Şehirlerin her biri kendi özellikleriyle hatırlanır ve hayal edilir. Bu bazen kültürel bir yöndür, bazen zenginlik, bazen tabii güzellikler, ama en çok da bir vatan parçası olması sebebiyle hatırlanır. İstanbul’u hatırlayan turist kendisini mest eden, kendi memleketinde bulamadığı veya yapamadığı şeylerin varlığı ile anar. Tabii güzellikleri herkes karşılıksız sevdiği için en çok da bu yönüyle hatırlanır.
İstanbul’un şiirle resmini çizen Yahya Kemal, “Bir tepeden baktım sana ey aziz İstanbul!” derken özlemini sevgisini anlatır. Nedim, “İstanbul’un bir sengine (taşına) acem mülkü sezadır” derken de ona verdiği değeri anlatır. “Bu şehr-istanbul ki bi misl-ü bahadır: Her sengine acem mülkü sezadır”. “İstanbul’u sevmeyen aşktan ne anlar” derken bir vatan sevgisi ağır basar. Zaten Ankara’da milletvekili iken sorarlar kendisine ”Ankara’nın en çok neyini sevdiniz?” diye. O da “Ankara’ın en çok İstanbul’a gitmesini sevdim” der. İşte İstanbul’a bu kadar büyük bir aşkla bağlı olan Yahya Kemal şiirlerini kendisinden sonra sadece Münir Nurettin’in bestelemesini istemişti.
Bir başka İstanbul aşığı Tevfik Fikret… O yaşadığı şehri terk edecek kadar muzdariptir. Siyaseten gırtlağına kadar girmiş adeta boğulmuş bir adam. Akif ona oğlunu kilisede papaz yapması sebebiyle kilise zili çalan “zangoç” der. İşte Fikret de “Sarmışsa afakı bir dud-u muannid” (etrafı bir inatçı sis sarmışsa) diye başlar. Yani Abdülhamit iktidarını bir sis bir duman göz gözü görmeyen bir inatçı hava ile özdeşleştirir. Yani beğenmediği yöneticilerin varlığı sebebiyle iyi tarafları göremez. Nitekim daha sonra şimdikilerin çokça gittiği tek adrese ABD’ye oğlunun yanına gider.
Orhan Veli, “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” (İstanbulni oylayapmen közleri yumuk. diye Özbekçeye çevirmişti öğrencilerim) şiiri de hayal edildiği zamanda değil yaşadığı zamanda dahi sanki ancak hayallerde olabilecek güzelliklerden bahseder. Son yıllarda İstanbul için şiir yazan yok gibi. Çünkü İstanbul artık aşklarıyla, körfeziyle, tepeleriyle, kültürüyle, mimarisiyle, tabii güzelliği ile değil rantıyla, azgınlaşan eğlencesi ile anılmaktadır. İstanbul’u seven karşılıklı seviyor. Çıkarı için, nemalandığı için, “taşı toprağı altın olduğu” için seviliyor. Bu sebeple duygu değil maddi kazanımlar hayatta değerli hale gelmiştir.
Kırşehir… Bozkırın ortasındaki Ahiler yurdu şehir. Kimine göre “şirin Kırşehir” kimine göre “Kırşehir’de doğdum Türkmenim diye” ifade edilen Türk yurdu. Kadim Türk yurdu bu şehri anlatanlar hep hasretle gariplik hissettikleri zamanlarda hatırlamışlar ve yazmışlar.
İstanbul’a göç eden Şemsi Yastıman, “memleket hasreti, sıla destanı” isimli şiirini Kırşehir gerçeklerini sıralayarak yazmıştır. Kırşehir kültüründe var olan adetleri, eğlenceleri, yemek kültürümü oyun-eğlence kültürünü en sonda da Türklüğünü gururla “Türkmenim diye her yerde göğsümü germek istiyom” diyerek tamam eder. Elbette zamanın en gözde köyü, en yaşanılası köyü, en varlıklı köyü olan benim köyümü de zikreder. Hem de şiirin ilk kıtasında Yani söze başlarken Çuğun’u methederek başlar.
Ölmez sağ olursam bu yaz inşallah
Sılayı bir daha görmek istiyom
Çuğun’a varıncaya sabah ya akşam
Topraklara yüzüm sürmek istiyom.
Neşet Ertaş da daha çok Kırşehir’den ayrı kaldığı Almanya yıllarında hasretini dile getirmiştir. “Şirin Kırşehir” şiiri ve bestesi ile bir abdalca duygu yoğunluğunun dışa vurmuş şeklidir. Devamındaki “Gülşehir” ifadesi de eski adıyla anmanın mutluluğunu verir dinleyene. Daha önce yazılan, bestelenen (sözleri Dadaloğlu bestesi de anonim), “sağda Çuğun solda Mucur görünür” de ayrı bir şenliğin malzemesidir. Kısaca “Çiçekdağı veya Çıktım Kervansaraya da seyran eyledim” bir tepeden bakışın, panoramik görüntünün şiirle ifadesidir. İstanbul’a bir tepeden bakan şair gibi O da Kervansaray tepesine çıkarak seyran eyler. Neşet Ertaş, “Zahidem” türküsüyle de var olan bir sosyal gerçeklikten bahseder. Aşkın önüne geçen törelerden bahseder. Kavuşamayan sevgililerden bahsederken “Zahide kurbanım” ifadesi de o bölgede yaygın olarak kullanılan bir sevgi ifadesidir.
Şehirlerle olan gönül bağı eskidikçe, ruhi rabıtalar gevşedikçe şiir yazanlar da yazılan şiirlerdeki duygular da başkalaşmaktadır.
NOT: Benim “ŞİMDİ ÇUĞUN’DA OLMAK VAR” isimli şiirimde de yine hasretlik ve uzakta oluşun verdiği gönül acısı anlatılmaktadır.