“Kurban pazarları dolup taşıyor, pazarlıklar bir hayli zorlu geçiyor, kurbanlıkların bedeli bilmem ne kadardan başlıyor” gibi cümleleri her Kurban Bayramı yaklaştığında duyarız; iyi bir kurbanın hesabını inceden inceye yaparız. Bazen hangi kusurlar nedeniyle bir hayvan kurban olmaz diye kitapları karıştırır ve sorarız, bir bilene. Ancak kurban edilen hayvandan ziyade kurban kesenin kusurlarını çoğu zaman görmemezlikten geliriz.
Aslında Kurban pazarlarında ihlas alınır, ihlas satılır. Bir taraftan asıl niyetler örtülürken farklı düşüncelerle, art niyetler meydana çıkar. Kulluk tartılır, samimiyet ölçülür. Akşam olup tezgahlar toplanınca muttakilerin kazandığı, gerisinin kayıp ettiği bir sonuca bağlanır kurban pazarı. Allah pazarın yolunu tutanlara, kurban kesmeye niyet edenlere bir ölçü koyuyor daha işin başında. “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır.” (Hac,37)
“Eh zaten ete ihtiyacım var, kurban kesince hem ibadet etmiş olurum hem de kasaptan alacağım eti daha ucuza mal etmiş olurum” düşüncesiyle eller uzatılır, en iyi görünümlü kurbanlar alınırsa dahi insanın kayıp ettiği kazancını kat be kat aşar.
Bütçe müsait olmadığı halde Kurban kesmeyi bir onur meselesi yapıp “çocuklarım kimsenin eline bakmasın, komşular kurban kesmedi diye beni kınamasın” deyip bütçeyi zorlayarak, ya da borç bularak kesilen kurbanın niyetinde de bulanıklık olduğu muhakkak. Bu hesabın da tutması mümkün değildir.
Bütün ibadetlerde olduğu gibi, kalp ile kendini gösteren niyet yegâne kriterdir. Çünkü Allah kendi rızası dışında yapılan ibadeti kabul etmez. “Ameller ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti neyse eline geçecekte odur…” buyuran Allah resulü ancak niyetimizin sağlamlığına göre ibadetimizin kabul olacağını bizlere bildirmektedir.
İrfan sahipleri kurbanla ilgili şöyle der: Kurban vardır saadet ve kurbanı-ı kabuldür, kabilin kestiği kurban gibi. Kurban vardır şekavettir, Habil’in kurbanı gibi, Habil’in bir sürü koyunları vardı, en iyisini kesti ancak kabul görmedi. Kurban vardır, Abdullmuttalib’in, oğlu nur Muhammed’in babası, Abdullah için kestiği kurbandır. Bir kurban vardır ki bunun adı peygamberin ümmeti için kestiği şefkat kurbanıdır. Bir kurbanda vardır ki fazilet ve menfaat kurbanıdır, bu, hacıların ve umre yapanların kestiği kurbandır. Bir kurbanda vardır ki muhabbet ve rahmet kurbanıdır. Bu, ümmetin kestiği kurbandır. Bir kurban vardır ki sebebi kuvvetli sevmektir, Kurban edecekleri bir hayvan bulamadıklarında şiddetli üzüntüden kendi canlarını kurban etmek isterler böyleleri. Bir çeşit kurbanda vardır ki, nefislerini Allah Teâlâ’nın yolunda yok etmiş seçkinlerin kurbanıdır bunlar, “ölmeden önce ölünüz” emri gereği nefsi emarelerini Allah için yok etmişler, mutmain bir nefise kavuşmuşlardır.
Şimdi bütün bunlardan sonra kendimizi sorgulamak babından kurban pazarından dünya ve hayat pazarına şöyle bir uzanıp soru soralım nefsimize; kazanmanın ya da kayıp etmenin hesabını yapalım. Kullukla nefsin istekleri arasında gelip gittiğimizi görelim. Uydurduğumuz kılıf ve bahanelere asıl niyetimize derinlemesine, aklın ve vicdanın eliyle daldığımızda nasıl hakikatlerle karşılaştığımızı görüp kendimize gelelim:
İyi bir kurban sadece eti çok olan değil hem gösterişli hem güzel olandır.
İyi bir kurban birazda kesenin kalbinin kusursuz olmasına bağlıdır.
İyi bir kurbanın bedeli fazladır lakin her bedeli fazla olan iyi bir kurban değildir.
Kurbanda aranılan kusurlar kadar kurbanı alan, yani asıl özne olan Müslümandaki kusurların da yenilir yutulur cinsten olmalı.
Kesilen kurbanın bize kalan etini değil, dağıtılanın asıl kazanç olduğunu düşünmeli…
Bir gün Allah resulü bir kurban keser, hanımına: “Ya Ayşe kurbandan ne kaldı” dediğinde kürek kemiğinin dışında hepsini dağıttım cevabını alır. Bunun üzerine Allah resulü: “Ya Ayşe desene kürek kemiğinin dışında her şey bize kaldı” buyurmuşlardır.
Şimdi kurban pazarında hesap ve kitap yapanlar o kurbandan elde edecekleri karı kavurma tenekelerin ve buz dolabındaki etlerin doluluk oranına göre değerlendiriyorsalar hesapları yanlış yapıyorlar demektir.
Kurban Bayramı sucuk ve et bayramı değil, fedakârlık üzerine kurulu teslimiyet ve tevekkül bayramıdır.
Kurban Bayramı nefsi semirtme bayramı değil, fakiri fukarayı sevindirme bayramıdır.
Kurban Bayramı dünyaya ve dünya metaına yakınlaşma değil, rabbe yakın olma bayramıdır.
Üç kuruşluk malı beş kuruşa aldığında aldandığını hisseden bir insan, şeytanın oyununa gelip farkında olmadan kul hakkına girse, onu bunu çekiştirse, faiz yese, aynı aldanmışlığın ıstırabını hissedebilecek mi acaba?
Elbette ki her ibadetin kabul olmasını başka bir ibadetin kriterlerine koyup değerlendiremeyiz. Lakin bu tezatlığı sorgulama hakkımız da var. Madem Allah’ın emrini yapma hususunda bu kadar gayretliyiz peki hiç para verilmeden maddi bir masrafa gerek duyulmadan yerine getirilen namaz ibadetini çoğu zaman yerine neden getiremiyoruz? Bu tezatlıktan yayılan pis koku her mümini rahatsız etmelidir. Adını koyamadığımız bir pazarda kazanmış olmak mümkün değildir.
Kısaca bu dünya bir Pazar; alanı da var satanı da. Biz mal ve yeri geldiğinde can verip canan satın alıyoruz. Fedakâr ve vefamızla teslimiyet ve takvamızla ahrete yatırım yapıyoruz. Satın aldıklarımızı gösterip rabbimizin rızasına kavuşuyoruz. Bu pazar kulluk pazarıdır. Bu pazarın aldatanı şeytan ve nefis, aldatılanı insanlardır. Bu pazardaki kusurlar kurbandaki kusurlardan daha ağırdır. Bu pazar İbrahimlerin İsmaillerini Allah’a kurban etme niyetine kurulmuş bir Pazardır.
Bu pazarda kayıp etmemek ümit ve duasıyla…