Çocukluğumuzda yönümüz hep Kırıkkale’ye dönüktü. İğreti bahçe duvarlarının dibinde evcilik oynardık. O zamanlar bile herkes kendi rolünü üstlenir, kızlar evin hanımı olup ev işleriyle uğraşırken oğlanlar ise evin erkeği olarak genellikle gurbete, yani Kırıkkale’ye çalışmaya giderlerdi… Sırtını yıkık bahçe duvarına verdiğimiz minyatür evimizin süpürülmüş toprak üzerindeki görüntüsü, uzaydan çekilmiş tarihi, DİBEKKAYA ev fotoğraflarını andırırdı… Küçük küçük heliklerden (Taş) bir çerçeveyle toprak üzerinde sınırı çizdiğimiz evimizin hemen girişinde bir mabeyin, balkon tarafında bir dış oda (Misafir odası) mabeyinin içinden başka bir kapıyla girilen; Turşu pekmez damı, gene ilk girişte hemen sağda Evlik, yatakların yorganların, unun, bulgurun, tikenin, (Yaz sıcağında güneşte kurutulup, kuşbaşı şeklinde doğranmış et) tarhananın, kış elmalarının vb. yüklerin bulunduğu penceresi kuzeye bakan oda.
Girişte soldan ilk oda ise kadınların oturma odası olup, aynı zamanda halı tezgahının bulunduğu oda… Biz çocuklar genellikle halı dokuyan kadınlarla bu oda da oturur, isli gaz lambasının soluk ışığında annelerimizden, ebelerimizden (Babaanne) HEYKET, (Masal, hikaye) dinlerdik… Bizlerin minyatür evleri de bu büyük evin sanki bir kopyesi idi…Ben genellikle cip şoförü olur, Kırıkkale’den çalışmadan gelen gurbetçileri taşırdım. Büyük eve özenip evcilik oynadığımız minyatür evimizde acısıyla tatlısıyla sanki büyük evi birebir yaşardık. NEŞET ERTAŞ Ustanın anlattığı da bu olsa gerek… Beş altı yaşlarında evcilik oynarken aşık olduğu kızın daha sonra o dönemde “İNCE HASTALIK” denilen “verem” den öldüğünü duyup, türkü yaktığında olduğu gibi…
Bugün bana bir hal oldu
Yardan kara haber geldi
Vay vay vay vay vay vayy
Vay vay dünya vay
Bu haber bağrımı deldi
Dediler ki Menom öldü
Oy oy oy oy oyy
Oy oy dünya oy
Gizli dertten hastalanmış
Bir de duydum Menom ölmüş
Oy oy oy oy oy oy
Oy oy dünya oy
Kırıkkale, Ankara’ya yetmiş kilometre uzaklıkta sonradan il olmuş bir şehirdir. Kızılırmak deltasına bağrını vermiş olan bu şehir, geçmişin KIRIKKÖY’üdür. Ankara’nın Başkent olup, İç Anadolu bölgesini taçlandırmasıyla beraber, Kırıkkale’de serpilip gelişir. Şehirden ziyade, çarpık yapılaşmasıyla birlikte, büyük bir köy görünümündedir…
Cumhuriyet, ATATÜRK Cumhuriyeti bir medeniyet, bir ÇAĞDAŞLAŞMA projesidir. Hemen akabinde “İZMİR İKTİSAT KONGRESİ” yapılarak ülkenin yol çizgisi belirlenir. Bu sırada hala “İRTİCA, KÜRTÇÜLÜK” isyanları devam etmektedir… Tüm bu olumsuzluklara rağmen büyük bir sanayi hamlesi başlatılarak, ülkenin çeşitli yörelerinde fabrikalar tesisler açılmakta ülkenin insanımızın, kara bahtına birer güneş gibi doğmaktadır.
Anadolu, Osmanlı döneminde hep ihmal edilmiştir. Altıyüz yıllık Osmanlı döneminin Anadolu’sunda Osmanlıya ait bir tek eser gösteremezsiniz… Osmanlının yönü ve yatırımları hep batıya olmuştur. Türklerin yaşadığı Anadolu ise savaşlarda asker gönderecek asker deposu olarak, görülüp değerlendirilmiş hep ihmal edilmiştir. Bunun için bizim ağıtlarımız da türkülerimiz de “EVCİLİK OYUNLARIMIZ”da hep savaş üstüne, gurbet üstüne yoksulluk üstünedir…
Genç Cumhuriyetin sanayi atılımından en çok payı KIRIKKÖY alır, Kırıkköy KIRIKKALE olur. 1926 yılından itibaren, Kırıkkale’ye silah sanayinin gerçekleri olan, top, tüfek, barut, mermi vb. gibi fabrikalar bir bir açılırken, önceleri çevre köylerden Kırıkkale’ye doğru başlayan işçi göçleri daha sonra çevre ilçeleri, illeri de içine alarak tüm Türkiye’yi kapsar... Bilhassa 1938 depreminden etkilenen Kırşehir’in ilçelerinden, köylerinden bu fabrikalarda işçi olarak çalışmak için gelenler yeni yeni mahallelerin, semtlerin oluşmasına, çarpıkta olsa şehrin günden güne büyümesine sebep olurlar… Dönemin iktidar yanlısı belediye başkanları, bilhassa, 1950 yılından sonra sırf oy uğruna “POPÜLİST” politikalar uygulayarak bu günkü çarpık, “Büyük köy” Kırıkkale’nin oluşmasının sebebidirler…
Cumhuriyet sanayileşmesinin en büyük özelliği, “her fabrikanın, her tesisin yanına mutlaka sosyal tesislerin de yapılmasıdır”. Bu sosyal tesisler, fabrika çalışanlarının medeniyetle buluşup, tanışmasını sağlamak içindir. Bir yıl lisesine “BARAKA” sınıfta devam ettiğim Kırıkkale’nin, 1970’li yıllarda “Olimpik” yüzme havuzu vardı…
Sosyalist Literatürde “PROLETERYA” yani, “İŞÇİ” emeğinden başka hiç bir geliri olmayana denilir. Normalde ne geldiği yerle ekonomik bir bağlantısı ne de yaşadığı yerde ihtiyacının dışında malı mülkü olmayan emekçi demektir. Ancak içinde benim akrabalarımın da yaşadığı Kırıkkale gerçeği sanki bu “TEORİ”yi altüst etmiş, işçiler toprakla bağını bir türlü koparamamışlardır. Hemen hemen her Kırıkkale’de yaşayanın mutlaka köyüyle, köydeki akrabalarıyla, az da olsa toprağıyla kopamadığı bağı, bağlantısı vardır… Bu nedenle, Kırıkkale fabrikalarında çalışanlar tam “İŞÇİ” olamamışlar, ait oldukları FEODAL tutucu yapıyı bir türlü kıramamışlardır…
Feodalite feodal yapı, vahşi “KAPİTALİZM”in bir öncesi olup toprak sahipleri derebeylerle onların yanında çalışan köleleri ya da biraz toprağı olan marabaları içine alan ilkel, tutucu, bağnaz rejimin adıdır… Toprağa bağımlılığı, kaderciliği, tutsaklığı kıramamışlığı çağrıştırır… Böyle yerlerde böyle ortamlarda, irtica faaliyetleri, bölücülük, yıkıcılık faaliyetleri daha rahat ortam bularak filizlenir… Fabrikası kapatılarak şehrinin, kendinin ailesinin geçmişi yağmalanırken ses çıkaramayan insanların yaşadığı şehirlerde ancak “İSTİKLAL MARŞI” okunurken ayağa kalkılmaz ya da, saçma gerekçelerle bir ülkenin “İSTİKLAL MARŞI”, Arapça okunurken tepki gösterilmez. Üniversitesi, okulları medreseleşirken Fetullah’ın tedrisatından çalıntı sorularla mezun olmuş kişilerce irticacı, bölücü örgütlenmeler şehrin dolayısı ile ülkenin kaderi ile oynamakta, çağdışı tipler sokaklarında cirit atmakta iken duymamazlıktan, görmemezlikten gelinmektedir…
Bir zamanların Kırıkkalesi, Türkiyenin bir harmanı gibiydi. Yurdun çeşitli yörelerinden gelip yerleşmiş insanlar, geldikleri yerlerden gelenek göreneklerini adetlerini, renklerini, nüktelerini, hazır cevaplılıklarını sevecenlıiklerini de beraber getirmişler Türkiye insanının ortak profilini oluşturmuşlardı…
Kırıkkale’nin Cumhuriyete borcu vardır. Kırıkkale’nin Kırıkkale insanının Cumhuriyete borcu, diğer illere, yörelere göre çok daha fazladır. Hiç olmazsa geçmişin, Cumhuriyetin hatırına Şehirlerine sahip çıkmaları, Cumhuriyetten aldıkları payı helal ettirmelidirler…
Saygılarımla…