Adı bile geçince ekşi mayalı ekmeğin, Kızılcahamam bazlamasının, Pursaklar kadımalağının (madımaklı pide), Bala kömbesinin, Elmadağ tirit ekmeğinin, yufkaların, pişilerin kokusu salınıyor zihnimizin hafıza çekmecelerinden.
Ankara’nın 25 ilçesini dolaşırken çok anlatıldı köy fırınları ama kaybolup gitmemiş 3 örneği Karaşar’da bulmuştuk. Kazım Ali’nin (Bayraktar) fırını, biri Yanıkızının Fırını (Yanıkkızı Toprak), diğeri de Hatice’nin (Narin) Fırını. Kullanılmasa da yıkılmamışlardı hiç olmazsa. Hatta birinin ekmek teknesi bile duruyordu içinde. Ocak nasıl evin merkeziyse fırın da köyün merkeziydi. Çok yönlü, çok önemli işlevi vardı.
Fırın yaşatırdı köyü; karnı doyurduğu gibi yokluk günlerinde dertler tasalar paylaşılır, yardımlaşılır, ihtiyacı olanla ekmek bölüşülürdü. Kadınları fırın örgütlerdi, sosyalleşme merkeziydi en etkilisinden.
SOSYALLEŞME ZAYIFSA OLMUYOR
25 ilçeyi dolaşırken şöyle bir gözlemde bulunmuştuk; köy kahvesi olmayan köyler, geliri olsa da gelişememişti. O sırada dikkat etmedik ama ekmeği ortak değil de kendi bahçesindeki tandır ya da ocakta pişiren köylerin de sosyalleşmesi zayıf olmalıydı.
Sosyalleşme zayıfsa gelişme olmuyor, bu köy için de kent için de geçerli. “Ekonominin en temel ilkesi” diyebiliriz belki de sosyalleşme için. Ne kadar karşılıklı etkileşim, o kadar yeni fikir, yeni çözümler, o kadar gelişme. Bir de dayanışma varsa ordular bükemez çifte su verilmiş bu çeliği.
Çubuk Belediyesi, Aşağı Çavundur, Kalecik, Yazır, Akkuzulu, Saraycık, Tahtayazı ve Taşpınar köylerine köy fırınları yaptı. Kimin aklına geldiyse çok yaşasın, iletişim çağında çözülen ilişkileri canlandırmak için çok hayırlı bir fikir üretmiş.
TAŞRA DERENİN GÖZELERİDİR
Artık taşrada kooperatifler kuruyor, üretimi zenginleştiriyor kadınlar. Yeni köy fırınları, işbirliği ve dayanışmanın bir kez daha merkezi olabilir. Boşalan köyleri yeniden eski işlevine kavuşturabilir, şehrin acımasız, katı dişlileri arasında ezilmekten kurtarabilir köyünden göçmüş ahaliyi. Fikre, bu bilinçle sahip çıkmak, binayla bırakmayıp arkasını getirmek lazım.
İnsanları altyapısı yetişemeyen şehirlere yığmanın, sonra da ortada sahipsiz bırakmanın ne ekonomi ne de üretime bir faydası olmadığını öğrenmiş olmalıyız 30 yıldır.
Taşra, bir derenin doğduğu gözeler gibidir; o gözelerin birleşmesiyle dere olur, dereler, nehirleri yaratır katkılarıyla. Gözelerimizi kuruttuk boşalan köylerle. Herhangi bir ülkeye faydası olmamış bir ekonomik sisteme zorlandık. Bunca verimli arazi ve insan gücünü, bile bile heba ettik. Bu ülkede alası yetişirken başka ülkelerden alır olduk boğazımızdan geçen lokmayı.
Ne ekmeğin hafızada kalacak kokusu var ne de üretim çeşitliliği artık.
Köy fırınları, hatadan dönüşün simgesi, işaret fişeği olabilir. Günden güne tarım ve hayvancılığa küstürdüğümüz, evinden yurdundan ettiğimiz köylüyü, yani gözelerimizi, yeniden yerinde kaynamaya özendirebiliriz.
Hele ki o fırını kadınlar yakacaksa onlar söndürmedikçe aç ve güçsüz kalmayacağımızdan emin olabiliriz.