Kendisi olma istikameti

Nihat Kaşıkcı

‘İstikamet’ kelimesini, ‘eksen’ anlamında ve bilerek kullandım. Hani şu, dış politikamızla ilgili sık sık dillendirilen ‘eksen kayması’ deyimi var ya… İşte o ‘kayan’ istikametten bahsediyorum. Hadi adını doğru koyalım; ‘istikamet düzeltmesi’ diyelim.

Fazla sıkıcı olmamaya çalışarak, ufaktan bir tarih göndermesi yapalım: 1683’teki İkinci Viyana Kuşatmasından bozgunla dönüp… Ardından sopa yiye yiye Belgrad’a kadar çekilip… Ve nihayet, 26 Ocak 1699’daki Karlofça Barış Antlaşmasıyla, resmen gerileme dönemine girip… Ardından, ‘Batı’ karşısında üstünlüğümüzü kaybedip, ‘edilgen’ döneme girdiğimizi idrak edip… Nihayet, galipler karşısında zillete ve aşağılık kompleksine düşüp… Ayağa kalkmak için, katilimize öykünmek zorunda kaldığımızdan beri…

Başlangıcıyla 300 küsur senedir… ‘Çare’ diye sarılmamızdan bu yana ise 200 küsur senedir, devlet ve millet olarak bir ‘eksen’, yani istikamet sorunu yaşıyoruz.

DEVRİM DİYE DİYE

Ülkeyi yöneten padişahlar, sadrazamlar, vezirler, aydınlar, yazar-çizerler, velhasıl aklı eren veya ermeyen herkes, Batı karşısında kaybettiğimiz irtifayı yeniden kazanmak için çözüm arayışında oldu.

Çeşitli fikir akımları oluştu. Kimi siyaset/devlet ricali, bu arayışları ‘Üç Tarzı Siyaset’ diye bir kalıba oturtmaya gayret etti. Yani; Türkleşme, İslamlaşma, Batılılaşma

Birinci Dünya Savaşı sonunda ülkemizin parçalanıp, elimizde kalan Anadolu’nun da işgale uğraması… Ardından verilen Millî Mücadele… Ve Cumhuriyet… Devletimizin Osmanlı evresinin son dönemlerinde başlayan Batılılaşma çabaları, Cumhuriyet evremizle birlikte daha bir görünür hale geldi.

Biraz da eskiyi yerme uğruna, ülkemizden kovduğumuz işgalcilere benzemek için bazen komik, bazen de trajik haller sergiledik. Hadi Harf Devrimini, doğru bulmasak da ‘devrim’ sayalım. Peki, Şapka Devrimi ne ola ki? Allah aşkına, şapkanın devrimi mi olur? Eğer olursa, Paris’teki homolar (kendilerine ‘modacı’ diyorlar) her yıl devrim yapıyor demektir. Gülmeyin lütfen… Şapka Devrimi kanununu koruma altına alan Anayasa maddesi halen yürürlükte.

BATI BAĞIMLILIK SERENCAMIMIZ

Her neyse… Konumuzun özüne dönelim…

Ekonomide elimizi kolumuzu bağlayan, İngiltere ile 1838 tarihli Baltalimanı Anlaşması ve 1839’daki Gülhane Hattı Hümayunu ile başlayan Tanzimat Dönemi ve ardından gelen 1876 ve 1908 Meşrutiyet dönemlerini fazla kurcalamayalım…

Batılılaşma hevesinin önemli bir gereği olarak, dış politikada da ‘Batıya entegre olma’ sürecimiz Cumhuriyet döneminde tam gaz ilerledi. İkinci Dünya Savaşı sonrası, Tek Parti’nin Millî Şef’i İsmet İnönü, 4 Temmuz 1948’de ABD ile ‘Muaddel Ekonomik İş Birliği Anlaşması’nı imzaladı. Marshall Yardımları uğruna… Bir anlamda, Türkiye’nin anahtarını ABD’ye teslim etti.

Derken, Sovyetler Birliği’nin toprak talebi ve tehditleri karşısında 1952’de gelen NATO üyeliği… Ve nihayet Avrupa Birliği’ne üyelik için 12 Eylül 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması

Yakın dönemlerdeki Gümrük Birliği ve AB’ye Tam Üyelik Müzakereleri vs… Onca ayrıntıya gerek yok. İşin özeti: 200 yılı aşkın süredir, Avrupa yani Batı ile birleşmeye, hemhal olmaya, onlarla aynı istikamette yürümeye gayret ediyoruz. Batı ise; bizi içine almadan, ama uzaklaşmamıza da fırsat vermeden, kapı önünde bekletme siyaseti güdüyor.

İşin acı yanı, Türkiye’yi Batıya kuyruk yapmaya çalışan içimizdeki etki ajanlarının, Batılı emperyalistleri bu ülkeden kovan Millî Mücadelemizin kahraman lideri olan Gazi Mustafa Kemal’in arkasına saklanarak, Türk Milletine dayak atma hevesidir.

İSTİKAMET DÜZELTME HAMLELERİ

Şimdi…

Başkan Recep Tayyip Erdoğan ve Bilge Lider Devlet Bahçeli’nin çizdiği yeni dış politika çerçevesinde, Türk Hariciyesi, 200 yıllık Batıya mecburiyet zincirini kırıp, çok yönlü bir diplomasi satrancı kurguluyor.

İşte Batıya mahkûmiyeti ortadan kaldırıp, ülke ve millet menfaatlerini en üst noktaya taşıma gayreti güden bu yeni dış politikanın ‘dayanak unsurlarını’; BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü, Kafkas Ekonomik İşbirliği, İslam İşbirliği Örgütü ve nihayet Türk Devletleri Teşkilatı gibi girişimler oluşturuyor.

Türkiye bu yeni arayışlara girdikçe, içimizde yaşadığı halde bu topraklara aidiyet hissetmeyenler, dış politikamızdaki bu ‘istikamet düzeltme’ çabasını, ‘eksen kayması’ diyerek aşağılamaya, kötülemeye çalışıyor.

Tabi, kervan yürümeye devam edecek… Türkiye; Brezilya-Rusya-Hindistan-Çin-Güney Afrika Cumhuriyeti’nin çekirdek yapısını oluşturduğu BRICS’e üyelik için, geçtiğimiz günlerde resmen başvuru yaptı. Özellikle Rusya, Türkiye’nin BRICS üyeliğini destekliyor.

Bu hamle, Türkiye’yi kapıkulu gibi görmek isteyen Avrupa Birliği baronları üzerinde, altlarına bir kova kaynar su dökülmüş etkisi yaptı. Türkleri kaybetme riskiyle karşı karşıya olduklarını idrak etmeye başladılar.

Acaba BRICS üyeliği, Türkiye için ‘Batıya alternatif’ miydi? Türk siyaseti, yapılan hamlelerin alternatif kurma veya Batıdan uzaklaşma anlamına gelmediğini söylese de bu tez, muhataplarımıza pek inandırıcı gelmiyor.

O halde nedir, yeni açılımların hedefi? Denge arayışı mı? Evet, neden olmasın? 200 yıldır Türkiye’yi küçümseyen, 60 yıldır da kapıda bekleyip aşağılayan Batı… Daha dün Sovyetler Birliği’nden ayrılan veya kurtulan ülkeleri tam üyeliğe kabul eden AB… Söz konusu Müslüman-Türk olunca, ‘suyun suyunu çıkaracak kadar’ işi sulandırıyor.

Öyle olmasına öyle de bir de üzeri örtülmekle yok edilemeyecek gerçekler var: Türkiye’nin gücü, etkisi, niteliği, kalitesi ve Avrupa’nın bize olan muhtaçlığı…

Öyle olduğu için, Türkiye BRICS kartını açınca, AB’nin kibir abideleri, apar topar müzakere başlatma gayretine girdi; Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı ‘Gayriresmi Bakanlar Toplantısına’ çağırdı.

Türkiye; 1996’dan itibaren kurulan ve çekirdeğini Çin-Rusya-Kazakistan-Kırgızistan-Tacikistan beşlisinin oluşturduğu Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerini yavaş da olsa geliştiriyor. Bunu da bir kenara not edelim.

Başkan Recep Tayyip Erdoğan, kahraman Azerbaycan Ordusu’nun, 2000 yılında Karabağ’ı işgalden kurtarmasını müteakip, Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu kurulması için, özellikle Ermenistan’a çağrıda bulunmuştu. Tabi, sokma akılla yönetilen Ermenistan, bu tarihî fırsatı da ıskalamayı başarmıştı.

Türkiye, İslam İşbirliği Örgütü’nü de etkin ve saygın bir zemin olarak ilerletmeye çalışıyor. Her ne kadar İİT üyesi Arap ülkelerinin kahir ekseriyeti, halkına yabancı lidercikler tarafından yönetildiğinden, Türkiye’nin hamlelerine takoz konuluyor olsa da, kervan burada da ağır ağır ilerliyor.

Ve nihayet, Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulması… Tüm uluslararası örgütlerle ilişkiler bir yana, uzun vadede Türkiye’nin ve yeryüzündeki tüm Türklerin umudu, işte bu TURAN yapılanmasıdır. Bu ‘Kızılelma Ülküsü’, Türk Milletinin binlerce yıllık rüyasıdır.

Toparlayalım… Bir kısmını dile getirdiğimiz tüm bu dış politika hamlelerinin esas amacı, 200 yıllık çöküş ve son yüzyıldaki nadas döneminin ardından, Türkiye’nin, dış politikada kendi istikametini ve yörüngesini bizzat kurma arayışlarıdır.

Yani Türkiye bir ‘eksen kayması’ değil, ‘kendisi olmak’ gayesiyle bir ‘istikamet düzeltmesi’ yapıyor. Gerisi boş laf…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.