Uğur Dündar, okulların kalorifer dairelerinde namaz kılan yobaz (!) öğrencilerin haberlerinin artık prim yapmadığını anlayınca başka programlara soyundu. Zihindaşı Mine Kırıkkanat’la yaptığı program tam bir fiyasko. Duyduğum hiddeti bir köşe yazısında kullanılabilecek legalliğe getirmem sizi şaşırtmasın, malum yargı yolu…
Gelelim zatı şahanelerinin ağzından çıkan ve fosseptik çukurunu andıran sözlerine! “Efendim bizim dinimizi yaşamamızı engellediler. Camilerimizi ahıra çevirdiler, dua bile gizli gizli ediyorduk. Çocuklarımızı türbanlı diye okula almadılar, Amerikalara göndermek zorunda kaldık. Zaten enişte, damat ve oğul da Amerika’ya türbanlı oldukları için gittiler.” Milletle arasında hiçbir zaman bağ olmayan bu mahlukat, ağzını eğe eğe güya inançlıları taklit ediyor ve sonra kendi kokuşmuş zihniyetini savunuyor. “Dinlerini yaşatmamışız camileri kapatmışlar bazı camileri ahır yapmışız. Çocukların okumalarına izin vermemişiz böylece milyarlar harcayıp Harward’a göndermişler.”
Dahası var elbet ama biz önce burayı bir konuşalım. Sadece camiler mi ahıra çevrildi yani, ya ahırlara saklanmak zorunda kalan Kur’an-ı Kerimler? Zoraki Türkçeleştirilerek ucubeye çevrilen ezanların okunduğu camiler cemaat barındıramadı zaten, ağzından salyalar saçarak hakaret edenlerin bağlanabileceği ahırlar oldu evet. Hani duayı gizli yapmak zorunda kalıyormuşuz, zinhar yalan. Ağarmış saçına, bükülmüş beline bakmadan Süleyman Hilmi Tunahan tren kompartımanlarında gizli gizli Kur’an okumayı öğretirken bir fantezi peşindeydi zaten.
Eskiyi bırakalım, gelelim yakın tarihe. Türban yasağı mı? O da ne? İkna odalarında tesettürlü gencecik kızlar neye ikna ediliyordu? Hadi yurtdışına gidebilenler gittiler, dillerine doladılar ya, peki gidemeyenler? Oğuldan damattan dem vurup güya hükümete hakaret edecekler ya onlar niye gitti yurtdışına onlarda mı türbanlıydı diye dalga geçiyor Kırıkkanat. Halk arasında bir söz vardır, bilmiyorsan sus, alim sansınlar! Başörtü yasakken sakal da yasaktı, sıkma başlar, sıfır yakalılar, çember sakallılar bunlar hep sizin zihniyetinizin kokuşmuş ifadeleri değil mi?
Daha düne kadar siz de kullanıyordunuz nasıl unutursunuz? Sakallı olduğu için de üniversite kapılarından çevrildi Müslüman delikanlılar. Onu da koy bir kenara, anlamazsınız gerçi idrak yolu enfeksiyonu yaşıyorsunuz fakat bu ülkede kat sayı zulmü de vardı. Gücü yetenler evlatlarından ayrı kalmayı göze alıp onları yurtdışına gönderdiler, çünkü kendi vatanlarını vatansızlar istila etmişti. Bunlar mağduriyet değilmiş ama onlar şimdi mağdurmuş.
Kanadı kırık kuşun mağduriyet masalını okurken sıçrattığı tükürükler ekranı kapatmış olacak ki başörtülü olduğu için bölüm birinciliği konuşması engellenen kızcağızı göremedi TV’de. Bakın şu iğrapta mahalli olmayan sözlere “şimdi de siz bizi mağdur ediyorsunuz, şimdi de siz, Atatürk’e küfrediyorsunuz. Şimdi de siz Atatürk’ün ismi üzerinden politika yapıyorsunuz ama Türkiye’de sokak isimleri mahalle isimleri çok yaşamazlar, biz sizin bugün vereceğiniz Atatürk dışındaki isimleri gün gelecek yine Atatürk olarak değiştireceğiz. Çünkü siz sayın muktedirler mağduruz diye ağladığınız her şeyi bize yapıyorsunuz. Bizi istediğimiz gibi özgürce yaşamaya bırakmıyorsunuz, kim şimdi mağdur? Biz. O zaman bunun da bir hesap günü gelecek. Biz de sizi mağdur edeceğiz elbette, elbette bugün gelecek” görebiliyor musunuz cümlelerdeki kini, öfkeyi?
Öyle ya mağdurlar tabi! Dün tesettürle girilemeyen okullarda bugün şortla dolaşamıyorlar, zaten plajlar da hep çarşaflılarla dolu. Öyle ya ülkede her şeyin adı Atatürk olmalı, Atatürk sokağı, Atatürk Caddesi, Atatürk Bakkaliyesi. Tek tipçiliğe, tahammülsüzlüğe bakar mısınız, bir de Atatürk’ün adının politik malzeme olmasına karşıymış güya, dün biz yapıyorduk bugün siz yapıyorsunuz diyor. Bu bir itiraftır dikkat edin! Bu bir ülkenin bağlarından koparılmasının itirafıdır. Cümlelerin en sonuncusu da en hadsizi, en arsızı ve en ahlaksızı biz de sizi mağdur edeceğiz. İlmek ilmek örülen bir halk düşmanlığının dile dökülen halini gördünüz mü?
Herkese açık bir alanda bu kadar haddi aşan cümleler kurabilenlerin kapalı kapılar ardında neyin hesabını yaptıklarını tahayyül edin bakalım. Sözde özgürlük sloganları atanların beyinlerindeki prangalar, gözlerindeki at gözlükleri ve Yaradanın deyimiyle kalplerindeki kulaklarındaki mühürler, bırakın inançlı bir nesli tek bir müminden bile ne kadar rahatsız olduklarını sokakta dolaşırken yaptıkları sözlü tacizlerle dahi ortaya koyuyor. Eskilerin bir duası vardır Allah namerde fırsat vermesin diye, ne güzel söylemişler. Biz sözümüzün sonuna üstad Necip Fazıl’ı koyalım, desin ki,
Çağı kirletenler mürteci diyorlar bana
Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana
* Üstad Sezai Karakoç’un Mona Rosa şiirinden