Ekim ayında (2009) Bakü’ye kısa tatile gitmeyi düşünüyordum. Bavullarımı topladım. Aziz dostum Düsen Bey telefon etti:
-Eflatun Bey, sen Bakü’ye acele gitme. Sayın Nazarbayev Türkiye’ye resmi ziyarete geliyor. TÜRKSOY’a da gelecektir. Senin de burada olmanı isterim. Pekâlâ, gitmem, dedim.
TÜRKSOY’da Nursultan Nazarbayev’i şahane törenle karşıladık. Resim çektik. Nazarbayev “Köroğlu” Temsili Sergisini seve=seve izledi ve beni tebrik etti. Yan odada Kültür ve Turizm Bakanı, Ertuğrul Günay, Gazi Üniversitesi rektörü, Prof. Dr. Rıza Ayhan, ben ve başka misafirler çay içiyor, konuşuyorduk. Bakan, Günay hayranlıkla bana baktı ve:
-Hocam, Temmuz ayında, İstanbul’da I. Dünya Opera Festivali yapılacaktır. Kapanışını “Köroğlu” temsili ile yapacağız. Hazırlanın, dedi. Bu beklenmedik haberden mutlu ve feyziyap oldum: -Teşekkür ediyorum, Sayın Bakanım. Muhatabım kim olacaktır? -Ertuğrul Bey, fevkalade sevimli ve güzel insandır, sade, samimi dost gibiydik. Önce güldü:
-Ben olacağım, siz hazırlıklarınıza başlayın. Bütceyi hazırlayın, bana getirin. Kapım size daima açıktır. Yaptıklarınız ve çalışmalarınız fevkalade çok önemlidir. “Köroğlu” temsiliniz tarihi olaydır. Sizi odamda bekliyorum, lütfen bana gelin,-dedi.
“KÖROĞLU”, ASTANA OPERASI SAHNESİNDE
Bu haber beni nurlandırdı. Köroğlu kılıcını çekecek ve Bizans Surlarında düşmanlara meydan okuyacaktır, düşündüm. İçtenlikle sevindim ve hemen çalışmalarıma başladık. Düsen Bey’e anlattım:
-Bu harika bir tekliftir, seni tebrik ediyorum, dedi: -Harika haberdir, bu seferinde Astana Operası sanatçıları, korosu ve ekibiyle çalışacaksın. Ben bütün organizasyonu severek hazırlayacağım. Sen hazır ol.
Ertesi sabah birlikte oturup plan tuttuk. Ekibimizle çok titiz bir program hazırladık. Çalışma ekibim Elçin Gafarlı ve Refik Samet ile birlikte Gazi Üniversitesindeki çalışma ofisimde Haliç’te sergilenecek “Köroğlu” temsilinin programını saat ve dakikalarla çizdik, netleştirdik ve harekete geçtik. İlk önce dekorumuzu Bişkek’ten getirip İstanbul’da depoya yerleştirdik.
Opera Genel Müdürü, Rengim Gökmen’in isteği üzerine Baş dekoratör Savaş Camgöz ile İstanbul’un yolunu tuttuk. Rengim Gökmen’in ısrarı üzerine Haliçteki Küçük Sahneyi gösterdiler: -Eflatun Bey, orası size çok uygun olacaktır, -Rengim Bey bana telefonda dedi. Sahneyi gördük ve her ikimiz perişan olduk. Savaş bana: -Bizimle galiba alay ediyorlar, bu sahnede temsili gösteremeyiz, dedi. Ben de hemen itiraz ettim. Hemen Rengim Bey’i aradım:
-Rengim Bey, Grand Opera temsilimizin dekorları bu küçük sahneye hiç yerleşemez, dedim. Sahne yok ise istemiyorum, sağ olun, dedim ve telefonu hapattım. Bize sahneyi gösteren adama: -Başka büyük sahne yok mu? sordum.
-Var elbette, dedi. Ve bizi Büyük Sahneye götürdüler. Şahane sahneydi ve hayran kaldım.
-İşte sahne budur, burada göstereceğiz, dedim. Burayı vermezler, dediler, günlük kirası 60 bin dolardır, denildi… Hemen Rengim Bey’i aradım: -Bize Büyük Salonu gösterdiler. Harikadır. Burada göstere biliriz. -Önce sustu, ne diyeceğini bilemedi: -O sahneyi bize veremezler, paralıdır.
BAKAN ERTUĞRUL GÜNAY “KÖROĞLU” HAYRANIYDI
-Öyle ise ben de “Köroğlu”yu gösteremiyorum. Sağ olun…-Telefonu kapattım. Az sonra beni yeniden aradı: -Eflatun Bey, bekleyin, başka sahne aktaralım… -Kendisine: -Ben Bakana da söylerim, ya Büyük Salonda göstereceyiz, ya da göstermiyorum. Sağ olun. –Bilmem neden, ama Rengim Bey, “Köroğlu” gibi Halk kahramanımızı yücelden temsilimize nedense sıcak yaklaşmıyordu? Önce bizi avuç boyda sahneye sokmaya kalktı, şimdi de orayı vermezler, diyor? Bana ne kardeşim? Beni Bakan görevlendirmişdir ve biliyordum ki Bakan Sahneyi mutlaka alacaktır. Bu Bakan’ın teklifidir ve Rengim Bey bana hiç destek olmuyordu. İşte onun buradaki samimiyetsizliğine inanamadım. İstanbul’dan aradım Bakanı, olanları telefonda detaylı şekilde kendisine ilettim:
-Sayın Bakanım, bizi avuç boyda sahneye yönlendirdiler. Orada gösteremeyiz. Ya büyük sahne olur, ya da gösteremeyiz, -dedim. Önce güldü ve bana: - Eflatun Bey, hiç endişe etmeyin. Ben büyük sahneyi size alacağım, siz çalışmalarına devam et, dedi. Kendisine teşekkür ettim. Savaşla bir daha yeniden büyük sahneye gittik ve sahne ölçülerini aldık. Bakanın sözleri beni umutlandırdı.
Rejisör Eflatun Neimetzade "Köroğlu" Operasının Bişkek sahne provalarında.
Bu arada Mayıs ayında Astana’da, Türk Dünyası Mimarlarının Kurultayına davet olundum ve Düsen Bey’le Astana’ya gittik. Yemekte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Kadir Toppaş da vardı. Kendisini iyi tanıyan yakın arkadaşımla birlikte ona yaklaştık:
-Sayın Başkanım, dedim, biz Haliç Kongre Sarayında Temmuz’un 22’de I. Dünya Opera Festivalinde TÜRKSOY’un organizasyonunda Türk dünyası sanatçılarının iştiraki ile Halk kahramanımızın hayatını simgeleyen “Köroğlu” operasını sergileyeceğiz. Fakat TÜRKSOY fakir kurumdur; Köroğlu’nun da bu kadar parası yoktur ödemiş olsun? Lütfen bu sahneyi Türk sanatçılarına kirasız üç gün veresiniz? Ayrıca İstanbul Belediyesi için de bir temsil sergilemeyi düşünüyorum, -dedim. –Başkan, Toppaş, güzel yüzlü, hoş insandı ve ekspriyi anladı ve gülmeye başladı. Bu arada Düsen Bey de bize yaklaştı. Toppaş önce şaşırdı:
-Belediye olarak o sahneyi dolduramayız, dedi. Ben de: -Öyle ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa temsili sergileyelim, -dedim. Başkan teklifime sevindi, beni kucakladı:
BAŞKAN TOPPAŞ SANAT VE SANATKARLARIN DOSTUYDU
-Bak, buna varız, bu ola bilir. TÜRKSOY’la birlikte temsili organize edelim ve sahneyi de size üç günlüğüne kirasız vereceğim, dedi ve etrafındaki Danışmanlara hemen gerekli talimatları verdi. Sonra birlikte resim çektik. Kendisini kucakladım ve: -Siz gerçekten de Köroğlu gibi cesur ve hayırsever insansınız, dedim. Yeniden beni bir daha kucakladı ve:
-Hocam, siz de öylesiniz, sizi çok sevdim. –Ayrıldık ve içim rahatladı. Düsen Bey bana sarıldı:
-Aferin sana Eflatun Bey, adamı iki dakikada rahatlattın, olayı çözdün, tebrik ediyorum, -dedi. Astana’dan Kültür Bakanı, Ertuğrul Bey’i aradım ve mutlu haberi kendisine bizzat anlattım. Bana: -Siz harikasınız Eflatun Bey. Buna çok sevindim. Sizi bekliyorum…
Ankara’ya geldiğimde ilk kendisini aradım. Saat 17.00’da odasındaydım. Beni sımsıkı kucakladı: -Ben, Salonun kira rarasını bile ayarladım. Ama senin bu azimli davranışınıza da hayran kaldım. Şimdi rahatça çalışmalarına başla, -dedi.
ASTANA OPERASINA YOLÇULUK
Bu seferinde Düsen Bey, Astana Operası ile çalışma yapmayı teklif etti. Bütün sahne provaları Astana Opera ve Balesi`nde olacaktı ve ben asistanım Oğuz bey’le Astana’nın yolunu tuttuk.
Astana (şimdiki Nursultan) Kazakistan’ın yeni başkentidir. Önceki ismi Selinograd olan bu kenti İdil çayı ayırıyor. Kentin Kuzey tarafında muhteşem Astana kenti bütün azemetli güzelliğiyle insanın ruhunu okşuyor. Japon mimarı Kurasava’nın Projesi üzerine inşa olunan bu muhteşem kentte çeşit-çeşit yükselen çağdaş gökdelen binalar, geniş caddeler, yeşillikler insanı meftun ediyor. Güney tarafında eski Selinograd’ın beş katlı eski binaları karşısında Kuzey’de göklere meydan okuyan bu muazzam binalar hem iyi, hem de kötüdür, diye bilirim. Çünkü bu gökdelenlerin etrafında devamlı toz ve kum fırtınaları dolaşıyor, bina çamlarını kirliyor ve temizlenmesi mümkün olmayacaktır. Ayrıca Kazakistan’ın ufku gözükmeyen geniş toprakları vardır. Beş katlı binaların inşası daha güzel olmaz mı? Bu ufku gözükmeyen çöllerde kum fırtınaların olduğunu Japon mimar Kurasava nereden bilecekti ki? Bu sözleri yemekte arkadaşım ve dostum, Cumhurbaşkanı Başdanışmanına söyledim. O da toplantıda Sayın Nursultan Nazarbayev’e düşüncelerimi aktarmıştır. Cumhurbaşkanı, Sayın Nazarbayev gülerek demiştir:
-O Azerbaycanlı rejisörün eleştirilerine katılıyorum. Çok doğru tankittir. Yeter artık, şimdi de beş katlı binaların inşaatına geçelim, talimatını vermiştir. Eleştirimin Cumhurbaşkanı, Sayın Nazarbayev tarafından beğenildiğine çok sevindim.
Devamı vardır: