Çaya indim çağlarım
Yar yar diye ağlarım
Yarimi “SITMA” tutmuş oy
Ben ısıtma bağlarım.
1970’li yıllara kadar köylerde her evin ana giriş kapısının arka tarafında, 20/30 cm boyutunda sarı renk bir kağıtı yapıştırılmış bulurdunuz. Bu kağıtları önceleri ayda bir daha sonra üç ayda bir olmak üzere köydeki evleri tek tek ziyaret edip, “Kan Örnekleri” alan “SITMA SAVAŞ KURUMU”nun sağlık memurları yapıştırırlardı. Bu kağıt tabelalarda, evde yaşayan insan sayısı, ziyaret tarihi, alınan kan örnekleri sayısı, kan örneği sonuçları vb. yazar, hane halkı dolayısı ile köy halkı, şehir halkı gayet organize bir şekilde takip edilirdi. O dönemlerde babam muhtar olduğundan bu sağlık memurlarıyla konuşma fırsatım da olurdu. Bu sağlık memurlarının bir çoğunun Anadolu’nun köylerinden Ankara’ya giderek tıpkı, “KÖY ENSTİTÜSÜ”lerinde okuyup öğretmen olarak Anadolu’yu aydınlatan öğretmenler gibi vefakar, cefakar, ülkesinin kalkınmasında, Cumhuriyetin yerleşip gelişmesinde adeta gönüllü görev alan bireylerdi. O fedakar insanları ellerinde siyah çantalarıyla eşeklerinin sırtında ya da yaya olarak köy yollarında görebilirdiniz… Bildiğim kadarıyla çantalarında ayrıca ateş düşürücü iğneler ve haplar da bulundururlar, gerektiğinde hastaya ilk müdahaleyi yaparlardı…Bu kuruluş bu özverili çalışmaları sonunda Türkiye’de sıtma sayısını sıfırlayıp, Dünya’ya örnek olarak, Birleşmiş Milletler Sağlık Örgütünce ödüllendirilmiştir. Hatta, sıtmayla savaş yapan ülkelere Türkiye Sıtma Savaş Mücadelesi ve yöntemleri önerilmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında başlatılan kalkınma hamlelerinin yanında, “YENİ DEVLET” insan sağlığına da o günün şartları ölçüsünde önem verip, bir yıl içinde bazı şehirlerde “doğum sayısından çok ölümlere” neden olan, SITMA’ya karşı savaş açmış “DR. REFİK SAYDAM HIFZI SIHHA ENSTİTÜSÜ”nü kurmuştur. Bu Enstitünün en önemli amaçlarından birisi; “KORUYUCU HEKİMLİK VE MİLLİ AŞI”ların, Serumların Enstitü bünyesinde bulunan çeşitli bölümler aracılığı ile bulunup, geliştirilerek, “DIŞ ÜLKELERE” yani, “MUHANNET”e muhtaç olmamak amaçlanmıştı…
Cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşlarını satmaktan ya da kapatmaktan sanki özel bir zevk alan hükümet, 1926 yılında kurulup çalışmalarına başlayarak nerdeyse “YÜZ YILLIK” tesisleriyle, laboratuvarlarıyla, deney, denek alanlarıyla koskoca bir tarihe bir birikime, bir geçmişe sahip olan bu kuruluşu,”DIŞARDAN ALMAK DAHA HESAPLI” oluyor düşüncesiyle, 11 Haziran 2004 yılında kapatmıştır. Şimdi bu kuruluşu kapattıklarına “PİŞMAN” olduklarını söylemektedirler.
Şu anda ülkeler, “KORONA” salgını nedeniyle büyük bir tehdit altında. Her ülke kendine göre yöntem belirleyip, “AŞI BULUNUNCAYA KADAR” salgını en az zayiatla atlatmak için önlemler almakta, yaptırımlar uygulamaktadır. Örneğin, benim de içinde yaşadığım Avusturya’da tüm okullar, üniversiteler 15 Nisan’a kadar kapatılmış durumdadır. 16 Marttan başlamak üzere ülke genelinde bulunan tüm, lokaller, restorantlar, cafeler, kiliseler, camiler vb. gibi toplu bulunma yerleri de kapatılmıştır. Sokağa sadece işe gidenler, alış veriş yapacak olanlar, köpek gezdirenler ve tek başına yürüyüş yapmak isteyenler çıkabilecekler, sokakta beş kişi bir arada olamayacaktır vb. ciddi devlet olmanın gereği, meseleye ciddiyetle yaklaşıp, radikal önlemler alıp, yaptırımlar uygulamakla olur…
Günümüze gelinceye kadar gerek dünya gerekse ülkemiz defalarca çeşitli “SALGIN”larla karşılaşmış, can ve mal kayıpları olmuş, savaşların bile seyri değişmiştir. MÖ 396 yılında Kartacalılar, Sirakuza’yı işgal etmişler ancak VEBA salgını nedeniyle geri çekilmemiş olsalar, bazı tarihçilerin dediği gibi, tarih sahnesinde Romalılar yerine Kartacılar olacaktı! Gene, 1. Dünya Savaşı sırasında İspanyol Gribi denilen salgın nedeniyle, 50 ile 100 milyon insanın öldüğü söylenmektedir. Haçlıların Filistinde barınamamalarının nedeni, hastalık nedeniyle Avrupa’dan gerekli yardımın götürülememesinde yatar. 1348-1351 yılları arasında VEBA Avrupa ülkelerini kırıp geçirmiş, her sabah o dönemin belediyeleri at arabalarıyla sokaklardan cesetler toplamışlardır. Viyana’yı ziyaretininiz de STEPHANSDOM adlı meşhur kiliseyi ziyaret edip alt katına özel görevli eşliğinde inmek isterseniz, üst üste yığılmış “ON BİN”in üstünde insan iskeletlerini görürsünüz. Dünya buna benzer örneklerle doludur…
Benim kişisel kanaatim, ülkemiz Türkiye’nin büyük risk altında olduğu yönündedir. Sayıları beş altı milyonu bulan sığınmacıların gerek çadır kentlerde, sınırlarda, gerekse yaşadıkları şehirlerde takip ve denetimlerinin hiç te kolay olmayacağını düşünmekteyim. Bu insanların,”HİJYENİK” olmaları nasıl sağlanacak, gelecekleri ne olacaktır! Ayrıca genel karantinaya gerek görüldüğünde parası olmayan, yiyecek içecek alamayan vatandaşlara devletin gerekli yardımı da yapması gerekmektedir.
Elbette bunun da üstesinden gelinecektir. Dünya ülkelerinde laboratuvarlarda bilim adamları harıl harıl salgına karşı aşı bulma çalışmalarını sürdürmekte adeta zamanla birbiriyle yarışmaktadırlar. Çin’de buluşlarıyla ünlü bir bilim adamı, Haziran ayında aşının tamamlanacağını, Kasım ayında da piyasaya sürülebileceğini söylemektedir…
Çaya indim çağlarım
Yar yar diye ağlarım
Yarimi sıtma tutmuş,
Ben *ISITMA* bağlarım.
Halk türküsünde de belirtildiği gibi, “SITMA HASTALIĞINA KARŞI İP BAĞLAMAKTAN” bilimsel anlamda bir kuruluş olan; “DR. REFİK SAYDAM HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ”nü kurarak Dünya’ya örnek projeler, çalışmalar sunan “ULUSAL” aşıları, serumları bularak Türk insanının dünyanın hizmetine sunan bir kuruluşu dağıtanlar bu vebalden kurtulamayacaklardır.
Saygılarımla…