Kadınsa adın vay haline!

Selami Mutlu

Türkiye de her yıl eşleri, nişanlıları, sevgilileri tarafından öldürülen kadın sayısı 400’ü aşmış durumda. Son yıllarda ki artış oranı %25. Ya benimsin ya da toprağın diyerek öldüren öldürene. Bunun ana nedeni sistemin geliştirdiği Türk erkek modeli yapısı mıdır? Yoksa sosyal-kültürel-ekonomik-geleneksel ve dinsel baskıların oluşturduğu bir davranış halimidir?  Bana göre hepsinin bu oluşumlarda katkısı var. Topluma rol model oluşturan TV dizilerine ve yine görsel medya da yer alan filmlere bir bakın ellerinden silah düşmeyen, kadına devamlı haykırırcasına konuşan, adeta tehdit edercesine davranan sahnelerle dolu. Şiddet ekip şiddet biçiyoruz.

Tabiidir ki burada sadece medya değil diğer etkenlerde var. Bunlardan biri de siyasetin söz ve ifadeleriyle davranış biçimleridir. Yüz mimikleri ve sözleriyle şiddet ve hakaret ifade eder durumdalar. Kullandıkları dil insanı kamçılayan şiddete yönelten bir dil. Haksızlığa uğrayarak sorununu Adalet dünyasında çözemeyenler de işin başa düştüğünü düşünüp kendi çözümlerini üretiyorlar. Orman kanununa yönelir gibi. Sevdalılar kız isteme safhasına gelince ebeveynlerinden olur almadıklarında  “Ya benimsin ya da toprağın” diyerek silaha sarılıyorlar.

Eğitim deseniz içler acısı. İstediğin eğitimi alsan bile aile baskısına, toplumun değer yargılarına, sosyal ve çevre baskısına, örf ve adetlerine yenik düşüyor ve silaha sarılıyor insanlarımız. İçinde bulunduğumuz sistemin yarattığı Türk erkek modelinin kadına bakış açısı sanki “Kadın erkeğin malıdır, erkek ne derse kadın da ona uyar” anlayışı hakimdir. İşin içine din faktörü girdiğinde de kadın erkeğin üç adım ardından yürür. Üç kez “Boş ol” dediğinde de kadını boşamış sayılır. Kadının toplumda ki yeri eskilerden kalan bir anlayış içerisinde yürütülmeye zorlanmaktadır. Oysa Cumhuriyetle birlikte kadının toplumda ki yeri değişmiş daha uygar konuma dönüştürülmüştür. Toplum bu ikilem içerisinde çabalamaktadır.

Erkek atalarından kadını evin kölesi olarak gördüğünden, evin her hizmetini de ondan bekler. Dini kendine maske yapanlar kadının yerinin evi olduğunu ifade edip kadını eve hapsetmişlerdir. Kadının kahkaha atmasını kendi sözlerinin dışına çıkmasını hoş karşılamazlar. Baskılar sonucu yaratılan ortamda kadın kendini erkeğin himayesine sığınmakta görür. Oysa Cumhuriyetle birlikte kadın hem tüzel hem de özel kişi olarak toplumda ki yerini almıştır. Kadın hayatın bir parçası temel direğidir. Çalışan, üreten, doğuran geleceğe hazırlayan biridir. Sevgilidir, annedir, sosyal hayatın temelidir.

Kadını erkek kendi malı gibi gördüğünden, kadının erkeğini boşamaya kalkmasını ya  da ayrılmasını kabullenemez. Türk erkek modelinde bu türden beyinsel yapılanmalar onu tahrik eder kadını öldürmeye kadar götürür. Bu tür yapılanmaların yolu erkeği toplumsal baskılardan uzaklaştırarak eğitim yoluyla disipline etmektir. İşsizliğin doruk noktasına ulaştığı ekonomisinin zora girdiği siyasi çığlıkların atıldığı bir ortamda huzur olmadığı gibi şiddet oranı da artış gösterir. Kadının da sosyal hayatta yer alması da zorlaşır. Kadını sosyal hayattan dışlayan toplumların sonu hüsrandır. Dünyayı yaşanır ve güzel yapan kadındır.

Kadın cinayetleri ancak bizim gibi kadını sosyal hayattan dışlayan, din baskısı ile susturup sadece cinsel obje olarak gören, erkeğe biat eder duruma getirmiş, sosyal yapısı çarpık, ekonomisi Adaleti sükut etmiş toplumlarda daha yoğun olarak görülür. Toplumda ki şiddeti önlemek ya da en aza indirgemek istiyorsak medya da ki dizi adı altında yayınlarda sergilenen şiddeti en aza indirgemeliyiz. Türkiye AB’ ye üyelik sürecinde ki ülkeler arasında cinayet oranlarında en yüksek üçüncü ülkedir. Şiddete yönelik öldürme olaylarında yeniden suç ve ceza düzenlemesi yapılarak ceza olayları artırılmalıdır. AB ülkeleri ile kıyaslama yapıldığında açık ara öndeyiz. Sistemin yarattığı Türk erkek beyinsel yapısı çocukluk çağlarından başlayarak aile-sosyal çevre-dinsel ve geleneksel dürtülerle ve zorlamalardan oluşuyor.

Bu oluşumun kaynaklarına inerek yeni uygar ülkeler düzeyinde düzenlemeler yapılmalıdır. Türk toplumunun geçmiş yapısında kadını erkekle eşit gören bir değer yapısı vardı. Bu değerlerin bozumu ne zaman ki Arap toplumlarına yakınlık duyup, onlarla yatıp kalkmaya başladığımız zamanlarda ve bunu yürüten siyasi İslam özlemcilerinin yarattığı ortamda varlık bulmuşlardır. Bura da ülke siyasetine yön verenlerin Arap toplumundan uzak durmaları zorunluluk göstermektedir. Ne Arap’ın yüzü ne de Şam’ın şekeri Türk toplumunun değerleriyle uyum sağlayamaz. Bu zorunluluk Türklerin Arap ülkelerinde ki değer yargılarına yaşam biçimine yakınlık göstermesiyle değil, Arapların bizde ki çağdaş ve batı değerlerine yaklaşmasıyla sağlanabilir.

Ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK batı değerlerini Türkler için hedef göstermiştir. Arap ülkelerini değil…