Tarihlerden beri toplumlarda şöyle bir gerçek, şöyle bir ayrım hep mevcut olmuştur. “Zenginler, mal varlıkları çok olanlar, makam ve mevkii yüksek olanlar, kılık ve kıyafeti cafcaflı olanlar” ile “garibanlar, fakirler, kılık kıyafeti basit olanlar, makam ve mevkii olmayan sade vatandaşlar” iki zıt kutba ayrılmıştır. Tabi her dönemde ilgi ve yöneliş hep cafcaflı kıyafetleri olanlara, yüksek makam ve mevki sahibi olanlara doğru olmuştur. Garibanlar, sade vatandaşlar, yoksullar her daim bir kenarda bekletilip de orada öylece tutulmuştur. Toplumda ilgi genelde hep varlıklı kişilere ve makam ve mevkii yüksek kişilere doğru olmuştur.
Ancak bazı zatlar ve bazı kişiler vardır ki, çok az da olsa bu kişiler herkes gibi gösterişe ve kalıplara değil, kalplere bakmıştır. Bu kişilerden örnek gördüğüm Elazığlı Müftü Ahmet Karaosmanoğlu’nu bu yazıda sizlere tanıtacağım. (Tevafuk oldu, bu yazıyı Elazığ’da yazdım. Önceden hiç tasarlamadığım ve birden bire aklıma geldiği üzere bu hususta yazı yazmak Elazığ’da vuku buldu. Bunda da hikmet var)
Evet, toplum gösterişe ve zenginliğe, makam ve mevkie önem veriyor. Nasreddin Hoca’nın “ye kürküm ye” diye biten fıkrasını bilirsiniz. Pirim Nasreddin Hoca her fıkrasında hakikate ait muhteşem ders verdiği gibi “ye kürküm ye” fıkrasında da mesaj vermektedir. Aynı yere kılık ve kıyafeti gösterişsiz ve hatta hırpani bir vaziyette gelen Nasreddin Hoca, kapıdan kovulur. Bir müddet sonra aynı yere, yani ziyafetin verildiği yere, bir gösterişli kürk giyerek gelen Nasreddin Hoca kapıda izzet ve ikramla, saygıyla karşılanır. Bunun üzerine Hocamız sofraya oturduğunda kaşığı uzatmaz, kürkünün ucunu uzatarak “ye kürküm ye” diyerek hakikatli bir mesaj verir. (Birçok yerde söylediğim ve her daim düşündüğüm bir husustur ki Nasreddin Hoca fıkraları gülmek için değil düşünmek içindir. Nasreddin Hoca da bir Evliya'dır. Keramet sahibi muhteşem bir kişidir. Allah ahirette komşu eylesin) Evliyaullah (Allah Dostu) Nasreddin Hoca bizlere çağlar ötesinden ışık tutmaktadır. İnsanların dış görünüşe ne kadar da itibar ettiğini ve şekle, mazrufa önem veren insanoğlunun bu özelliği ile ne kadar da aldandığını, Nasreddin Hoca çağlar ötesinden beyan etmektedir.
Bazı insanların kılık kıyafetine çok önem vermesi, bazı insanların ise bu hususta hiç de ilgili olmaması ve sadelikten hoşlanması hep dikkatimi çekmiştir.
Ta eski medeniyetlerden beri, ta eski Filozoflardan beri tartışılan bir husustur şu soruların cevapları. Şekil mi önemli, öz mü önemli? Zarf mı önemli, mazruf
mu? Kalp mı önemli, kalıp mı? Hemen söyleyeyim. Şekil değil öz önemli. Zarf değil,
zarfın içindeki önemli. Kalıp değil kalp önemlidir. Gel gör ki, şekle takılan, zarfa bakan, kalıba hayran olanlar, öze, mazrufa ve kalbe hiç bakmazlar. İşte onlar
yanılanlardır. Evet, bazı insanlar kılık kıyafetine çok da önem vermezler.
Sebebi farklıdır. Ruhunun yücelmesini, gönlünün
zirvelerde olmasını isteyenler şekle çok da ehemmiyet
vermezler. Çünkü şekil ve dış görünüş insanı esasta mutlu
etmez. Mutlu ettiğini sanırsınız da elbise şıklığı, kıyafet
güzelliği bir yerden sonra anlamına yitirir. Zaten eskiyip
de gider. En sonunda çöpe atılır. Ya da eskiciye
satılır.
Ruhundan çok bedenine düşkün olan zavallılar geçici, fani vücutlarıyla oyalanıp dururlar. Bu tipler öldükten sonra çok geçmeden unutulup giderler.
Halbuki ruhun güzelliği ebedidir. Asırlar geçse de asla eskimiz
ve asla değerinden hiçbir şey yitirmez. Ruhunun güzelliği ile ilgilenip güzel ruhunun özelliklerini yansıtanlar aradan asırlar geçse de asla unutulmazlar. Allah bu özellikteki kullarını asla unutturmaz. Peygamberler niye unutulmuyor? Çünkü ruhlarının güzelliğini yansıtıp da gittiler. Filozoflar, Alimler, Mü’min Şairler niye unutulmuyor? Çünkü ruhlarının gereğini yapıp iz bırakıp da gittiler.
“Allah Teâlâ sizin yüzlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr 34) Evet, Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) bu Hadis-i Şerif’i bize ölçüyü bildirmektedir. Allah (cc) kalplere nazar eder.
Meşhur bir sözdür. Bu söz sanırım Hazreti Mevlana’ya aittir: “Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik nice viraneler var.” Hazreti Mevlana’nın bu sözündeki hikmeti çok kişi bilmez ve tefekkür dahi etmez bu sözde saklı olan hususu. Halbuki bunu bir tefekkür etse idi nice nice haller kendisinde zuhur ederdi.
Bir kişiden bir söz duymuştum. Duyduğumda çok üzülüp “sanırım espri olarak, şaka sadedinde bu sözü söyledin” diyerek o kişiyi uyarmıştım. O kişi bir sohbet sırasında “fakir kişi, gereksiz kişi” demişti. Çok acayip bir söz. Bu sözü şaka değil de mazallah gerçek olarak söylüyorsa, söyleyeni manevi açıdan uçuruma götürecek bir söz bu. Vebali olan ve insanı günaha sokan bir söz bu.
Böyle bir sözü söyleyen ve “fakirleri gereksiz gören, yani fakir ve gariban insanları hor gören herkes” hızlı ve acil bir şekilde tövbe ile istiğfar etmelidir. Bununla dahi yetinmemelidir. Gidip de bir gariban, fakir birini bulup düşüncesinin yanlışlığını izhar ederek onunla dostluk ve samimiyet kurmalıdır.
Eskiden olurdu. Şimdi çok görmüyoruz. Zengin ve varlıklı insanların yanında, makam mevki sahibi bir zatın yanında yoksul, fakir, gariban insanlar bulunur, iki iyi dost olarak sohbet ve muhabbet üzere sosyal hayatta birlikte hareket ederlerdi. Yazımın başında ismini verdiğim Elazığ Harput Eşrafından olup da Pazarcık İlçemizde görev yapmış Müftü Ahmet Karaosmanoğlu Hocamızı bu özellikleri ve bu hassasiyetlere sahip olduğunu bizzat müşahede ettiğim için bu yazıda hatırlatmak ve sizlere tanıtmak istedim. Kendisini bu yazı vesilesiyle de rahmet ve minnetle anmak istiyorum.
Babam fakir, yoksul ve gariban bir marangoz olarak Pazarcık İlçesinde tanınan ve bilinen bir şahsiyettir. Müftü Ahmet Karaosmanoğlu Hoca Pazarcık İlçemize görevli olarak atandığında sorup araştırarak Babamı öğreniyor ve kendisi ile bir dostluk kuruyor. Yıl 1980’li yılların hemen başı.
O yıllarda benim yaşım 14 ya da 15 . Tabi o günlerde gençliğimizin başlarındaydık. Babam ve “Müftü Efendi” diye hitap ettiğimiz ve Ailemizde hepimizin saygı duyduğu Ahmet Karaosmanoğlu Hocamız sanki ailemizden biri gibi olmasını ve soframızda oturup bizimle kuru ekmek soğan ne olursa olsun iştirak ederek bizlerle hemhal olmasını garipsemiyor ve normal bir durum sanıyorduk. Evet, çocukluk ve gençlik yıllarımızın hemen ilk başında, o yıllarda biz Müftü Efendi’yi sık sık bizim iki odalı derme-çatma fakir hanemizde görünce, bu durumu garipsemiyor ve normal sanıyorduk. Şimdi bu günden yani 2022 yılından 1980 yılına, 42 yıl öncesine baktığımızda İlçenin protokolünde olan bir zatın, bir ilçedeki bir fakir marangoz ile samimiyet üzere bir dostluk kurması çok rastlanan bir durum olmasa gerek. Hatta Müftü Efendi Babama “Külhani” diye hitap ederdi. Yani halk arasında söylenen lakabını duymuş ve o lakabı sevmişti. Babama Külhani diye hitap etmesi de dostluk ve samimiyet nişanesi idi.
Sözü uzatmayayım. Şimdiki makam ve mevki sahipleri gittiği yerde, görevli bulunduğu ilçede ya da şehirde güçlü ve varlıklı kişileri bulup onlara odaklanırlarken Müftü Efendi, Babam gibi zayıf ve yoksul bir kişi bulup onunla dostluk kurmuştu. Bizler fakir gariban bir ailede öğrenci olduğumuz için bizlere harçlık verirdi. Hatta Üniversiteyi kazandığım günlerde de bana Ankara’ya giderken harçlık verdiğini hatırlarım. O yıllarda yani çocukluk ve gençlik yıllarında, bir Müftü Efendi’nin gariban bir ailenin okul okuyan öğrencilerine yardım etmesinin ne kadar önemli olduğunu o yıllarda bunu çok anlamamış olsam da, 42 yıl sonra bunun çok mühim bir davranış olduğunu müşahede ediyorum. Allah, O’ndan razı olsun, yattığı yer Nur olsun Elazığlı Müftü Efendi kalıplara değil kalplere bakmıştı.
Evet sizi bundan 40-42 yıl öncesine götürdüm.
O yıllardan bugünlere gelelim şimdi.
Günümüzde manzara hiç hoş değil. Zengin zengin ile dost, makam ve mevki sahipleri makam ve mevki sahipleri ile dost. Tabi bu tür dostluklar da hasbi değil hesabi. Her şey menfaat üzere cereyan ediyor. Allah rızası için kurulan dostluklar neredeyse yok denecek kadar azaldı. Maalesef durum bu. Çağımız para, mal, mülk ve gösteriş çağı. Çağımız çukurların zirve, zirvelerin çukur gösterildiği bir çağdır.
İşte bu çağda Elazığlı Müftü Efendi Ahmet Karaosmanoğlu gibi zatları daha çok arıyoruz.
Evet, yazımın sonunda şu gerçeği bir kez daha haykırıyorum: “Allah ve Allah Dostları kalplere, menfaatçi kullar kalıplara bakar.” Biz Allah Dostu olmaya bakalım ve kalplere nazar ederek, kalıpları, dış görünüşleri boş görelim. Tüm insanları, insan oldukları için sevelim. Vesselam.