Bir önceki yazımda 12 başlıkta ayetlere ve 11 başlıkta da hadislere yer vererek, bizzat Allah’ın (cc) emri ve Peygamberimizin (asm) tavsiyeleri ile İslam’ın tamamen sosyal adaletçi ve tamamen ezilenleri ve yoksulları (müstazafları) koruyan bir Din olduğunu açık ve seçik, ayan ve beyan belirtmiştim.
Hatta yazımın başında hafif bir serzenişe de yer vermiştim, “bazı hocalar ve alimler bize anlatmasalar da, çok da üzerinde durmasalar da, şurası ayan beyan bir hakikattir ki, İslam ezilenlerin ve yoksulların (müstazafların) koruyucusu bir Din’dir” diyerek ardından da şu gerçeğe dikkat çekmiştim: “Zaten Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) İslam’ı tebliğde kendisine sahip çıkan ve etrafında yer alan ilk Müslümanların büyük çoğunluğu o yıllarda Mekke ve Medine’nin fakir, ezilmiş ve müstazaf kişileridir.”
Peki bu açık gerçeğe ve bu önemli hakikatlere rağmen, İslam’ın sosyal adaletçi ve hatta Devrimci (kapitalist düzene yüzde yüz karşı ve muhalif devrimci) yapısı neden çok fazla öne çıkarılmaz ve hatta sanki İslam’ı kapitalist ve zenginleri koruyan bir Din gibi gösterirler?
Evet, bu yazıda bu soruyu biraz analiz edelim ve bu konuda değerlendirmelerde bulunalım. Şahsımın kendi Dünya görüşüm olarak görülmesin bu tahlil ve yorumlar. Bu mütalaalarım tamamen tarafsız ve gerçekçidir. (Gerçekçi ve tarafsız olmadığımı iddia edenler varsa lütfen şahsımı ikaz etsinler. İnsanız ve yanılırız.)
1- İslam saltanat ve hanedanlığı hoş görmez. İslam yönetimde meşveret ve şuraya önem veren bir Din’dir. Gel gör ki, İslam’ın doğuşundan (daha doğrusu Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) Medine’de İslam Devleti’nin temellerini attığı günden) bu güne İslam yalnız Nübüvvet ve Nübüvvet Hilafeti (30 yıl) ve İkinci Ömer ismiyle maruf Ömer bin Abdülaziz ve benzerlerinin devri dışında hep saltanat ve hep hanedanlık ile birlikte söz sahibi olmuştur. İslam’ın saltanat ve hanedanlık olmadığı ve doğrudan doğruya istişareye ve meşverete dayandığı Devlet yönetimi en fazla 100 yıldır. Bazı adil hükümdarları (Selçuklu ve Osmanlı’nın bazı adil hükümdarları) da bu süreye katarsak en fazla 200, bilemedin 300 yıl yapar. Yani İslam’ın 1400 yıldır yönetimini düşündüğümüzde, adil dönem olarak niteleyeceğimiz 300 yılı çıkardığımızda, 1100 yılı tamamen saltanat, tamamen hanedanlık olarak görmekteyiz. Saltanat ve hanedanlık yönetimleri, İslam’ın ezilenleri ve yoksulları (müstazafları) koruyan bir Din olması gerçeğini çok da fazla öne çıkarmak istemezler. Hatta bundan rahatsız olurlar. Bu nedenle İslam’ın bu özelliği gizlenmiştir ya da çok da fazla öne çıkarılmamıştır. İslam mülkün Allah’a at olduğunu ve hakça bölüşülmesini emrederken, iktidarda olanlar elbette bu ayetlerin sıkça dile getirilmesinden rahatsız olurlar.
2- İslam’da zenginlik, kudret ve güç öne çıkarılmak adına İslam’ın tamamen sosyal adaletçi ve tamamen ezilenleri ve yoksulları (müstazafları) koruyan bir Din olduğu gerçeği ya iyi niyetle ya da kasten muktedir idareciler, hocalar ve alimler tarafından gizlenmiştir. Müslüman zengin olmalı ve çalışıp da zekat vermeli mantığıyla iyi niyetle İslam’ın zenginliğe önem verdiği algısı oluşturulmuş ve bu arada İslam’ın müstazaf dini olduğu gözlerden uzak tutulmuş olabilir.
3- İslam’ın mülkün şahıslarda olmasına bir itirazı yoktur. İslam zenginliğe karşı değildir. Hatta zenginlik teşvik edilmiştir. Ancak İslam mülkün şahıslarda olmasına itirazı olmamasına karşın mülkün belirli ellerde toplanmasına karşı bir duruşu vardır. Uygulamada bu denge tutturulamamıştır. Terazinin iki kefesinden birisi olan İslam’ın mülkün şahıslarda olmasına itirazı olmaması gerçeği, mülkün belirli ellerde toplanmasına engel olan diğer kefesi arasındaki denge, birincisi lehine bozulmuştur.
4- İslam’da Hazreti Ebu Zer (ra) ve Hazreti Muaviye (ra) şeklinde iki zıt kutup mevcuttur. Hazreti Ebu Zer (ra) ezilenlerin, yoksulların ve bir bütün olarak müstazafların korunması ve haklarının savunması görüşünde olan ve kendisini garip gurebaya vakfetmiş asil bir şahsiyettir. Hazreti Ebu Zer (ra) kapitalizme bütün ruhuyla ve bütün zihniyle karşıydı. Zekat verdikten sonra Müslümanların zenginliklerinde ve mal biriktirmelerinde herhangi bir sorun yoktur görüşü İslam’ın ilk yıllarından beri ağır basmıştır. Ancak bu görüşe Hazreti Ebu Zer (ra) hiç katılmamış ve “Ey iman edenler! Hahamların ve rahiplerin çoğu insanların mallarını haksızlıkla yemekte ve Allah'ın yolundan alıkoymaktadırlar. Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azapla müjdele!” (Tevbe Suresi, 34) ayetini dile getirmiştir. Muaviye ise Hazreti Ebu Zer’in (ra) tam karşısında yer almıştır. Muaviye’nin Şam’da saray yaptırdığını gören Hazreti Ebu Zer “Ey Muaviye! Eğer bu sarayı halkın parasıyla yaptırdıysan ihanettir ve haramdır. Eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır ve yine haramdır” diyerek Muaviye’yi şiddetli bir şekilde tenkit etmiş ve hatta “böyle israfı ancak Firavunlar yapar” diyerek ağır bir şekilde uyarmıştır. Hazreti Ebu Zer (ra) ve Hazreti Muaviye’yi (ra) iki zıt kutup olarak görüp bu iki kutbu bir çizgi şeklinde düşündüğünüzde bu çizgide kalabalıklar daha çok Muaviye yanında yer almış, maalesef, Hazreti Ebu Zer (ra) yalnız kalmıştır. Sözde herkes Hazreti Ali (ra), Hazreti Hüseyin (ra) ve Hazreti Ebu Zer (ra) çizgisindedir, ancak özde çoğu Hazreti Muaviye’nin (ra) yanındadır. Bu da acı bir gerçektir. Bu şekildeki bir gerçek karşısında İslam’ın sosyal adaletçi uygulamaları ve mülkün belirli ellerde toplanmasının önüne geçilmesi nasıl mümkün olacaktır? Olmamıştır da zaten. Bu noktada şunu da hassaten belirteyim. Hazreti Ebu Zer de (ra) bizimdir, Hazreti Muaviye de (ra) bizimdir. Ancak içtihatları (görüşleri) farklıdır.
5-Müslümanlar her ne kadar nefislerini tezkiye etmeleri ve nefislerini her daim tenkit etmeleri gerekirken uygulamada bu böyle olmuyor. Çoğumuz nefsimize uyuyoruz. Nefis de zenginliği ve saltanatı seviyor. Bu durumda elbette İslam’ın ezilenleri koruyan, müstazafları koruyan yapısı gölgede kalıyor. Mesela, israf haramdır ve bu bir ayettir. Peki elimizi vicdanımıza koyup da söyleyelim, evimizdeki eşyaların ve giydiğimiz kıyafetlerin ne kadarı ihtiyaç, ne kadarı bir arzu ve taleptir. Yani şunu söylemek istiyorum. Evimizdeki eşyaların ve giydiğimiz kıyafetlerin ne kadarı gerçek ihtiyacımız, ne kadarı fazladan aldıklarımız? Haydi bir düşünün bunu. İnanın yüzde 50’si gerçek ihtiyaç olsa da, yüzde 50’si sırf talebimiz ve arzumuzdur. Biz arzu ve talep ile ihtiyaç arasındaki farkı dahi bilmiyoruz. Halbuki Hazreti Ebu Zer (ra) “iki gömleği olanlar bizden değildir” diyor.
6-Alimlerimiz ve Hocalarımızdan “İslam ezilenlerin ve yoksulların (müstazafların) koruyucusu bir Din’dir” noktasında çok da fazla bir hassasiyet göremiyoruz. Tamamını elbette tenkit edemem. Ancak bir çok alim ve hocalarımızı bu noktada oldukça lakayt görüyorum.
7-Kapitalist sistem içerisinde İslam’ın birçok gerçek özelliği (israf haramdır, savurganlık yanlıştır, sadelik ve azla yetinmek vb gibi özelliği) gizlendiği ve öne çıkartılmadığı gibi fakirleri koruyucu ve ezilenleri savunuculuğu özelliği de gizlenmiş ve öne çıkartılmamıştır. Çünkü kapitalizm bu özellikleri sevmez ve toplumda yer bulmasını asla istemez. Evet, maalesef, kapitalizm tüm insanları ezdiği ve baskı altında tuttuğu gibi, biz Müslümanları da adeta silindir gibi ezmiştir. Sesimiz o nedenle çıkmıyor.
8- Anladım içtihatta Hazreti Muaviye (ra) tarafında olmayı düşünmek mümkündür. Yani zenginliği, mal biriktirmeyi ve hatta saltanatı hoş görmek mümkündür. Hazreti Muaviye meşrepli olmak ve o cihette içtihatta bulunmak ve “yanılsam da nasıl olsa bir sevap vardır” diye düşünmek mümkündür. “İçtihatta doğru olana, iki yanılana bir sevap vardır” bir İslami kuraldır. Buna inanıyorum. Peki, bir de şöyle düşünelim, “Sevgili Peygamber Efendimizi (asm) neden örnek almıyoruz?” Bu hususta Hazreti Ebu Zer (ra) tamamen Sevgili Peygamber Efendimizi (asm) örnek almıştır. Bu nokta itibariyle ben Hazreti Ebu Zer (ra) meşrebine yakın bir kardeşinizim.
Sözü uzatmaya gerek yok, birileri ve hatta çoğunluk hoş görmese de ve gizlese de “İslam Dini müstazafları, ezilenleri, zayıf ve yoksulları koruyup da gözetleyen bir Din’dir.” Bunu her fırsatta dile getirmek ve öne çıkartmak gerekir.
Son söz olarak: “Kapitalizme red, İslam’a evet” diyorum. Vesselam.