Konuk

Cemal Kayı

Konukları, bilhassa Şebap Hala'nın kocası Şıhlı’yı hiç mi hiç sevmeyen, ondan hiç hazzetmeyen Ebem (BABAANNEM) Gara Hava, konukların gidişine için için sevinirken bir de kesin gideceklerini aklı kesmişse eşek yüklenip, heybesi atılıp hazırlandıktan sonra, hemen misafirin eşeğinin yularına yapışır;

"Vallaha salmam! şunun şurasında kaç gün kaldınız ki, vallaha da billaha da salmaam! Daha ben Şıhlı'ya mantı kesecağdim" derken yularından sıkı sıkıya tuttuğu eşeği de çekiştirerek evden uzaklaştırmaya çalışırmış…

Altı haftaya yakın kaldığımız Türkiye'de altı hafta içinde bir türlü görüşmek nasip olmayan bazı arkadaşlar Avusturya'ya döneceğimizin kesin olduğunu öğrenince neredeyse arabamızın önüne geçip ebem Gara Hava’nın dediği gibi;

"Salmam, vallaha da billaha da salmaam! Şunun şurasında kaç gün oldu ki geleli! Daha rakı içip muhabbet edecektik, vallaha da billaha da salmaam" der gibi oldular...

Elbette CORONA musibeti, başta beşeri ilişkiler olmak üzere çok şeyi erteletip öteleştirdi... Ancak insan samimiyetinin, insan içtenliğinin de öteleştirilip yabanlaştırılmasını içime bir türlü sindiremedim...

Bizim istediğimiz bir çift tatlı söz, içten bir gülümseme olsa gerek! Kimseye yük olacak değiliz. Bizler eşle dostla sohbetin, samimiyetin, içtenliğin kaldıysa hatırın gönülün özlemindeyiz. Ortak geçmişin ortak anıların izlerini sürüp, kısa bir süre için de olsa o günleri acı tatlı anılarıyla yeniden ve birlikte yaşamaktır arzumuz…

Sanırım bir onbeş yıl kadar önce gene Avusturya’ya doğru bir yolculuğumuz esnasında Hırvatistan’da bir yol üstü konaklama yerinde durduk. Konaklama yerinin çevresinde bir bostan tarlası, yanında da bir Hırvat köylüyle küçük sevimli bir köpeği vardı. Biz köylüyle işaretlerle anlaşarak mis kokulu kavunlarla mısırlardan satın aldık. Biz kavun ve mısırları seçerken köpek o zaman üç yaşında bir çocuk olan küçük oğlum Kayıhan Süleyman’la arkadaş oldular. Kavun ile mısır karşılığında bize göre az, çiftçiye göre çok olan on Avro para ödedik. Çiftçi çok sevindi, o dönem bir Hırvat çiftçi için üç beş kavun üç beş mısıra verilen on Avro büyük paraydı. Çiftçi memnun, Kayıhan ile oynayan köpek memnun, mis kokulu kavunlar aldığımız için biz memnunuz… Yola çıkmak için arabamızı çalıştırdığımızda o küçücük köpek arabamızın önüne geçip küçük küçük havlayarak, arabamızın ilerlemesine engel oluyor gitmemizi bir türlü istemiyordu. Çok üzüldük ancak gitmek zorundaydık… Sahibi yakalayıp kucağına aldı, bize yol verdi. Bıraktığında o küçücük hayvan gene küçük küçük havlayarak uzun süre peşimizden koştu koştu koştu

Bizler ülke olarak insan olarak konukseverliğimizle övünür, konukseverliğin gereğini yerine getirirdik. Eve konuk gelirse mutlu olurduk. Misafir kendi kısmetini de birlikte getirir diye bilirdik. Misafirle birlikte eve bir ferahlığın bir rahatlığın geleceğine inanırdık. Misafirin yeri odanın baş köşesi, sofranın en itibarlı yeri olurdu. Yükten indirilen elma kokulu ayva kokulu yataklar serilirdi misafirin altına. En güzel yatağımız yorganımız güzel koksun diye arasına elma ayva sokularak yükte misafirler için bekletilirdi.

Düğünlerde mutluluklara, cenazelerde acılara, ortak olmak için komşular birbirleriyle yarışır konuk gelenler komşularca ağırlanarak cenaze sahibinin acıları, düğün sahibinin mutlulukları birlikte paylaşılır, birliğin beraberliğin gururu yaşanırdı…

Gün boyu onlarca fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşan arkadaşlarımızın nedense bizlere ayıracak zamanları olmadı. CORONA ortamında da olsa; MESAFE, MASKE, HİJYEN kurallarına uymak koşuluyla görüşmek her zaman mümkün olabilirdi…

Ne diyelim; “GÖZDEN IRAK OLAN GÖNÜLDEN DE IRAK OLURMUŞ” atasözünün gerçekliği bir kez daha kanıtlanmış oldu…

Elbette günümüzde koşullar değişti. Artık misafirler yatılı kalmıyorlar, geldikleri gün tekrar evlerine dönüp bizleri, acılarımızda yalnız, mutluluklarımızda yalnız bırakıyorlar. Kimsenin kimseye yük olacak hali de kalmamış oluyor.

Konuk olduğu evde ev sahibinin hanımının akşam yemeği telaşıyla sağa sola koşuşturmasını oturduğu minderden seyreden konuk, akşam yemeğine “Kabak” yemeği pişirileceğini fark ettiğinde bozuk bir moralle yemek pişirme telaşındaki evin hanımına seslenir;

“Valide, Kabak Hacı Hoca işi, kabak mübarek bir yemektir. Ben günahkâr bir adamım, benim gibi günahkâr birine kabak uymaz, haşa bozar!

İhtar karşısında şaşıran kadın;

“Valla bilmiyordum gurban olduğum! Ne pişiriyim bilmem ki?

Bizim pişkin misafir mütevazi isteğini sıralar:

“Valide, kabağı mabağı sen gene Hacıya Hocaya sakla, bana şöyle kıçı poklu bir piliç, yanına da bir tabak pirinç, yeterde artar bile…”

Saygılarımla…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.