Kıbrıs politikasında radikal değişim ihtiyacı

Nihat Kaşıkcı

Haçlı kafası, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, Yeşil Hat üzerindeki Pile köyüne, Türk tarafındaki Yiğitler köyünden ulaşımı kolaylaştırmak için yapmak istediği yol meselesinde, bir kez daha ve bu defa Birleşmiş Milletler üzerinden hortladı.

Daha önce Kıbrıs Rum Yönetimi, Türklerle Rumların birlikte yaşadığı Pile köyüne, kendi bölgesinden bir yol yapmıştı. BM Barış Gücü’nün buna bir itirazı olmamıştı.

Fakat aynı şeyi Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, üstelik de BM Barış Gücü’ne önceden bilgi vermek suretiyle yapmaya kalkışınca, çok tuhaf ve fiilî bir direnişle karşılaşıyor. Tabi BM’nin kurduğu barikatları yıkıp geçiyor, Türk Devleti.

Birleşmiş Milletler’in, dünyada barış ve istikrarı temin adına, çatışma ve ihtilaf bölgelerinde, taraflar arasında adil ve dengeli bir tutum takınması beklenir. Doğal olanı da budur. Mesele Türkiye, Türkler ve Müslümanlar olunca işin rengi değişiyor.

Sadece Birleşmiş Milletler değil, Batılıların hâkim olduğu tüm uluslararası organizasyonlar aynı Haçlı kafasıyla hareket ediyor.

Hatırlayalım, dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 2003 yılında, Kıbrıs Sorununun çözümü amacıyla bir plan hazırlamıştı. Ortak ve federal bir devlet yapısı öngören Annan Planı, devletin yönetiminde Türkler ve Rumların dönüşümlü yetki kullanması da dâhil bir dizi uygulamayı öngörüyordu. Ayrıca Türk tarafının, sahip olduğu toprakların bir bölümünü Rumlara terk etmesini gerektiriyordu. Aylarca süren müzakerelerde Rumlar, tüm hesaplarını merhum Rauf Denktaş’ın, daha önceki tüm müzakerelerde yaptığı gibi, Rum tahriklerine kapılıp masayı terk edeceği hesabı üzerine kurmuştu. Fakat bu kez durum çok farklıydı. Türkiye’yi Recep Tayyip Erdoğan gibi bir ‘Lider’ yönetiyordu ve Kıbrıs politikasında daha gerçekçi bir zemin yakalanmıştı.

Neticede, Rumların blöfü tutmadı ve Annan Planı Nisan 2004’te her iki tarafta eşzamanlı olarak referanduma sunuldu. Sonuç ilginçti. Türkler, ‘Ortak Devlet’ planına yüzde 64,91 oranında ‘Evet’ derken, Rum tarafı yüzde 75,38 oranında ‘Hayır’ dedi.

Böylece ilk defa, Türkiye, diplomasi masasında ‘tavla’ oynamak yerine ‘satranç’ oynamaya başlarken, Rumların ‘Ortak Devlet’ konusundaki gerçek tutumları da ortaya çıkmış oldu.

Öte yandan, Avrupa Birliği, kuruluş ilkeleri ve tüm politikalarına aykırı şekilde, sınırları ve egemenliği ihtilaflı olan ve BM Planını referandumda reddeden Rum tarafını tam üyeliğe kabul etti. Yani Haçlı kafası orada da tecelli etmişti.

TARİHÎ ARKAPLAN

Geçmişi 1878’e kadar uzansa ve Lozan’da maalesef egemenlik hakkımızdan feragat etmek zorunda kalmış olsak bile, Kıbrıs Sorunu konusunda merhum şehit Başbakan Adnan Menderes’in akıllı ve yoğun çabalarıyla 1959’da elde ettiğimiz ‘Garantörlük’, bize yeniden oraya müdahale hakkı getirdi.

Kıbrıs Rumları 1963’ten itibaren adadaki Türklere zulüm ve katliam yapmaya başladı. Türkiye, oradaki Türkleri örgütleyerek, Rum zulmüne karşı direnişe geçti. Rum azgınlığının giderek artması karşısında Türkiye, 1964’te adaya müdahale etmek isteyince, dönemin ABD Başkanı Johnson Türk Hükümetine sert bir nota vererek, müdahalenin sonuçlarının ağır olacağı noktasında tehditler savurdu. Dikkat buyurunuz, o tarihte Türkiye bir NATO üyesi ve ABD’nin müttefikiydi. Ama Haçlı kafası hep aynı oldu.

Türkiye, elindeki imkânların kıtlığını da dikkate alarak, “Yaa sabır!” dedi. 1974 yılına gelindiğinde Kıbrıs’ta uygulamaya konulan ve adanın Yunanistan’a bağlanmasını amaçlayan ‘Enosis Planı’ kapsamında, Rum güçleri, Türklere karşı acımasız bir katliam başlattı.

O dönem CHP-MSP koalisyonuyla yönetilen Türkiye, tüm riskleri göze alarak, Kıbrıs’a 20 Temmuz 1974’de Barış Harekâtı amaçlı bir çıkarma yaptı. Türk Ordusu, 14 Ağustos 1974’te de ikinci harekâtı gerçekleştirdi.

Tabii bu haklı ve Türklere yönelik katliamı durdurmayı amaçlayan barış harekâtı tüm Batılı Haçlıları ayağa kaldırdı. Türkiye’ye yönelik ambargolar, tehditler havada uçuştu. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yönelik ABD’nin silah ambargosu halen devam ederken, daha geçtiğimiz günlerde Rumlara uygulanan silah ambargosu kaldırıldı.

Elbette Türkiye, 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan ederek ve sonrasında attığı bir dizi adımla, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasına yönelik yoğun çabalar gösterdi. Kapalı Maraş bölgesinin açılması, KKTC’de kurulan İHA-SİHA üssü, adaya Türkiye’den su taşıyan deniz altındaki hat gibi birçok açılım da bu çabalara eklendi.

Çok daha önemlisi, Kıbrıs Türk Devleti’nin tanınması amacıyla İslam İşbirliği Teşkilatı nezdindeki çabalar sürerken, Türk Devletleri Teşkilatı’na Yavruvatan’ın ‘gözlemci’ sıfatıyla katılması da büyük bir adım oldu.

YENİ VE RADİKAL BİR POLİTİKAYA GEÇİLMELİ

Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin, sorunun kalıcı bir barışa erdirilmesi yönündeki çabaları elbette değerlidir. Bununla birlikte, karşımızdaki Haçlı blokunun, barış veya çözüm diye bir derdinin olmadığını da artık anlamış olmamız lazım.

Türkiye ve KKTC, bu noktadan sonra diplomatik nezaketi filan bir kenara bırakıp, radikal adımlar atmalıdır.

Kanımca atılacak ilk adım, ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ adının, ‘Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ olarak değiştirilmesidir.

İkinci adım olarak, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, artık ‘Kıbrıs Sorunu’ diye bir sorunları bulunmadığını, adada fiilen iki ayrı devlet bulunduğunu ve barışın tesis edildiğini beyan ederek, bundan böyle hiçbir şekilde ‘Kıbrıs Sorunu’ başlıklı bir müzakereye oturmayacaklarını ilan etmelidir.

Üçüncü olarak, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, Türk Devletleri Teşkilatı’na tam üyeliği gerçekleştirilmeli; böylelikle diğer Türk devletlerinin de Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni zımnî olarak tanıması sağlanmalıdır. Bu süreçte muhtemelen Macaristan’dan sürpriz bir tanıma da gelebilir.

Dördüncü olarak, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tam üye olarak kabul etmesi için bastırılmalıdır.

Azerbaycan ve Türkiye, güç birliği yapmak suretiyle, Karabağ’daki 30 yıllık Ermeni işgaline son vermeyi başardılar.

Kıbrıs’ta 49 yıldır devam eden ‘barış ve huzur’ temelli statüko ortadayken, halen ‘Kıbrıs Sorunu’ başlıklı müzakerelere oturmak abesle iştigaldir.

Artık Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin böyle bir sorunu olmamalıdır.

Haçlı kafalı Batılılar, nezaketten ve adaletten anlamaz; ancak fiilî zorlamadan anlar.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.