Unutulanlar veya unutulmak istenenlerin yeri kalplerdeki mezarlık mı desem emanet deposu mu desem acaba? Çünkü kalplere gömülenler genellikle ölmediği halde öldü kabul edilenlerdir. Yani bir daha hatırlanmak istenmeyenler, hatırlamayanlar, unutturanlar “seni kalbime gömdüm” ifadesiyle izah edilirler. Bu kalbe gömmeyi daha çok beklemediğimiz bir davranışına muhatap olduklarımız için söyleriz.”O kadar çok sevmesine rağmen gördüğü bir yanlıştan dolayı onu affedemeyenlerin yeri kalplerdeki mezarlardır”. Bu sebeple o yaşasa da ben onu artık kalbime gömdüm. O artık “yaşayan bir ölü demektir” diye şarkılarda hep bu tem işlenir. Hüzünlü şarkıların ortak noktası karşılık bulamayan sevgi veya verdiği emeğe layık olamayanlar için söylenen sözlerdir.
Ayrıca çok sevdiklerimizi de “hiç ölmemiş, asla unutulmayacaktır” manasına gelecek şekilde kalbimize gömeriz. O kalpteki mezarda değil bir köşede hala canlı hala özlenen bir varlık olarak kalır. Gerçekte yoktur ama. Gerçek manada ölmüşse de ona duyulan sevgi onun yaşamasına sebep olur. Birisi yaşarken ölür diğeri ölmüş olsa da yaşar. Ölümsüzleştirdiğimiz bu insanların bitmeyen sevgisi ile yaşarken öldürüp,”hiç kıymeti-i harbiyesi yok” anlamına gelecek şekilde kalbimize gömdüklerimiz de elbette vardır.Gönül defterinden silinenlerin de artık olmadıkları kesindir.Lakin defterden silinenler yaşasalar da “yaşayan ölüler” mertebesindedirler. Zaman zaman karşılaşsak bile “onu defterden sildim, o yok artık” diyerek değersizleştiririz.
Kalpleri mezarlık haline getirip soğuk, sevimsiz ve itici bir mekan olması yerine “ gönülleri gül bahçesi yapmak” daha güzel değil mi? ”Gönülleri Gül Bahçesi Yapmak” adında bir makale ve denemelerden oluşan kitabım da var. Sevgiyle, hasretle yaşayan ve yaşatılan bir yer güzel olmaz mı? “Ben dostumun sevdiklerini severim” ne güzel ölçü. Ama “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” ne kötü bir ölçü! Düşmanlıklardan dostluk çıkmaz.Çıksa çıksa kıskançlık aldatıcılık ve riyakarlık çıkar. Dostunun dostuyla dost olmak varken düşmanın düşmanıyla dostluk ne kadar verimli ve sahici olur acaba?
Mezarlar ve müzeler isimli bir makale yazmıştım beş yıl önce. Geçenlerde “kalbimdeki mezar” isimli bir yazı okudum. Mezarlar,eski insan müzeleridir adeta. Orada yatan hakkında ayrıntılı bilgi olmasa da en azından mezarın taşından bazı küçük bilgiler olsa da o adamın dünyadaki sosyal ve iktisadi durumu hakkında bilgi sahibi oluruz. Çünkü orada nice alimler, nice sanat erbabı, nice kahramanlar, nice krallar, nice güzeller güzeli olanlar yatmaktadır. Hayattayken övündüğü, herkesin hayran olduğu o özelliği gitmiş şimdi tam zıddı olan insanlarla aynı yeri, aynı şartlarda paylaşmaktadırlar. Bir zaman kapısına varmadığınız kırk bekçiden geçtiğiniz hatta randevu alamadığınız adamlar şimdi serbestçe ziyaret edilen varlıklar konumundadırlar. Nice insanın canına kıyan zalimler artık ayaklar altındadır. Dünyada birbiri ile her daim hırlaşanlar orada yan yana yatmalarına rağmen sessizce yatmaktadırlar. Demek ağacın toprak altındaki kökleri sessiz ve rahatça yatarlarken, toprak üstündeki dalları hafifi bir rüzgar estiğinde dahi ses çıkarıp gürültü yapıp birbiriyle kavgalar edip kırılıp yok olmaktadırlar.Köklerin bunca sukuneti bize bir ders vermelidir.Yoksa ancak toprak mı zapt edebiliyor bunca hengameyi, bu kadar ayarsızlığı ve azgınlığı. Madem öyle rahat sessiz ve yan yana yatabiliyordunuz da bunca kavga neye?
Mezarlık ziyaretleri hep ibret almak ders çıkarmak, dünyaya fazla bağlanmamak ve bir gün sonunun böyle olacağını düşünerek olumsuzluklara yönelmemek yaşayana bir fren anlamına gelir. Elbette ibret alacak bir aklı ve olanları yaşananları görecek kadar basiret ve feraset sahibi olanlar içindir bunlar. Bu insanlar mezarlıklardan geçerken ibret alıp ürperirken, orayı bir başka nazarla süzen adamın hali içler acısıdır. Çünkü korkar ürker. Daha bir gün önce sarmaş dolaş olduğu “canım” dediği birini bir gün sonra mezardayken hayal ederken korkar, dehşete düşer.”Ölümün yüzü soğuktur” derler. Bir aşık sazıyla söylerken” ne iyi ettin gardaş öldün kurtuldun” diye ağıtlar yakıyordu. İyi ettiyse neden kimse ölmek istemez acaba? Yaşanılan olumsuzluklara bir tepkidir bu söyleyiş ama öylesi bile acıtıcıdır. Bunu farklı bahanelerle izah etseler de esas sebep ölümün korkutuculuğudur.Çünkü oraya gidip de gelen yoktur.Oradan haber veren de yoktur. Bir bilinmeze bir meçhule kalkar oradan bu gemi. Lakin oraya gidenler şayet tanıdıklarıysa dünyadaki ahvalini de hatırlayarak yorum yaparlar, akıllarına gelen bilgileri süzgeçten geçirirler.Ben şayet dünya hengamesinden zaman bulup fırsat bulup da ziyaret etmişsem ne ala,ziayret edememişsem gazetelerdeki ölü ilanlarına bakarım devamlı.Bir tanıdık çıkar mı diye?Ya o ilan verenlerin ifadeleri bazen o kadar rahatsız edicidir ki”adamı ölünce de rahat bırakmıyorlar”derim.
Müzeler ise insanların emeği ile ortaya çıkan, eski medeniyetin kalıntılarını barındırır. Buraya bilgi sahibi olunmadan, bilgi sahibi biri olmadan girilmez. Çünkü anlam çıkaramazsınız. Nelerin yaşandığını bilemezsiniz. Çünkü çok eskidir. Değeri o zaman hakkında bilgi vermesindendir. Müzeler, içinde barındırdıkları tarihi kalıntılardan çok o müzeyi kuran adamın durumunu arzeder bakan gözlere. Sonra içeriye girdiğinizde ise orada var olan eserlerin tarihi oluşu, eski oluşu, eşinin ve benzerinin az oluşu gibi sebeplerle değer kazanır ziyaretçi çeker. Mezarların ziyaretçileri ya yakınları veya sevenleridir. Oysa müzelere meraklılarından başkası gitmez. Çünkü artık akrabası veya mensubu kalmayan müzeliklerin ziyaretçisi de o nispette azdır.
Köyümüze yapılan barajdan sonra ırmak kurudu. Kışın ve sonbaharda geçit vermeyen ırmakta yazın balık tutardık kalburlarla. İçinde yılandan balığa, kurbağadan kaplumbağaya her türlü varlık vardı. Su çekildi suda hayat bulanların hayatı son buldu. Suyun yatağı hayvanların otlak yeri oldu. Oysa o ırmaktan ne seller gelir, nice sular azgın akar, canlar yakardı. Merakla seyrederdik selin yollar yıkışını, yatağından dışarıya taşıp akışını.”İçi boş bir mezara dönmüştün sen ey zapt edilmez ırmak” derdim. Demek dünyada zapt edilemeyen bir varlık yok. Başına bir plan, bir bela gelince her şey her varlık zapt edilebilinir hale geliyor.İçindeki varlıklarla beraber yaşamaya devam etseydi ırmak, mezardaki gibi içindeki insan cesedinin çürüdüğü gibi yok olmasaydı. O eski güzelliğinden bir eser kalmayan ören yerleri misali otlaklar halinde olmasaydı.
Kalbinizi mezarlarla doldurmayınız. Mezarlık haline asla getirmeyiniz. Yaşayanlara sevilenlere yer kalsın. Sevdiklerimize gül bahçeleri bırakalım ki güzellikler o güzel ortamda hayat bulsunlar. Ama ne mezarı ne müzeyi ne de mezarlık olmuş kalpleri de asla unutmayalım.
Sevelim sevilelim kam alalım dünyadan
Mai tensim içelim çeşme-i nev peydadan