Yağmurlar yağdı günlerce. Kar yağdı... Sisli, puslu sabahlara uyandık: "grau in grau" gri içinde gri... iç karartıcı, umutsuzluğa, yılgınlığa, çaresizliğe itici... Ağaçlarda kargalar kasvetli, ağızlarını bıçak açmadı; zoraki "gaek" dediler. O, bet sesleri, üşütmüşler de çatallaşmış gibi boğuk, suratları akşamdan kalmış gibi ekşi, tüyleri kumardan ütülerek kalkmış gibi darmadağın..."Gaak!" diyemediler, mendeburlar: "Gaek!" dediler...
Sonra da daldan inip, aksak ukelâ tavırlarla kasıla kasıla, sincapların sakladıkları cevizleri bulup arakladılar. Tavırlarında, alçaklık, ihanet vardı... Hırsızlığa giderken bile, arsızdılar... Sanki hırsızlığa gidenler, hırsızlığı yapanlar kendileri değilmiş gibi, açtılar ağızlarını, yumdular gözlerini. Zaten çirkin olan suratlarını daha da çirkinleştirip, "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" hesabı sağa sola küfrettiler; "Gaeek! geaak!" deyip uzatılar:
“Ganları, altlarına akıp da ciğerleri ağızlarından gelesiler!”
Odamın penceresini açıp gıcık kargaya bağırıyorum:
“Unutmaaa, yediğin hurmalar bir gün tırmalar!”
Oturma odamın penceresinden tanırım meymenetsizin başını... İnadına gelir, başka dal kalmamış, başka ağaç yokmuş gibi karşımdaki dala konar. Onu gördüm mü, aklıma saman yapraklarının kokusunu halâ burnumda, siyah beyaz resimlerini belleğimin başköşesinde renklendirdiğim ilkokul kitabım “ALFABE” gelir, farkında olmadan okuyup ezberlediğim nakaratı yinelerim:
"Karga karga gak dedi
Çık şu dala bak dedi
Çıktım baktım o dala
Bu karga ne budala!
Karga fındık getirdi
Sıçan yedi bitirdi
Onu tuttu bir kedi
Miyav dedi av dedi
Karga uçtu az gitti
Dere tepe düz gitti
Altı ay bir güz gitti
Vardı uzak ülkeye
Bu ülke benim diye
Kral aldı kargayı
Kızı için hediye.
Burada yine biz sıradan kullara bir şey yok. Bizlere, bizlerin çocuklarına yine kargayı geriden seyredip nakaratını söylemek kalacak:
"Kargayı kral alacak, kızı için hediye."
Bu çocuk şiirinin son nakaratını da değiştirmişler. Benim belleğimdeki Alfabe'mde son nakarat:
Karga fındık getirdi
Sıçan yedi bitirdi
Onu tuttu bir kedi
Miyav dedi av dedi
Karga uçtu az gitti
Dere tepe düz gitti
Altı ay bir güz gitti
Müjde “ALFABE” bitti şeklindeydi.
Alfabe'yi bitirmek, okumayı öğrenmek anlamındaydı... Kısıtlı imkânlarda üç sınıf, beş sınıf bir arada fedakâr, cefakâr öğretmenlerimizin gözetiminde, tezek kokan, bacası çekmeyen, dumanı içeri veren, bizden çok ancak kendisini ısıtan yamalı sobaların içeri verdiği dumanlarla duvarları kararmış kırık pencere camlarına “hamurla” kâğıt yapıştırılmış sınıflarda...
Ilık Yusuf'un karısı, Ilık Yusuf’un şerrinden babaanneme sığınır. Ilık Yusuf bizim kapıya dayanır: "Mariyeee! goyver gızı, sana mı düştü benim garıyı gorumak, gızı goyver!" diye bağırmaktadır.
Mariye ebem, kadını içeri almış, kapıyı kilitlemiş, eteklerini beline sokmuş, dirgeni eline almış “cenk” vaziyetinde , Ilık Yusuf'un karşısına dikilmiştir.
"Ulan Ilık, Hele bir adım daha at, dirgeni böğrüne saplarım!" der.
Ilık Yusuf bakar, “pabuç pahalı”
"Mariye, gızın yoğudu ya marahcağızını eyicenem bir al gayrı" diye söylenerek gider...
Viyana'da yılbaşı eğlenceleri sönük geçti. Lokaller eğlence mekânları kapılarını saat 22'de kapattılar. Korona nedeniyle, kanun öyle istedi... Sokak eğlenceleri, maytap patlatmalar da saat 22'ye kadar sürdü. Belki de iyi oldu. Millet ceplerindeki parayı yılbaşı gecesi bitirip, yeni yıla dımdızlak giriyordu... Eğlenceler kısa sürdü, hiç olmazsa paraları ceplerinde kaldı...
Yeni yılın ilk günü, Viyana'da hava merakcağızını almışa benzer, yağmurlar yağdı günlerce, peşinden kar, tekrar yağmur... Üç gündür hava bahar havası gibi, güneş pırıl pırıl...
Termometre dışarda 14 derece sıcaklığı gösteriyor. Yazımı bitirdim. Parka çıkıp güneşin huzmelerini hücrelerime, temiz havayı ciğerlerime çekmek istiyorum...
Ne dalda ne de yerlerde bet sesli, uğursuz, hırsız kargaları görüyorum toplanıp gitmişler...
2022' yılının başta ülkemiz olmak üzere tüm insanlığa, sağlık barış, mutluluk, huzur getirmesini diliyorum.
Buradaki “Karga” sadece semboldür. Aslında kargalar en akıllı hayvanlar içinde gösterilir. Karga dahil tüm hayvanları severim.
“Ganları altlarına akıp da ciğerleri ağzından gelesiceler” Kırşehir bedduasıdır.
Saygılarımla...