İnsanın özeti ‘ömür’ seli mi?

Dursun Erkılıç

Ulu ozanlardan Fuzuli, muhteşem Su Kasidesi’nin bir beytinde, “Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl / Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su” diyerek; Hazreti Muhammed’in ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak sonsuz bir ömür seline dönüşen sudan bahseder… Bizlerin ömrü ise bizi bitiren, götüren selden başka bir şey değildir…

***

Ömür kıymetlidir. Bu yüzden, “Bir insan ömrünü neye vermeli” diye soracak olursanız, Zülfü Livaneli, o soruyu kendine sorar ve cevabını verir:

Bir insan ömrünü neye vermeli

Harcanıp gidiyor ömür dediğin

Yolda kalan da bir yürüyen de bir

Harcanıp gidiyor ömür dediğin

(...)

Bir insan ömrünü neye vermeli

Para mı onur mu taş dikenli yol

Ağacın köküne inmek mi yoksa

Çırpınıp duruyor yaprak dediğin

SİZ NE DERSENİZ DEYİN…

Ömür öyle bir şey ki, sorgulanamaz! Sorgulasan ne olacak, şu anda bu satırları okurken geçen zamanı geri getirebilir misin? Ömür, böyle zamanların paketlenmiş halidir.

Yaşanırken kıymeti bilinmeyen, 'adres değişikliği' yaklaşırken, 'eyvah' dedirten ömür; karışık, karmaşık bir silsiledir...

Bu güzel hayatta serüven ömür

Kazanç kimine pul kimine umur

Giderken sırtında olsa da samur

Giysi, mekan belli adres de öyle

İNSAN ÖMRÜ YÜZYILLARI BULDU…

Zaman zaman dost sohbetlerinde söylüyorum: Ölümsüzlüğü arayan insanoğlu henüz ona kavuşamadı ama dünyanın belli ülkelerinde yaşayanların ömrü 200 yılı geçti! 1000 yıl yaşayan bile var!

Matematiğim zayıftır, siz hesaplayın...

Türkiye Cumhuriyeti'nin 10. Yıl kutlamalarında "Türkiye'nin ihyası Hazreti Gazi" diye başlayan o meşhur şiiri okumak üzere yola çıkan ve yürüyerek üç ayda Ankara'ya gelen büyük ozan Aşık Veysel, bugün aynı yolculuğu teknolojinin sunduğu ulaşım imkanlarıyla yapsaydı kaç saate gelirdi?

ELEME VE ALEME DALIŞ…

Eleme, aleme dalınmış ömür serüveninde 'yarın' vardır ama bir yere kadar! 'O yer'den sonra zaman ve zemin mefhumu biter...

Eros'un okunu yiyenler çare olmayan son pişmanlıkla debelenirken, Üstat Necip Fazıl Kısakürek gibi 'Çile'ye bulanmışlar, 'o yeri' önceden görmenin, hissetmenin verdiği can havliyle 'kündelerden' kurtulmanın yolunu arar:

Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam,

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepemden birdenbire dam;

Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,

Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.