Bugün, Mısır, libya, Irak ve Suriye’de ülkeleri parçalamak içindeki insanları birbirine düşürerek, hzur ortamını yok eden, kriz, ve terör ortamı oluşturan Batılı Devletler ve global şirketler planlarını tek tek gerçekleştirmeye kararlı olup, daha hangi ülkelerde mühendislik yapacaklarını zaman göstrecektir. Tıpkı birinci Dünya savaşı sonunda Osmanlı'yı 64 ülkeye parçaladıkları gibi...
Faysal bin Abdülaziz, Suudi Arabistan’ın kurucusu Abdulaziz bin Abdurrahman Al-i Suud’un üçüncü oğlu 1906’da Riyad’da dünyaya gelen, doğumdan 6 ay sonra Annesinin vefatıyla, bakım ve terbiyesini anne tarafından dedesi Şeyh Abdullah'tan aldığı dini eğitim, sonucu hafızlık yapar dindar ve donanımlı bir şekilde yetişmesini sağlar. 20 yaşında olan Faysal, ‘Hicaz Genel Valisi’ olarak atanır. Hicaz’a gelen siyasetçi, alim, hareket adamı ve düşünürlerle tanışma ve sohbet etme imkanı bulur. 29 Kasım 1947’de, Filistin’in Araplarla Yahudiler arasında taksim edildiği BM oturumunda Arap delegasyonunun başkanı sıfatıyla hazır bulunur.
Muhammed Esed ve Malcolm X başta olmak üzere, bizzat ağırladığı kişilerle yakın dostluklar kurar, ihtiyacı olanlara maddi yardımlarda bulunur. 1964 yılında ağabeyi Kral Suud, ulemanın ve aile meclisinin ortak kararıyla görevden azledilince, Faysal, Suudi Arabistan’ın üçüncü kralı olarak tahta çıkar. Müslüman ülkelerle diplomatik ilişkilerini geliştirmeye çalışarak İslam Konferansı Örgütü’nün kurulmasını sağlar.
Dış politikada İsrail işgali altında bulunan Kudüs’ün kurtuluşu için "cihat ilan eden" Kral Faysal, Amerika başta olmak üzere Batılı ülkelerin İsrail’in yanında bulunmasından dolayı Batı'ya karşı mesafeli ve öfkeli sert bir çizgide bir siyaset izler. İç siyasette ise halkından yanında bir yönetim sergiler. Halkın sorunları ile yakından ilgilenen Kral Faysal eğitim, sağlık, ulaşım, haberleşme gibi alanlarda reform sayılabilecek önemli yatırımlar yapar.
Siyasetinin ve attığı uluslararası bütün adımları, “Kudüs’ü kurtarmak” üzerinedir. Yaptığı konuşmada ": “Kardeşlerim! Neden bekliyoruz? Dünyanın vicdana gelmesini mi bekliyoruz? Nerededir ki dünyanın vicdanı? Mukaddes Kudüs’ü Şerif sizi çağırıyor. Kendisini kurtarmanızı bekliyor. Neden korkuyoruz? Ölümden mi korkuyoruz?
Allah yolunda cihad ederek ölmekten şerefli ve daha faziletli ölüm var mı? Ey kardeşlerim, bizim istediğimiz İslam Milliyeti ve İslami uyanıştır. Milliyetçilik, ırkçılık veya bloklaşma değildir arzumuz. Çağrımız İslami çağrıdır. Allah yolunda cihad etmeyedir çağrımız. 'Dinimiz, inancımız, mukaddesatımız ve harimi İslâm içindir çağrımız. Ne zaman ki hatırlasam Haremi Şerifimiz (Kudüs) ve mukaddesatımız işgal ve tecavüz altındadır ve aşağılanmaktadır ve orada günahla Allah’a isyan ve ahlaki çöküntüler sergilenmektedir; işte o zaman Allah’a halisane yalvarıyorum, eğer bana cihad etmek ve mukaddes topraklarımızı kurtarmak nasip olmayacaksa, beni bu dünyada bir an bile yaşatma.” demiştir.
Arap ülkeleri 1967 yılında İsrail ile yaptıkları “Altı Gün Savaşlarında” kesin bir mağlubiyet sonucu BM toplantılarında ABD-Rusya görüşmelerine bağlarlar. 6 Ekim 1973 tarihinde Suriye ve Mısır kuvvetleri İsrail’e saldırarak Yom Kippur Savaşı'nı başlatırlar. Mısır-Suriye İttifakının İsrail’e savaş açması üzerine Amerika başta olmak üzere diğer Batılı ülkeler İsrail’in yanında yer aldılar. Batılı ülkelerinin bu dayanışmasına karşı Kral Faysal’ın önderliğinde Arap ülkeleri Batı ülkelerine petrol ambargosu başlatır. Ambargoyla beraber uluslararası çapta büyük bir enerji krizi baş gösterir. 1970 Petrol krizi olunca ısınmak zorlaştığı ve pahalandığı için, evler ve apartmanlar kömürlü ve sobalı ısıtmaya dönmüştü.
ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Kralı kararından vazgeçirmek için Suudi Arabistan'a ziyarete gider. Görüşme, kralın sarayında değil, sahranın ortasında bir çöl çadırında gerçekleşir. Misafirine karşı pek de konuksever davranmayan oldukça sinirli olan Kral sofrasında hurma ve deve sütü vardır. Henry Kissinger diyalog başlayabilmesi ümidiyle esprili bir dille ona; 'Uçağımın yakıtı bitti, uçağın deposunu doldurmak için emir verirseniz, uluslararası fiyatından ücretini vermeye hazırız.' Kral gülümser, kafasını yukarıya kaldırarak sert bir şekilde: 'Ben yaşlı bir adamım, ölmeden önceki tek dileğim Mescid-i Aksâ'da iki rekat namaz kılmaktır! Sen bu konuda bana yardımcı olabilir misin?"demiş ve sonra, Kissinger’in “Eğer ambargoyu kaldırmazsanız biz de petrol kuyularını vururuz!” tehdidine karşı Kral Faysal, tarihe geçen şu cevabı verir: “Tabii ki petrol kuyularımızı bombalayabilirsiniz. Fakat unutmayınız ki, biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşıyorduk, yine öyle yaşayabiliriz; ancak artık siz petrolsüz yaşayamazsınız.”demiştir.
Ölümüne kadar, hem İslâmî hem de siyasi açıdan önemli kararlara imza atan, Kral Faysal, 25 Mart 1975’te Amerika'da okuyan Yeğeni Faysal bin Musaid, halkıyla bir arada olan Kral’ı kutlama bahanesi ile yanına sokularak tabanca ile Kral’ı sarayında suikastta çenesinden ve kulağından vurur. Son nefesini vermeden önce yeğeninin kısas edilmemesini ve bağışlanmasını vasiyet etmiş olmasına rağmen, halkın yoğun tepkisi nedeniyle katil yargılanarak 18 Haziran'da Riyad meydanında idam edilir.
Suikast sonrası petrol vanaları açıldı ve petrol krizi sona erer. Kudüs işgalden kurtarılamadığı gibi Filistin toprakları da peyderpey eriyip gitti. Bu suikasttan sonra hiçbir Suud kralı, sarayından çıkıp da çölde yaşamayı göze alamadı. Hurma ve deve sütü ise mükellef saray sofralarının nostaljik birer katığı olarak kaldı. Batıya akan petrolün vanası ve ise hiç kapanmadı. Selam ve duayla…