığı olmadığı gibi erkek “üç kez boş ol” dediğinde boşanma gerçekleşir kadın hiçbir güvencesi olmadan bir kenara itilirdi. Zaten dinimizde de yapılan bu nikahın özel ve sivil hayattaki şekliyle bir sözleşme olarak görülmektedir. İmam nikahı olarak günümüzde de yer alan bu sözleşme uygulaması genellikle kırsal kesimlerde süregelmiş günümüze kadar uzamıştır.
Ancak bu sözleşme bir zorunluluk getirmediği gibi eşler arasında mal paylaşımını da sağlayacak kuralları içermemektedir. Evliliklerde yaşanan olumsuz gelişmeler sonrası kamu otoritesinin müdahalesi ya da olaya el koyması gerekince Kanuni Sultan Süleyman döneminde kamu otoritesi olarak görülen Kadı efendiden belge alınarak nikah işlemleri şarta bağlanmıştır. Zamanla daha düzenli ve Kamu müdahalesini gerektiren düzenlemeyi Padişah Abdülhamit 2 Eylül 1881 Tarihinde “Nüfus Sicil Nizamnamesi” adı altında bir düzenleme yaparak, evlilik öncesi Kamu otoritesi olarak kabul edilen kadılar aracılığı ile “İzinname” alınmasına ve bunun da zorunlu olmasına karar verilmiştir.
Geçmiş tarihimizde yer alan bu gelişim süreci, zamanla tarih sürecimiz içersinde değişime uğrayarak daha da geliştirilmiş, kadınları ve onların çocuklarını koruma altına alan ve o günün koşullarında reform olarak değerlendirilebilecek düzenlemelerle evlilikler koruma altına alınmıştır. Bu süreç içersinde ki gelişmelerde evlilikleri İmam’ın önünden alıp kamu güvencesi altına alarak olayı resmileştirme sürecidir. Bu resmi süreç ile kadın ve çocuklar Hukuki haklar kazanmışlar yasalarla korunmaya başlamışlardır.
Cumhuriyetimizin 1923’te ilanıyla kadınlara tanınan haklar kamu güvencesi altına alınarak yasalarla korunmaya başlamışlardır. Eşlerin evlilikleri ve boşanma süreci kurallara bağlanmış, maddi bağlamlar getirilmiştir. Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı laik devlet oluşumuyla nikah işlemleri artık devletin ve yasamaların koruması altındadır. Laik bir Cumhuriyette ve onun yasaları altında geçerli olan nikah “Resmi nikahtır” arzu eden resmi nikah sonrası dini gerekleri doğrultusunda imamın önüne oturup dini ritüelini gerçekleştirebilir. Ancak bunun cumhuriyet yasaları ile ve laik devlet anlayışında bağlayıcılığı yoktur. Zorunluluğu olmadığı gibi pay düzeni ile güvence altına alınması da sağlanmamıştır.
Cumhuriyet düzeninin sağladığı ve düzenleme altına aldığı nikah işlemi uygar dünya uygulamaları ile de bağdaşmaktadır. Oysa bu gün çıkarılacak bir yasayla değişikliğe gidilmiş Müftülere de resmi nikah kıyma yetkisi tanınmıştır. Bunun ilerde toplumumuz da kadınlara ve onların çocuklarına verilen yasal korumanın delineceği, çocuk yaştaki evliliklerin artış göstereceği kuşkusunu doğurmaktadır. Resmi nikah yaşı 18’dir. Cumhuriyetin getirdiği bu kural delinir kuşkusu oluşmaktadır.
Kamu otoritesi nikahın hukuki geçerlilik şartlarını günün çağdaş koşullarına ve uygar dünya ya göre düzenlemişler ihtiyaçlara göre ele alıp konuya ilişkin düzenlemelere gitmişlerdir. Günümüzde nikah işlemini müftülerin de devreye girmesini gerektirecek ihtiyaçlardan doğan bir zorunlulukta yoktur. Kaldı ki bugün bu ihtiyacın olduğu konusunda toplumda tereddütler oluşmuştur.
Evlilik sürecini başlatmak isteyen yığınla insan varmış gibi bir düzenleme yapmak toplumda kuşku yaratmaktadır. Böyle bir düzenleme “Toplumu ayrıştırma-bölme” getirecektir. Toplum içinde sen nikahını müftüye kıldırdın dindarsın, sen resmi nikahını belediye de kıydırdın o halde dinsizsin gibi suçlamaları ve sürtüşmeleri getirecektir. Cumhuriyetin laik bir düzenin omurgasını oluşturan resmi nikahın darbe yemesi cumhuriyet ve laik yasalara da ters bir anlayıştır.
Günümüzde çocuk yaştaki evliliklerde zaten dünya da ikinci sırada olan ülkemizde, bu tür evliliklerin oluşumunu önlemek için yasal tedbirlerle birlikte, konuya ilişkin engel oluşturacak eğitimi denetimi yapmak yerine böyle bir düzenlemeye gitmek, kuşku ve endişelere yol açar toplumda kaygı yaratır. Siyasi muktedirlerin dini inançları doğrultusunda yapılan düzenlemeler, Cumhuriyet düzeninin ilke ve değerlerine göre değil, dini yaklaşıma müftü ve imamların dini gerekleri doğrultusunda uygulanacak ve şekillenecektir. Bunun en büyük zararını da kadın ve çocuklar çekeceklerdir.
Türkiye de sosyal hayat dini kurallara göre şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Ayrı mezhep ve dinlerin oluşturduğu toplumumuzda böyle bir çaba toplumsal ayrışmaya yol açacak sonuçlar doğurur. Müftülükler dini makamlardır. Evlendirme memuru gibi işlem yapmalarına ilişkin yetkilendirilmeleri Laik Medeni Kanundan vazgeçişe doğru yol almaktır. Cumhuriyetin temeline vurulan darbedir.