Kendisini vatanına ve milletine adayan vatan şairi Mehmet Akif Ersoy'un kaleme aldığı ve bir ulusa 'Korkmamayı' öğreten İstiklal Marşı'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabulünün üzerinden 97 yıl geçti.
Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu safhalarında, bir millî marşa ihtiyacımızın olduğunu fark eden Milli Eğitim Bakanlığı, 1921 yılında bu hususta bir şiir yarışması düzenledi. 724 şiirin yarıştırıldığı bu yarışmaya bide para ödülü kondu. Kazanacak şiire para ödülü konduğu için başlangıçta Mehmet Akif bu yarışmaya katılmadı. Akif’in kaleminin güçlü olduğu bilen o zamanın Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi’nin (TANRIÖVER) ısrarı üzerine, kazansa dahi ödülü kabul etmeyeceğini açıklayarak Mehmet Akif’te bu yarışmaya katıldı.
Mehmet Akif’in 20 Şubat 1921’de yazdığı “Kahraman Ordumuza” başlığını taşıyan şiiri seçimler sonunda oy çoğunluğuyla 12 Mart 1921 günü TBMM’ce İstiklâl Marşı olarak kabul edildi. Millî Eğitim Bakanlığı’nın kararıyla Ali Rıfat ÇAĞATAY (1867–1935) marşı bestelemesiyle marş okullara duyuruldu. 1924’ten 1930’a kadar marş bu beste ile çalındı. Daha sonra bu bestenin yerini Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün 1922’de hazırladığı beste aldı. Bugün halen o besteyi kullanıyoruz.
Mehmet Akif Ersoy, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, hakka, yurduna ve dinine bağlılığını dizelere dökmüştür. Şiirin bütünü, dörtlükler halinde yazılmış kırk bir dizedir. işte Marşın 10 kıtası;
İSTİKLAL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl
Allah, bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın. Selam ve duâ ile...