Kadın olmak

Dilek Özder

Dünya Kadınlar Günü ya da Dünya Emekçi Kadınlar Günü, her yıl 8 Mart'ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış tüm dünyada çeşitli etkinlikler eşliğinde kutlanan ve kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduğunu niteleyen özel bir gündür…

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır. Türkiye'de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın ve yığınsal olarak kutlanmaya devam etmektedir.

Bu anlatımlara bakınca bir kadın olarak bir kez daha anlıyorum ki biz erkeklerle aynı şartlara ve imkanlara sahip değiliz ki böyle bir gün bahşedilmiş bizlere erkekler günü diye bir şey var mı? Varda yoksa ben mi? Bilmiyorum...

Daha doğarken kadın olduğumuz İçin 1-0 Mağlup başlıyoruz hayata.

Öne geçebilmek için hep daha fazla çalışmalı, daha fazla emek harcamalı, daha fazla fedakarlık, daha fazla ödünler ve daha fazla tavizler vermeliyiz ne ACI.

Çalışmanın erkeği kadını olur mu? Kişilerin ilgi, yetenek kabiliyet beceri donanım ve yaptıklarına başarabildiklerine bakıp ta seçim yapılması gerekmez mi? Hakkı olana o hakkı vermek değil midir? Doğru olan. Ya Liyakat nerede?

Kadın olmak hayatınızın her alanında var olabilmek için mücadele etmek zorunda kalmak mıdır? Hayatınızın her anında ''Ben de varım!'' diye haykırmak, didinmek çırpınmak mı? Olmalıdır her zaman.

Kadın olarak bende varım diye kendini göstermeye çalışırken çoğu zaman birileri tarafından sesinin kısılması, başarılarının görmezden gelinmesi açık aranması, öteki olmaya zorlanmaktır kadın olmak. Kısacası zordur kadın olmak.

“Nefes alıyorsak umut var demektir,” derler ya, kadınsan ve tüm kötülüklere rağmen hala nefes alabiliyorsan umut var denektir o zaman.

Çok başarılı olduğunu çok iyi yerlerde olman gerektiğini herkes bilirde engel olmak, harcamak İçin elinden geleni yapanlar çok olur kadın olduğun için. “Elinin hamuruyla erkek işine karışma” misali hep karşımıza dikilen.

Birde “Güçlü Kadın” diye bir şey var bu en başta kulağa hoş geliyor. Güçlüyüm ben demekte insana gurur veriyor. Oysa güçlü olmak bize bir şey kazandırmak yerine yeni yükler, yeni sorumluluklar yeni çabalamalar getiriyor bu sefer erkeklerle olan ayrımın yanına birde hemcinslerinle olan ayrım ekleniyor bazı kadınlara o yapamaz diye daha az sorumluluk atfedilirken sen güçlüsün başarırsın diye daha fazla sorumluluk yükleniyor...

Birde yalnız başına çocuklarına hem anne hem baba olup üstüne mesleğinde de en iyiyi başarabiliyorsan eğer daha bir korkulan daha bir Yok edilmesi gereken oluveriyorsun bazıları tarafından. Hem ev hanımı, hem de iş kadını olarak zaten sırtındaki yük hat safhada iken birde üstüne ayakta kalabilme savaşı içinde kalıverirsin de yükünü hafifletenler yerine üstüne yük ekleyenler çıkar hep karşına.

Sonra kadın olarak yaşadığın tüm bu savaşların, çırpınışların başarma çabalarının sonucu birde başaramamışsan eğer bunun nedenini bilim uzmanları çıkıp “Cam Tavan Sendromu” deyip birde suçlu gibi sana yükleyiverirler de inanamaz gözlerle bakıp kala kalırsın.

Nedir bu “Cam Tavan Sendromu” peki? Çalışma hayatı olan kadınların belirli bir seviyeye ulaştıktan sonra yükselmelerini engelleyen etkenlerin tamamına cam tavan sendromu denilmektedir. Genellikle kadınların yaşadığı bir sendrom olarak adlandırılır… Cam tavan aslında görünmez bir engeli tanımlamaktadır. Şöyleki; Bir yönetici belirli bir mevkiye kadar yükseliyor, sonra bilinmeyen sebeplerden dolayı beklediği, arzu ettiği terfiyi bir türlü alamıyor.

Yapılan bazı araştırmalara göre pireler cam bir fanusa konulmaktadır. Fanusun metal olan zemini ısıtılır. Pireler zıplamaya başlar ama başlarını cam tavana çarparak düşerler. Pirelerin hepsi cam tavana kadar zıplamaya başlar. Bir süre sonra cam tavan kaldırılır fakat pirelerin hiç biri cam tavanın seviyesinden fazla zıplamaz. Cam tavan engeli kalkmıştır ama onlar bunun farkında değildir. Dış engel kalkmış olsa da iç engel varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Yapabileceğin, yapabileceğini düşündüğün kadardır.

Yapılan bu araştırma cam tavan sendromuna en iyi örnek olarak tüm dünyada anlatılmaktadır. Bu araştırma kişilerin hayatlarında kendilerine koydukları kısıtlamaları anlatmaktadır. Kişiler önüne sınırlar koyar. Bu nedenle hayatlarını gerektiği gibi yaşayamaz ve istedikleri yere gelemez. Yapamayacakları şeylerin yapacaklarından fazla olduğunu düşünürler. İnsanların önüne sınır koymaları öğrenilmiş çaresizlik olarak ifade edilir.

Toplumda genellikle pozitif eğitim yerine negatif eğitim ön plandadır. Genellikle olumlu konuşmaların yerine olumsuz konuşmalar vardır. Çevrede insanlar devamlı olumlu değil, yapamazsın, başaramazsın, edemezsin, olamazsın, mümkün değil gibi olumsuz düşüncelerini ifade eder. İnsanlar olumsuz düşünceler nedeniyle çaresizliği öğrenmektedirler. Bu nedenle insanlar cam tavanları hayatlarından çıkarmalıdır. 

Oysa bu anlatılanların hiç biri hayatında olmasa, cam tavan sendromu yaşamıyor olsan, özgüven sahibi yaptığın başarılı çalışmaların farkında da olsan ve üstüne herhangi bir kaygı içinde olmasan da senin donanımını bilen çevrendeki insanlar arkanda durup seni önerecekleri zaman önerdikleri kişilere karşı yanlış anlaşılırım korkusuyla sana rahatça “ah sen bir erkek olsaydın” diyebiliyorsa eğer buradan bile kadın olmanın ne kadar da zor olduğu anlaşılmalıdır.

Yani öğrenilmiş çaresizlik kadınlar İçin yaşamdaki öğrenilmiş ve asla inkar edilemez bir gerçekliktir.

Son olarak, herkesin çok iyi bildiği ve farkında olduğu bir gerçek var ki o da biz kadınların yaptığımız ı iş ne olursa olsun, o işi en iyi şekilde layıkıyla yaptığımız ve başarıdan başarıya koşan İNSANLAR olduğumuzdur.

Daha nice 8 MARTLARA...