Türkiye, birçok diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, 1950'lerden itibaren yoğun bir köyden kente göç olgusunu yaşamıştır. Türkiye 1940'larda nüfusunun %25'i kentlerde yaşayan bir ülke iken, bugün %70'i kentlerde yaşayan bir ülkeye dönüşmüştür. Bu süreç, İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda birçok ülkenin pazar ekonomisine geçmeye başlamasıyla başlamıştır. Dünyada ve Ülkemizde gereken tarımsal üretim artışının sağlanması için tarım kesiminin mekanizasyonu gerçekleştirilmiştir. Türkiye özelinde ise, Amerika tarafından verilen Marshall yardımı tarım kesiminde önemli yapısal değişiklikler yaratmış; traktör, sulama sistemi, verimliliği yüksek olan yeni cins tohumlar ve gübreleme sonucunda tarımda verimlilik artışı elde edilmeye çalışılırken, kırsal kesimdeki mevcut toplumsal denge bozulmuştur. İşsiz ya da topraksız kalan yarıcılar ve küçük toprak sahipleri köylerini bırakarak, büyük kentlere göç etmeye başlamışlardır. Bu göçler sonucu köylerdeki nüfus fazlalığının önemli bir kısmı kentlere doğru kaymıştır. Bunların yanında kentsel bölgelerdeki ekonomik canlılıklar da bu göç olgusunu hızlandırmıştır.
Köyden kente göç, Türkiye’nin sanayileşme sürecinin yarattığı iş gücüne duyulan talepten kaynaklandığı da söylenebilir. Bu nedene kırsalın işgücü talep fazlalığı, bu bölgelerin diğer sosyo-ekonomik sorunlarına da eklenince kırsalda itici bir gücün oluşmasına neden olmuştur. Türkiye’deki kırsal göç hareketi ilk zamanlarda bir sorun olarak algılanmamış hatta bu hareketin desteklenmiş olduğu söylenebilir. Ancak daha sonralar özellikle kentsel bölgelerde yaşanan ekonomik ve sosyal problemler, köyden kente göçün bir sorun olarak değerlendirilmesine neden olmuştur.
Ancak söz konusu bu nüfus kentlerde zamanla giderek daha da çoğalmış ve beraberinde kırsal kökenli kentsel sorunları da getirmiştir. Özellikle kentsel bölgelerde suç oranın artması ve varoşlarda oluşan kimlik arayışı ve bunalımları Türkiye’nin göç gerçeğinin bir sonucu ve ürünüdür. Sonuçta kentsel bölgelerde yaşayan köy kökenlilerin tekrar köylerine geri dönmelerine veya bu eğilim içerisine girmelerine neden olmuştur. Kentsel altyapının fazla olan nüfusu sindiremeden geri çıkarması, köylerin öneminin bir kez daha ön plana çıkmasına neden olmuştur.
Bireylerin diledikleri yerde yaşama özgürlükleri, başkalarının ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarına ortak olmadan geliştirilerek devam ettirilmesi ile mümkün olacaktır. Bunun ise kentsel ve kırsal bölgelerin dengeli kalkındırılması ve çok yönlü yaklaşımlarla (ekonomik-sosyal ve kültürel) başarılabileceği gerçeği unutulmamalıdır. Kırsal göçün önlenmesi yönünde bölgesel ve ulusal bazda birçok plan ve program hazırlanmıştır. Yapılan bütün çalışmaların temeli, köyden kente göçün önlenmesi veya azaltılması şeklinde iki yönlü olmuştur. Soruna yukarıda ifade edilen mantık temelinde bakıldığında, köylerin yaşanılabilir ve sürdürülebilir bir yaşam standardına sahip olması gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Gelecek yazımda köylerin yaşanabilir ve sürdürülebilir yaşam merkezleri olması için yapılan çalışmalar ve yapılması gereken hususlar ile ilgili bilgiler verilecektir.