TRT Müzik kanalında “üç yaren” programını seyrediyorum. Üç Egeli sanatçı türkü söylüyorlar. Üç gövdeli Özay Gönlüm sazıyla söyleyen hanım “Muhtar mı oldun Kezban Yenge” türküsünü söylüyor. Yıllarca bu türküyü her işitmemde rahmetli teyzem Kezban hanımı hatırlardım. Ayrıca her mezarlık ziyaretimde veya bir cenaze götürdüğümüzde imam efendinin, “şu mezarlıkta yatan nesli tükenmiş, bir Fatiha’ya muhtaç insanlar için…” dediğinde ben hep Kezban teyzemi de sona eklerim. O’na da Fatiha gönderirim. Dünya hanımlar günü bahanesiyle Kezban teyzemi yad etmek üzere bir makale yazmayı hep düşünürken bu defa bir mecburiyet olarak düşündüm. Kezban teyze, hakkında unutamadıklarımı yazacağım. Yarım asır olmasına rağmen unutamadıklarımı yazacağım. Çünkü o kadar çok unutulmazlıkları var ki.
Kezban teyzem bir gönül insanı. Bir muhabbet merkezi, bir yardım meleği kadın. Başımın tacı, gönlümün ilacı, her derdin devası, her derdin şifası, her gönlün sevgi merkezi bir hanım… Cevval bir kadın, cesur bir kadın, iş bilen bir kadın, içindeki güzellikleri hep dışarıya olumlu bir enerji olarak yansıtan bir hanım. Her şey yerinde ama çocuğu yok. Ramazan enişte de makul bir adam. Vatansever bir insan. Çalışkan, tutumlu ve gayretkeş bir insan. İki garip insanın hayat dolu, neşe dolu, sevgi dolu hayatlarının esrarını bilen de azdır. Kezban teyze ve eşi kayın biraderinin iki çocuğunu evlatlık olarak almışlardı. Dışarıdan görülen onlarla mutluydu.
Kezban teyze, gayretli bir insandır. Hiç kimseden aşağı kalmaması için ne büyük bir çabayla çalışırdı ki! Koyun kuzu bakmazdı. Büyükbaş hayvanları vardı. Çiftçilikte kullandıkları öküzleri vardı. Sabah inekleri sağıp sığırtmaça gönderdikten sonra, elinde dürümü ile hızlı hızlı enişte Ramazan efendinin arkasından koşarcasına giderdi. Enişte merkebin üzerinde, kendisi yaya olarak tarlanın yolunu tutardı. Her ikisinin elinde dürümleri ile koşarcasına yetişmeye çalışıp giderdi. Bre Kezban teyze bu kadar acele niye? Bu kadar telaş niye? Dünyayı kurtaran insan mı olacaksın? Evde kahvaltını yapıp çıksan olmaz mıydı? Ama diğer komşular yola revan olmuşlar, arkada kalmak olmazdı. Bu iki garip insanın çalışması, gayreti herkese örnek olmalı. Çünkü “hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışmak” bu iki insanın şahsında görmek mümkündür.
Köyderesi Mevkiindeki ,şimdi baraj altında kalan tarlalarında çokça çalışırlardı. En çok buradan bahsederlerdi. Ankara’ya birisi göç etse, köyde kalan tarlalarını veya evlerini satmak istese önce onlara teklif ederlerdi. Çokça tarla almıştı. Evlerinin iki garibe çok bile geldiği bir zamanda hemen yanı başına bir oda yapıp keyifle sohbet etmeyi ne kadar da arzulamış. Zaten eniştenin de elinden gelen bir işti. Evlerinin önünde bulgur sohusu vardı. Oradan hem seyreder, hem de sıra beklerdi. Bu odanın bile fazla olduğuna aldırmadan hemen yanı başlarında evlerine bitişik olan bir başka komşularının evini de almışlardı. Belli ki bir hesapları vardı. Yoksa ilk evleri boş, yeni yaptırdıkları odada yaşamaktalar gel sen üstüne iki katlı bu evi de al. Ne büyük bir mal biriktirme “elden aşağı olmama” ve çalışma azmi var bu iki güzel insanda!
Kezban teyze yalnızlığına bakmadan kalabalık ailelerle yarışırcasına çalışırken bazen “bunca tamah niye” diye düşünmüşlerdir belki. Bayramlarda önce onlara giderdik bayramcı olarak. “Onların gönlünü alırız” diye düşünürken gönüllerinde ne fırtınalar koptuğunu, ne büyük devr-i alemlerin olduğunu elbette bilememekteyiz. Diğerlerine “seni evlendirelim” diye takılmaktan pek büyük zevk alırdı. Gülerek yapardı bu teklifi. Bana söylemezdi. Bilirdi ki ben yatılı okulda il dışında okuyorum. İleride okuyup büyük bir adam olacağım, kendilerine “Fatiha okuyacağım”. Bizim eve uzakta olduklarından çat kapı gitmezdik ama kendisi çok sık gelirdi. Hem duyduklarını rahmetli annemle dedikodusunu etmek, hem de yardıma ihtiyacı varsa yardımcı olmaktı gelişlerinin çoğu. Yolda belde karşılaşıp elini öpmek ona dünyaları bağışlardı. Karşılığında cebinde bir şeker bir hediyesi olmadığı için mahzun olurdu. Zaten biz de hediye beklemez onu mutlu etmeye çalışırdık.
Kezban teyze merhamet yüklü abide bir insan. Her köyde, her yerde olması güzel olacak olan her yere lazım olan bir insandı. Ankara’da Anafartalar çarşısında yürüyen merdivene binişini hep anlatırdı. Bir de şehre pazara gidip Ramazan enişte “şu sepeti tanıdıklarının dükkanına bırak geliyorum” dediği için sepeti manifaturacı tanıdığın dükkanına emanet etmesi onun anlatırken keyif aldığı bizimde gülmekten kırıldığımız iki unutulmaz olaydı.
Bir Kezban teyzem vardı. Başkalarına göre iyi komşu, iyi bir yoldaş, iyi bir hayat yoldaşı… Mübarek, makbul ve makul bir insandı. Kezban teyzelerin adedi çok olsa tahmin ederim dünya şimdikinden daha güzel olurdu. Ruhun şad olsun! Mekanın cennet, komşun Muhammed olsun! Kabrin pür nur, mis kokulu gülşen olsun! Biliyorum ki seninle uzun zaman muhatap olsaydım daha güzel kazanımlarım olacaktı. Çünkü sen güzellikleri barındıran güzeller güzeli bir insan idin. “Nasıl methedeyim sevdiğim seni” diyor ya şair, ben de seni anlatmaya seni methetmeye ne kelime ne uygun bir söz bulabiliyorum. Yine biliyorum ki seni eksik anlattım. Affola diyorum. Bütün Kezbanlar başta olmak üzere, adını alan kardeşim Kezban olmak üzere mutlu olsun huzur içinde yaşasın! “Teyze ananın yarısı” sözü ancak Kezban teyzem için geçerli bir sözdü. Ruhunun şimdi hemen haberdar olması için sana Fatihalar okudum. Köye gidince de mezarının başında okuyacağım. Sana “Kezban teyze işit ki, malum olsun ki mezarının başına gelmiş el açmış sana dualar okuyorum. İnşallah sana malum olur. “Her nefis ölümü tadacaktır” dünyanı değiştirdin sen. Orada buluşmak ümidiyle, Allah’ım sana merhamet kanatlarını gersin, seni affetsin!”
Bu vesileyle bütün kadınların günü kutlu yarını mutlu, her günü gönlünce olsun!