Kur’anın Türkce’ye çevirileri üzerine bazı mulahizeler (1)

Eflatun Neimetzade

Tanınmış gazeteci-yazar, Azerbaycan’ın Emek­dar Gazetecisi, Hazar Universitesi “Hazar  Haber” Dergisinin Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı, kıymetli dostum Alirza Balayev`in “Kur’anın çevirisine dair bazı mü­lahizeler” kitabı Bakü’de basılmıştır (Bakü, 2018). Bu kitap, Azerbaycan Cumhuriyeti Din Kurumları İş Üzre Devlet Komitesi’nin 03. 09. 2018 tarihli DK-916/M sayılı kararıyla basılmıştır.

Kitapta yazar titizlikle derin araştırmalar yapıyor, çevirilerdeki hatalara kendi argumanlarıyla tüm dikkatimizi önemli noktalara yönlendiriyor. Kur’andaki “Mescid-el haram”, “Beyt-el ha­ram”, “şehr-el haram” sözlerinin, ayrıca Arap alfabesi ile yazılışı aynıdır diyor; okunuşu ise iki tür (cemel/cümmel) olan sözün Azerbaycan, Türk ve Rus dillerine yanlış çeviri yapıldığını kanıtlıyor ve düzğün çeviri örneklerini tek­lif ediyor.

Gazeteci-yazar A. Balayev’in Kur’anın Türkce’ye çevirisi ile ilgili  bazı düşünceleri fevkalade önemlidir ve bu araştırma hakkındaki fikir ve dileklerini siz değerli okurlara takdim ediyorum.

BÜYÜK HATALAR İLERİDE BELALAR GETİRİYOR

Yazar Balayev yazıyor ki, Kur’anın Türkçe’ye yü­ze dek çevirisi mevcuttur, fakat bunlardan tekrar basılmaya layık olanlar arasında Dr. Ali Özek’in yönetmenliğinde Hayreddin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kafi Dönmez ve Sadreddin Gümüş`ün (daha sonra “Ali Özek çevirisi” adlanacak: “Kur’an-i kerim ve Türkçe açıklamalı çevirisi”, Suudi Arabistan Krallığı, Medine-i Münevvere, 1407-1987), Prof. Dr. Süleyman Ateş`in (Süleyman Ateş`in çevirisinin her iki baskılarından istifade olunmuştur: 1. “Kur’an-i kerim ve yüce meali”, Baskı: Kılıç kitapevi. Yılı  gösterilmemiştir. 2. “Kur’an-i kerim ve yüce meali”, Baskı: Yeni Ufuklar Yayınevi, yılı gösterilmemiştir.); Dr. Hüseyin Atay ve Dr.Yaşar Kutluay`ın birlikte çevirisine (“Kur’an-i kerim ve Türkçe anlamı (meal)”, 16. Semih Ofset Matbaacılık LTD, ŞTİ. Ankara, 1991) dikkatimizi çekiyor , “Mescid-el haram”, “Beyt-el ha­ram”, “şehr-el haram” sözlerinin ve cemel/cümmel sözünün çevirisine itirazını, gerçek olanlara olumlu yaklaşımını iletiyor.

Ali Özek çevirisinde “Mescid-el haram” her yerde “Mescid-i Haram”, “Şehr-el haram” genelde “haram ay”,  “Beyt-el haram” ifadesi bir yerde “Beyt-i Haram”, başqa yerde ise “sayğıya layik ev” gibi çeviri yapılmıştır.  “Ey iman edenler! Allah`ın (koyduğu, dini) işaretlerine, haram aya, (Allah’a hediye edilmiş) kurbana (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütüf ve rizasını arayarak Beyt-i Haram`a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin...” [5 (el-Maide): 2];  “Allah, Ka’be’yi, o saygıya layik evi, haram ayı, hac kurbanını ve (kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları  (maddi ve manevi yönlerden) insanların belini doğrulmaya sebep kıldı...” [5 (el-Maide): 97]. (“Beyt-el haram”ın neden bir yerde “Beyt-i Haram”,  başka yerde “saygıya layik ev” gibi çevirildiği anlaşılmıyor?)

KİTAP ÇEVİRİSİ DÜRÜSTLÜK VE DAKİKLİK İSTER

Süleyman Ateş`in çevirdiği Kur’anda da  “Mescid-i Haram”, “Beyt-i Haram”, “haram ay” olarak çeviri yapılmış, yalnız el-Maide suresinin 97-ci ayetinde “saygıdeger ev” ifadesi yer alır: “Allah Kabe’yi, o saygıdeğer evi, insanlar için (hayat ve güven) durağı yaptı...” “Şehr-el haram’ın mükabili gibi de yalnız bu ayette farklı olarak “saygıdeğer ay” gibi verilmiştir: “O saygıdeğer ayı, kurbanı, boynu bağlı kurbanlıkları da (böyle yaptı) ki Allah`ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah’ın herşeyi bilici olduğunu anlayasınız.” ( “Beyt-el haram”,  “şehr-el haram” bütün Kur’an boyu “Beyt-i Haram”, “haram ay” verildiyi halda, neden yalnız bu ayette “saygıdeğer ev”  “sayğıdeğer ay” şeklinde çevrildiği anlaşılmıyor).

Hüseyin Atay ve Yaşar Kutluay’ın çevirilerinde de  “Mescid-i Haram”, “Beyt-i Haram” olarak; el-Maide suresinin 97-ci ayetinde ise “hürmetli ev Kabe” ifadesi yazılıyor: “Allah, hürmetli ev Kabe’yi, hürmetli ayı, kurbanı, boynu tasmalı kurbanlıkları insanların faydası için ortaya koydu...”. Yuxarıdakı Türkdilli çevirilerden farklı olaraq Hüseyin Atay ve Yaşar Kutluay`ın çevirilerinde “haram ay” ifadesi istisnasız olarak hiç yerde işlenmiyor? Onlar kendi çevirilerinde yalnız “hürmetli ay” ve “hürmet edilen ay” ifadelerini kabul etmişlerdir: “Hürmetli ay, hürmetli aya mukabildir.” [2 (el-Bakara): 194]; “Ey Muhammed! Sana hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar.” [2 (el-Bakara): 217]; “Hürmetli aylar çıkı­n­ca...” [9 (et-Tevbe): 5]; “Allaha göre ayların sayısı on iki­dir. Bunlardan dördü hürmetli aydır.” [9 (et-Tevbe): 36].

Yazar Balayev, itirazlarına devam ediyor, yukarıda zikr ettiklerine dayanıyor, mühüm hesab ettiği konunun aydınlaştırılmasına  başlıyor: ”Çevirilerde genelde “haram” sözü işlenir. Türkçe çevirilerde  “haram” sözünün manası nasıl anlaşılıyor? Belli olmuyor.

Eğer Azerbaycan’daki soydaşları gibi “haram” sözünü “yasak” manasında kabul etmiş olsak (Azerbaycan çevirilerinin izahlarında da böyle anlaşılyor); bu manada düşünüyorlar ise, bu açık-aydın büyük yanlış oluyor. Mescid-el haram neden “yasak mescit”; beyt-el haram neden “yasak ev”; şehr-el haram neden “yasak ay” olmalıdır? Anlayamıyoruz.

Mescid-el ­ha­ram­’dan sözü edilen ayelere dikkat edelim (Ali Özek çevirisinde): “Biz, Beyt’i (Ka’beyi) insanlara  (sevap için) toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail’e: “tavaf edenler, ibadete kapananlar, ruku ve secde edenler için Evim’i temizleyin”,  diye emretmiştik.” [2 (el-Bakara): 125]. Yahut ta: “sana haram aydan ve onda savaşmanın doğru olup olmadığından soruyorlar. De ki: Haram ayda savaşmak büyük bir günahtır. Ancak (insanları) Allah yolundan çevirmek, Allah’ı inkar etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine mani olmak ve halkını oradan çıkarmak; bunlar Allah katında daha büyük günahlardır...” [2 (el-Bakara): 217]. Ayetlerde Mescid-el haramın “insanlara  (sevap için) toplantı ve güven yeri”, “namaz yeri” olduğu, oraya gələnlərin qarşısında “Allah yolunu kapamağın”,  “Mescid-i Haram`ın ziyaretine mani olmak ve halkını oradan çıkarmağın büyük günah” olduğu göstərilir. Böyle mekanı, ayriyeten beyt-el haram’ı hansı mantıkla “yasak”, “gadağan”, “haram” adlandırmak oluyor? Yahut ta, dövüşmenin de yasak edildiyi bazı aylarda daha çox sevap işler görüldüğü halde onlar hansı mantıkla “haram” adlanmalı?

Yok, eğer, Türk çevirmenler “haram” sözünü “kutsal”, “mukaddas” manasında anlayorlar ise (belli olduğu gibi, Arap dilində “haram” sözü durğunun yerdeğişmesi ile  iki mana taşıyor: hárам - mukaddas  ve harám  - dinimizin yasak ettiği şeyler), o  zaman “haram” sözü yerine “kutsal”, “mukaddas” sözlerini işletmeleri gerekmez miydir? Çünkü, bir Türke (ayrıca bütün Türkdilli  soydaşlara) “haram” sözünün yalnız “yasak” manası bellidir. Türk dilinde “haram” sözünün “mukaddas” manası yoktur. “Türkçe  sözlük” de bunu tastıklıyor: “Haram Ar.  Din kurallarına aykırı olan, dince yasak olan...” (Türkce sözlük. 1.Türk Dil Kurumu Yayınleri, Ankara, 1983, s. 503).

BÖYLE HATALAR AFFEDİLEMEZ

Bu manada Ali Özek çevirisinde “sayğıya layik ev” (Beyt-el haram), Süleyman Ateş’in çevirisinde “saygıdeğer ev” (Beyt-el haram), Hüseyn Atay və Yaşar Kutluay’ın çevirilerinde “hürmetli ev” (Beyt-el haram),  “hürmetli ay” ve “hürmet edilen ay” (Şehr-el haram)  kelimelerini manaca orijinele yakın hesab etmek mümkündür.

Çeviri yazarlarının geldikleri sonuca göre,  “Mescid-el haram”, “Beyt-el haram”, “şehr-el haram” sözlerinin çevirilerinde “haram” sözünün işletilmesi topyekun  yanlıştır. Mescid-i Mukaddes, Mukaddes ev ve Mukaddes ay çevirileri bana göre düzgün olanıdır.


Alirza Balayev

Fakat, “Mescid-el haram” bütün Müslüman dünyasında bu adla tanındığına görə çeviri yapılmamıştır, yani “Mescid-i Mukaddes” kimi işlətilmediğinden dolayı orijinelde olduğu gibi kalmalıdır və bu halde “Mescid-i haram” adının ilk defa ifade ediliyor olması ise - parantezde “Mescid-i Mukaddes” izahının yapılmasını doğru buluyorum. Amma bu defa yeni soru gündeme geliyor: bir Türk, Mescid-i háрам (mukaddes)  talaffuz edecektir, yahut Mescid-i  harám (yasak) kelimelerini ?

“Beyt-el haram” və “Şehr-el ha­ram” sözleri bana göre çevirisi böyle yapılmalıdır: “mukaddas ev” ve  “mukaddas ay”. Aslinde, bu model  her hansı bir dile çevirilerde de tetbik oluna bilir.

Yazar-gazeteci Alirza Balayev’in digər mülahizəsi ve itirazları – Kur’anın 7-ci  el-A’raf suresinin 40-cı ayetinteki deve obrazına aittir: yani “el-cemel” (deve), yoxsa “el-cümmel” (halat, kalın ip)?

Çevirmen-yazar xatırlıyorr ki, muallimi – tanınmış yazar, edebiyatşinas, oyun yazarı ve ünlü bilim adamı Mir Calal Paşayev, Fuzuli’nin -

Bu qemler ki benim vardır beirin başına koysan,

Çıkar kafer cehennemden, güler ahli-azab oynar

- beytini öğrencilere şöyle  izah etmiştir: şair burada Kur’andakı bir ayet­ten istifade etmiştir. Bu ayette denilir ki, deve iğne deliğinden geçinceye kadar  kafirler cehennemde ka­la­caklar; deve ise hiç zaman iğne deliğinden geçə bil­emeyeceğine göre cehennem onların ebedi meskeni olarak kalacaktır. Lakin şairin gem yükü çok-çok ağırdır ki, eğer beire (“beir”  Arap dilinde “deve” sözünün pek çok sino­ni­m­le­rin­den biridir) yüklenmiş olsa deve zor duruma düşe bilir ve iğne deliğinden geçer ve azap ehli olan kafirler de cehennemden kurtulup sevinecekler. Ayette obrazlılık vardır. Lakin ünlü bilim adamı Mir Calal ve diğer Hocalardan Şark(Doğu) poezi­ya­sı­nın timsalinde öğrendik ki, her hangi micaz eşya ve ha­diselerin şüurda tasavvur oluna bilen karşılıklı iletişimler sonucunda yaratılıyor.  Böyle olacak halde,  iğne deliği nereye, deve nereye?!  Çevirmen-yazar konuya hala öğrencilik yıllarından şübhe ettiğini yazıyor ve ilaveten şöyle diyor: “Kur’anın Türk diline çevirileri ile tanış olmağa başladığımda da Kur’anın Rus ve Azerbaycan dillerine çevirilerinde olduğu kimi, ayetteki sözün “deve” olarak çeviri yapıldığına şahit oldum. Bir örnek veriyim; Hüseyin Atay ve Yaşar Kutluay`ın çevirilerine birlikte bakalım: “Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara, goğün kapıları açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikce cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız” v.s.

Ali Özek çevirisinde ayetteki söz “deve” kimi tercüme edilmiş (“Bizim ayetlerimizi ya­lanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenlər var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve igne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklərdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız”), diyor, sonra  ilave ediyor: “Bu ayetteki “el-Cemel” kelimesini meşhur olmayan kıraat şekillerine dayanarak Kur’andaki edebi tasvire uygun düşmediğini, deve ile igne deliği arasında bir münasebet bulunmadığını ileri sürenler vardır. Bunun için kelimenin diğer kıraattaki “kalın ip” yani, halat manasını tercih ederler. Ancak biz, umumun kıraatını göz önüne alarak “deve” manasını tercih ettik. Devenin, iğne deliginden geçmesi, imkansızlık bildirir. Manası, onlar asla cennete giremezler ve ya çok zor girerler, demektir.”

Yazar ilave ediyor ki, “Bu izahatta aklabatan hiç ne yoktur. “Halat’ın, yani burazın iğnə deliğinden geçmesi im­kan­sızlık bildir miyor mu?

Devami vardır

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.