Selçuklu Devletinin kurulmasında önemli rolü olan Horasan valisi Çağrı Bey'in oğlu ve devletin ikinci sultanı olan, Sultan Alparslan, şanlı tarihimizde unutulmaz yeri doldurulmaz liderlerden biridir. Büyük bir kumandan ve adaletli bir idareci olan Alparslan İslâmiyeti harfiyen yaşamaya gayret etmiş ve dinin kazandırdığı güzel ahlakla milletine örnek olmuştur. Düşmanlarını bile affetmesiyle, üstün ahlakını göstermiştir. Şehzadeliği diğer şehzadeler gibi oturarak değil bir akıncı gibi geçirmiştir. Elçi görüşmeleri dışında hiçbir zaman tahtına oturmamıştır. Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya gelişlerini ve mücadelesini yöneten askeri komutan ve hükümdardır. Gerçek adı Muhammed olup, daha çok unvanı olan Alp Arslan adıyla tanınmaktadır.( 20 Ocak 1029 - 15 Aralık 1072) İyi bir tahsil gördü, sayısız zafer kazanarak mertliği ve iyi kumandanlığı ile anıldı. Babasının ölümünden sonra Horasan valisi oldu. Amcası Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063'te öldüğü zaman vasiyeti üzerine Selçuklu tahtına Alparslan’ın ağabeyi Süleyman getirildi, fakat Türk beyleri buna itirazda bulundular ve Alparslan'ı hükümdarlığa getirdiler. İlk seferini Gürcistan ve Doğu Anadolu'ya yaptı. Bu seferde oğlu Melikşah ve veziri Nizamülmülk de bulunuyordu. Bizans'ın elinde bulunan Kars ve Ani bölgesine kadar ilerleyerek buraları ele geçirdi. Bu fethi neticesinde Abbasi Halifesi Kaim bi-Emrillah, Sultan'a "Ebu'-Feth" (Fetihlerin babası) lakabını vermiştir (1064). Alparslan, düşman üzerlerine gelmeden önce düşmanın üzerine gidilmesi yolunu seçti ve namlı kumandanlarını Anadolu'ya akınlara gönderdi. Bunlardan, Gümüş Tekin, Afşin ve Ahmed Şah Anadolu içlerine daldılar ve Bizans ordularını bozguna uğrattılar. Selçuklu Türkleri'nin Anadolu'ya akınları, Bizans Devletini telaşlandırdı. Akıncıların bu gazalarında, Anadolu ahalisine terör ve tahribattan ziyade adaletle muamelesi, zulüm edenleri ortadan kaldırmaları, can, mal, ırz emniyetini sağlamaları, bölge halkının Selçuklu idaresini gönülden tercih etmelerine yol açtı. Bizans'ın ancak meşhur tarihi entrikalarla yüzyıllardan beri Anadolu'da hâkimiyetini koruyabilmesi, zulme varan sıkı tedbirleri, halka kötü muamelesi, yerli ahalinin Türklerin idaresini tercih etmelerini daha da kolaylaştırdı.
Selçuklular; Çin'den, Batı Anadolu dahil bütün Ortadoğu ülkeleri, Akdeniz sahilleri, Kuzeybatı Afrika, Hicaz ve Yemen'den Rusya içlerine kadar yayılan hakimiyetin, muazzam bir kültür ve medeniyetin temsilcisi oldu.
Bizanslılara büyük zaferle dönmeyi vaad eden, Romen Diyojen, 13 Mart 1071’de İstanbul'dan 200 000'den ziyade Frank, Norman, Slav, Gürcü, Abaza, Ermeni den oluşan ordusuyla Uz Türklerinden de ücretli asker alarak Sivas'ta Ermeni Prensleri ile ahalisini, toptan öldürttü. Ermenilerin mallarını askerlerine yağma ettirdi. Sivas'ta, generalleri ile harp meclisi kurdu. Mecliste, Türklerin Anadolu'ya bir daha akın yapmamalarını sağlayacak ve İran'ın içlerine ilerleyecek, Türkleri daha da doğuya sürecek, başşehirleri ile İslam ülkelerini de almaya karar vermişti. Horasan, Rey, Irak-ı Acem ve Arap, Suriye valiliklerini komutanlarına vermeyi, İslam ülkelerindeki camilerin yerine kiliseler açmayı ve bu suretle İslam dinini ortadan kaldırmayı da hedeflemişti.
Bizans ordusunun doğuya hareketini haber alan, Sultanı Alparslan, Mısır Seferinden vazgeçti. Önce doğuya yönelerek, gerekli savaş hazırlıklarını yaptı. Bu arada karakulakları (casus) vasıtalarıyla da Bizanslılara, Türklerin Rey'e çekildiği haberlerini yaydı. Diyarbekir'den kuzeye yöneldi ve Bizans'ın beklemediği bir anda, Malazgirt'in doğusunda ordugâhını kurup savaş hazırlığına başladı. Alparslan, düşmanla dövüşeceğini Bağdat'taki Abbasi, Halife El-Kaim'e (1031-1075) gönderdiği İbnü'l-Mahleban’ı (İbn-i Mühelban), ve değerli komutanlarından Sav Tigin'le bir heyeti Sulh teklifi için Diyojen'e elçi gönderdi.
25 Ağustos 1071 de Diyojen, teklifi şiddetle reddedip, heyet başkanına; Kışlamak için İsfahan'ın mı, yoksa Hemedan'ın mı? daha iyi olduğunu sordu. "Sultanınıza söyleyiniz; kendileriyle sulh müzakerelerini Rey'de yapacağım, ordumu İsfahan'da kışlatıp, Hemedan'da sulayacağım" dedi. Heyet başkanı, Diyojen'e; "Atlarınızın Hemedan'da kışlayacaklarından ben de eminim, fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemiyorum" diyerek, gereken karşılığı verdi. Muharebe öncesi halife, Alparslan ve ordusunun muzaffer olması için, camilerde cuma hutbesinde şu hutbe ve dua okunmuştur:
"Allahım! İslâmın sancaklarını yükselt ve hayatlarını Sana kulluk için esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma! Ya Rabbi! Alp Arslan'ı düşmanlarına karşı muzaffer kıl ve onun askerlerini meleklerin ile kuvvetlendir! Zira O, Senin rızanı kazanmak için varlığını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. O Senin yolunda ve dininin üstünlüğü için nasıl cihat yapıyorsa Sen de onu öylece koru ve düşmanlarını kahret!"
Muharebe gecesi, Alparslan, ayırdığı bir kuvvetle Bizanslıları, atılan ok ve naralar ile bütün gece taciz ederek yorgun ve uykusuz bir hale düşürdü. Selçuklular, Bizanslı safında bulunan Türk asıllı birliklerini, Bizans ordugahından ayrılarak Selçuklu ordusuna katılmalarını temin etti.
Bizans ordusunun amacı, Türkleri imha etmekti. Sultan Alparslan kumandasındaki, Selçuklu ordusu, yarım hilal şeklinde tertibat aldı. Hafif süvari kıtaları, kanatlara yerleştirildi. Ordu merkezi, düşman karşısında birleşmeden yavaş yavaş geri çekilecek ve onu hırpalayacak, at üstünde ok atan süvariler, düşmanın yan ve gerilerine taarruz ederek, Bizans ordusunu dağıtmaya çalışacaklardı. Taarruza katılan düşman süvarisi ezilerek geri atılacaktı. Bu şekilde ilerleyen düşman ordusu, karargâhından kâfi derecede uzaklaştıktan sonra, baskın kıtaları, düşmanın gerilerine taarruz edecek, asıl ordu da, bir ağırlık teşkil ederek, düşmanın kanatlarından birine taarruzla, onu yıktıktan sonra saldırıyı diğer kanada çevirmek suretiyle sonuca gidilecekti.
Selçuklu Sultanı Alparslan, bilgili adamlarının tavsiyesiyle, muharebeyi Cuma günü yapmayı tercih etti. 26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan askerlerin yanına gelen Alparslan, atından inerek secdeye varmış ve Âlemlerin Rabbine şöyle niyazda bulunmuştu:
'Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ey Allahım! Niyetim halistir, bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni kahret!"
Askerlerine dönerek şöyle demiştir: "Burada Allah'tan başka bir sultan yoktur; emir ve kader tamamıyla O'nun elindedir. Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim.
Ey askerlerim! Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun, Zaferi kazanırsak önümüzde çok hayırlı günler olacaktır. Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana dek biz azınlıkta düşman çoğunlukta olmak üzere, böyle bekleyeceğiz. Düşmanı yenersek arzu ettiğimiz netice hâsıl olacaktır. Yoksa şehit olarak Cennete gideceğiz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. Geri dönmek isteyenler serbestçe dönsünler. Onlara hiçbir ceza verilmeyecektir. Bu sebepten benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz." Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Ben de sizlerden biriyim ve sizinle birlikte savaşacağım."
Büyük bir inançla söylenen bu heyecanlı sözlere askerler hep bir ağızdan: -Ey Yüce Sultan! Her zaman senin emrinde ve seninle olacağız, nereye gidersen oraya gideceğiz, diye haykırdılar. Sultanın üzerinde beyaz bir elbise vardı. Düşmana hücum etmeden önce son söz olarak: ‘’Biz burada Allah için savaşacağız siz savaşıp savaşmamakta serbestsiniz isteyen memlekete dönebilir. Dönenlere ceza verilmeyecektir.’’ dedi.
Askerler coşarak hep bir ağızdan; "Asla emrinden ayrılmayacağız" karşılığını verdiler. Sonra hepsi ağlayarak helalleştiler. Sultan, beyazlar giydi. Atının kuyruğunu bağlayıp, eline er silahı olan gürzü alıp, şöyle hitap etti: "Askerlerim! Şehit olursam, bu beyaz elbise, kefenim olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşah'ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak, istikbal bizimdir. "Bismillah!" diyerek en ön safta düşmana doğru at sürmüştür. Bu nutku, hitabet sanatının ve muharebe öncesi psikolojik şartların, bütün inceliklerine sahipti. Askerler coşup, şevke geldi…