Tanıtalım: Alirza Balayev kimdir?
1944 yılında Bakü’nün Surahanı İlçesinde dünyaya merhaba demiştir. Orta okulu yüksek puanla bitirdikten sonra Bakü Devlet Ünşiversiresi Edebiyat Fakültesi’ne girmiştir. 1966 yılında Üniversiteyi bitirdikten sonra Devlet Ansiklopediyasında ilmi Redaktör görevine atandıktan sonra bütün yaşamını gazetecilik mesleğine adamış deneyimli edebiyat adamıdır. Önce “Azerbaycan Gençleri” Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı, sonra “Pioner” Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni görevine atanıyor ve bu gazete genç kuşağın manevi, etik-estetik terbiyesinde müstesna rol oynamıştır.
Alirza Balayev, hala Sovyetler döneminde sıkı yasaklara rağmen, parlak aklı, sivri kalemi ve cesareti sayesinde demir Perde’nin çelik kurallarını delerek, Azerbaycanlı Gazeteci olarak bir grup tanınmış Rus yazarları ve Gazetecileri ile birlikte ABD’e sefer yapmış, pek çok önemli şehirlerde yaratıcılık mübadelesi yapmıştır. 1968 yıllarında Ruslardan başka ABD’e müstesna kişiler dışında hiç bir Türk’ü Sovyet Politbüro’su, özellikle ABD’e göndermiyordu. Kaleminin gücü ve peşekarlığı sayesinde bunu ilk Azerbaycanlı Gazeteci sıfatıyla, sadece kurur duyduğum aziz dostum Alirza Balayev yapa bilmiştir.
Yaratıcılığının en mahsuldar dönemini gazetecilik mesleği ile yoğunlaştıran Alirza Balayev, aklı ve kalemi daima çelik gibi sert olmuş, doğrucu ve gerçekci tavırlarıyla tanınan alnı açık şahsiyet olmuştur, daima Çınar gibi yükselmiştir. Sovyetlerin çöküşünden sonra peş-peşe yeni Gazatelerin yaratılışında kilit rolüne üstlenmiştir. Önce “Savalan”, “Hak Sözü” ve tesiscisi olduğu “Bakü’nün Sesi” gazetelerinin de yaratıcısı olmuştur. Azerbaycan gazetecileri arasında en verimli, usta gazeteci-yazar olarak bugün de Hazar Üniversitesi’nin “HAZAR HABER” Degisinde Genel Yayın Yönetmenin Yardımcısı olarak sevdiği mesleğini üst düzeyde devam ettirmektedir. “Altın Kalem” mükafatını almıştır.
Mukaddes “Kuran” kitabının çevirileri üzerine ilmi-pedagojik çalışmalarına, kendi mülahizelerini ve iratlarını beyan etmeye titizlikle devam etmektedir. Yolun açık olsun aziz dostum, zirvelere yükselişine hep sevinmişimdir. Sevgilerimle; Akademik, Eflatun NEİMETZADE.
...Evveli 9 Eylül sayımızda.
DOĞRU OLMAYAN ÇEVİRİLER AKILLARI KARIŞTIRIYOR
“Umumun kıraatını göz önüne alarak “deve” manasını tercih ettik” mülahizesi de mantıken bir araya sığmıyor. “Umumun fikri ile” razılaşmak ne zamandan ilmi yanaşma üsulu olmuştur? Bu sözün bazıları tarafından anlamsız olarak “kalın ip” gibi çeviri yapılmasına izahı verilmiyor, nedense? Kakaatime göre belli oluyor ki, meseleye hiç de ciddi yanaşılmamıştır (altı kişiden oluşan çeviri grubu bunun sorumluluğunu taşımaktadır). Balayev, çeviri yapanları mermi ateşine tutuyor.
Sonra yazar Süleyman Ateş’in çevirisinde bu konuya dönüş vardır: “Süleyman Ateş’in çevirisinin daha önceki baskılarında (şunu da not edelim ki, onun çevirileri Türkiye’de yirmiden fazla baskısı mevcuttur) ayetteki sözü “halat” gibi çeviri yapmıştır (“Bizim ayetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmağa tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve halat igne deliğinden keçinceye kadar onlar cennete giremeyecekler! İşte suçluları böyle cezalandırırız”), böyle izah ediyor: “Bazi müfessirler, ayetteki el-cemel kelimesini deve diye tefsir edip, “deve iğne deliğinden geçinceye kadar...” diye mana veriyorlar. Fakat Kur’andaki edebi tasviri ve ondaki sahne cüzlerinin nasıl bir bütün teşkil ettiğini inceleyenler, deve ile iğne arasında bir bağlantı görmezler. Ama kelimenin diğer anlamı olan kalın ip, yani halat manası alınırsa, halat ile iğne deliği arasında ince bir uyumun varlığını görürler. Bu bakımından biz, bu anlamı tercih ettik”.
Sonraki baskılarda Süleyman Ateş önceki çevirilerinden imtina ediyor, “deve” sözünü işletmiştir (“Bizim ayetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmağa tenezzül etmeyenlər var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve deve igne deliğinden keçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklərdir! İşte suçluları böyle cezalandırırız”), sebebini de şöyle izah ediyor: “Daha önceki baskılarda ayetin Arapca aslındaki el-Cemel kelimesini İbni Abbas’ın tefsirine dayanarak el-Cümmel (halat), diye tercüme etmiştik. İğne deliği ile halat arasındaki ilgi bu manayı tercih edişimize sebep olmuştur. Fakat sonradan İncilde de: “Deve iğne deliğinden geçinceye kadar, yalanlayıcıların gök kapılarından geçemeyecekleri” mealinde bir ayetin bulunduğunu görünce cumhurun benimsediği manaya dönmeyi gerekli gördük.”
DÜNYA LİTERATÜRÜNE BAKMAMIZ GEREKİYOR
Alirza Balayev cevap olarak yazıyor: “Süleyman Ateş’in kanaatine göre eğer İncildeki ayette de devenin iğne deliğinden keçmesinden konuşuluyorsa demek ki, Kuran’daki aynı yazılış şekline malik sözün de “cemel” (deve), yahut ta “cümmel” (halat) gibi okunması üstündeki mübaheseye son koya biliriz. Görünüyor ki, dünya ünlü bilim adamı, Akademik Ziya Bünyadov da, Akademik Vasif Memmedeliyev ile birlikte Azerbaycan diline çevirdikleri Kur’an metnine yazdıkları şerhlerde “deve” sözü ile alakadar doğa bilecek suali kabaklayarak, İncil’de de müvafiq ayette deveden söz olunduğunu bilerekten okurların dikkatine çatdırmışlar. İncil’e istinat mühüm argumandır ve benim şüphelerimi bitmiş hesap etmek olacaktı, eğer bir tesadüf (belki de müphem bir zaruret) olmasaydı...
XVIII. asrın meşhur İngiliz yazarı Henri Fildingin “Cozef Endrüs ve onun dostu Abraham Adams’ın maceralarının tarihi” romanını okurken bir fragman dikkatimi celp etti. Pastor (Protestant keşişi) Adams Cozef’le konuşurken şöyle diyor: “Bana daima aydın olmuştur ki, gemi halatının (yeri gelmişken, bu söz bizim “deve” gibi çeviri yaptığımız sözün daha düzğün çevirisidir) iğnenin deliğinden geçmesi daha asan olur, neinki varlının Cennete girmesi” (Filding G. İzbrannıye proizvedeniya. V dvuh tomah. M. I. Cilt, M.: Hudojestvennaya literatura, 1954, Sayfa 641 – Filding N. Seçilmiş eserleri. 2 Ciltte, 1. Cilt, Moskova, Hudojestvennaya Literatura Yayınevi, 1954, Sayfa 641).
Bellidir ki, burada Kur’anın 7-ci suresinin 40. ayetine okşar İncil ayetinden söz ediliyor ve öncelikli olan şudur ki, Hristiyan ilahiyyatcıları arasında da “deve” ifadesine şüphe ile yanaşılmış, onu kabul etmeyenler bile vardır. Asline, Fildingin de tanınmış nümayendesi (Daniel Defo ile birlikte) olduğu İngiliz maarifci rializmi ile tanış olanlar biliyorlar ki, bu cereyanın en seciyyevi yönü mehz müelliflerin kendi fikirlerini obrazlarının dili ile ifade etmeleri olmuştur. Yani Filding Pastora kendi sözünü iletmiş oluyor.
BİLİMM, DAKİK VE DÜRÜST OLMAYI TERCİH EDİYOR
Daha sonra karşımıza müşkül bir soru çıkıyor. O da şudur. Hangı dilden edilmiş çeviriden söz ediliyor ki, o dilde de, Arap dilinde olduğu gibi, yazılışı ayni olan bir söz, okunuş itibari ile hem “deve”, hem de “halat” manasını veriyordur? Bu nasıl oluyor?
Yazar bu sualin cevapı ile alakadar tahminini şöyle bildiriyor: “Belli olduğu gibi, Bibliya’nın İncil (Ehdi-cedid) hissesi kadim Yunan dilinde yazılmıştır. Bibliya’nın Ehdi-etik (Tevrat ve s.) hissesi ise kadim Yahudi, kısmen Arami dilinde (Arami dili (aslinde İbrani olmalıdır-E. N.) kadim Yahudi dilini sıkıştırmış, yok ettikten sonra) yazılmıştır.
Arami dili Yakın ve Orta Doğu’da Uluslararası dil olmuştur. Arami dili Sami dillerinin Batı, Arap dili, Güney grupuna dahildir. Arap yazısı Arami yazısının üzerinde yaratılmıştır. Arami yazısında yalnız samit sesleri ifade eden harflar vardır.
Semavi kitaplar için ehkamların benzeyişi ve bu ehkamların bu ve ya diğer şekilde bir Semavi kitaptan digerine geçmesi seciyyevidir. Arami dilinde de “deve” ve “halat” sözlerinin, Arap dilinde olduğu gibi, ayni yazılış şekline malik olduğunu ve Tevrat’tan İncil’e “deve” olarak geçdiğini ihtimal etmek olur.”
Yukarıda yazılanlardan yazar böyle sonuca varır: “Abdullah İbn Abbasın tefsirindeki “halat” sözünü kabul etmemeğe hiç bir esas yoktur.
İbn-Abbas, Muhammed Peyğemberin amcası oğlu idi, onun yanında böyümüş, yeniyetme yaşlarında ondan İslam dininin özelliklerini öğrenmiş, güzel idrak etmiştir. Kur’an’ın ilk tefsircisi olmuştur tarihte. Kur’an tefsirinde hususi maharet sahipi, figh ilminin en mahir bilicisi olduğu bilinmektedir. Kur’an’ın, hatta, dili hakkında da kitap yazmıştır. Kur’an’ın nazil olduğu devrin muasırı olan İbn-Abbas’ın tefsiri aynı devrin daha düzğün anlamını ifade etmeye gadirdir. Bu nedenle kiminse yazdığı İncil’i ve kiminse ettiği çeviriyi neden üstün tutmalıyız ki?
Bu bakımdan Fildingin keşiş Abraham Adams’ın dili ile ifade ettiği mülahizesini de ciddi bir arguman olarak kabul etmeliyiz, diye düşünüyorum.
Ayriyeten düşünüyorum ki, ayetteki sözün “cümmel” gibi okunması doğru olur, “halat” gibi anlaşılması ve çeviri yapılması gerçeğe daha yakın ve uyğun olduğu kanaatindeyim, diyor Balayev ve yanlış çeviriler hakkındaki düşüncelerini noktalıyor.
SON