Şehirli olmak medeni olmak demektir. Çünkü şehir Medine demek Medine de medeniyetin olduğu yer anlamına gelir. Bu farklılık ilk başta şehirde barınakların yani meskenlerin daha temiz daha tertipli ve en başta da daha güvenli olmasıyla kendini gösterir. Şehirde huzurlu bir hayat orada yaşamaktan zevk alıp mutlu olup rahat etmekle kendini gösterir. Hem hayat tarzı olarak hem de ahlaki ve diğer özellikleriyle mutlu etmiyorsa orada huzur bulamıyor demektir. O zaman şehrin yabancısı yabancılık çeken şehirli konumuna gelir. Şehrin sakini demek orada yaşamaktan mesut olan oradaki hayat tarzını benimseyip özümseyen insanlara denir. O mahallenin mukimi o mahallenin bir yerlisi olmak işte bu sakini olmakla başlayarak devam eden günlerde oradakilerden farkı olmamakla eş manaya gelir.
Günümüzde mahalleli kavramı mahalleyle beraber göçüp gitti. “Yerini site oturanı” site yaşantısına bıraktı. O siteleri ben hep ilk çağlardaki ilkel site anlayışına benzetirim. Çünkü orada oturanlardan başkası oraya kabul edilmez. Orada yaşamak için belli şartları kabullenmek gerekir. “Site yöneticisi” de o eski site başına benzer. Aradaki fark akraba olmamaları ve parayla bu işi yürütmeleridir. Reklamlarına bakarsanız bu sitelerin çok pahalı maliyetlerinin içine her türlü eğlence, aktivite, farklılık ve ilginçlikler konulurken asla kütüphanesi yoktur. Bu durum oradakilerin ya okuma yazması yok veya kültürü ve kitabı sevmeyen hep eğlence çılgınca zaman geçirme ama ruhların azgınlıklarını dizginleyecek okuma ve kitabın olmayışını akla getirmektedir. Birbirini tanımayan, ne iş yaptığını bilmeyen, nereye kime gittiği ne maksatla gittiği belli olmaya bu yaşama ortamı elbette mahalle kavramını da mahalleli kavramını da yok etmiştir. Bilinmezler diyarındaki bilinmeyen hayatlar. Eskiden “falan mahalleliyim, falan mahallede yaşamaktayım” dediğinizde hakkınızda az çok bilgi sahibi olunur oranın tanınmışlarıyla alakanız sorularak mutlaka bir tanıdık çıkardı. Bu artık site usulünde yoktur. Kim kime bir ortam. Zaten tercih edilen tarafı da bu: Tanınmamak. Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler…
Neden tanınmamayı ister insan. Çok tanınmak bazı yerlerde aranan özellik olurken neden sitelerde yaşanan hayatta tanınmamak tercih edilir? Ayrıca şehrin gürültüsünden, kalabalığından, trafiğinden kaçanların doluştuğu bu sitelerde yüzlerce daire vardır. Her dairede oturanların en az iki-üç arabası vardır. Bunalar aynı anda sabah vakti trafiğe çıktıklarındaki izdiham araba gürültüsü egzoz kirliliği, şehir merkezini aratmaz. Ama moda olan “şehirden uzakta olmak” onca olumsuzluğu kapatan ancak pişman da olunan bir durumdur.
Kırşehir’de bir mahallede ilk defa şehirli olmanın, şehirde yaşamanın farkındalığına muhatap olmuştum. Bekirkadı mahallesiydi burası. Dar olmayan o zamana göre geniş sayılabilecek sokakları vardı. Evlerin tamamı avluluydu. Ancak evler avlunun tam ortasında değil bir tarafı sokağa bakardı. Sokaktan da haberdar olmak için bu şekilde yapılmıştı. Sokağa bakan pencerelerin demir parmaklıklarının içinde mutlaka çiçek saksıları bulunurdu. Bu durum Özbekistan’daki mahalle hayatında eski evlerde vardır. Daha çok ortak kullanılan diğer odalara göre daha büyük olan oturma odası denilen odaların pencereleri sokağa bakar. Haberdar olmak için geleni görmek içindir. Kapıdan duyuramazsa eve gelen misafir bilir ki diğer tarafta sokağa bakan odada otururlar öyleyse oraya bakan kapı veya pencere tıkırdatılmalıdır.
Bekirkadı mahallesindeki aynı adla anılan mahalle çeşmesi herkesi doyuracak kadar en tabii suyu ikram ederdi. O çeşmede ne çamaşır yıkanır ne de sayısı az da olsa araba yıkanırdı. Çeşme mahallenin medeniyetinin göstergesiydi. Çünkü yabancı pek gelmezdi. O çeşmeye zarar veren olmazdı. İnsanların kimliği bilindiğinden zararı tazmin edilirdi.
Mahalleli kadınlar sokakta oturup hem mahalleye gelip-gideni gözetirler hem de sohbetin dedikodunun tadına varırlardı. Mahallenin gençleri asla kendi mahallesinin kızlarına laf ettirmezlerdi. Çünkü onu kendi kardeşi sayardı. Birisinde pişen “nefisleri çeker” diyerek en yakındaki kapı komşulara da ikram edilirdi. Komşuların görmemesi kokusunu almamaları için azami gayret gösterilirdi. Ya şimdi facede yediğini içtiğini gezdiğini reklam ederek gurur vesilesi olarak görenler ne kadar da çoktur.
Kentsel dönüşüm adıyla mahalle kavramı da mahalleli adı da tarihe karışıyor. Sorumluların sorumluluklarının idrakinde olarak eski mahalle evlerini yıkmak yerine onları yaşatıp başka mekanlara dönüştürmelidirler. Çünkü sadece maddi varlığı, taşı kerpici, çamuru değil hatırası pek çok şeyi anlatır sessizce anlayana. Köye gidince bazı boş yerleri gösteren çocuklar” burada ne vardı neden boş” diye sorarlar. Orada zamanında yaşmış aile ile akalı övgü ve hatıra dolu anlatışımız” ne kadar iştahla ve özlemle anlatıyorsun baba” diye sitem etmelerine sebep olur. Evet o boş arsaları yerindeki evin sahibinin unutulmaz nice hatıraları bu gün gibi yaşar. O evler de yıkılmadan yaşatılsaydı daha çok şeyler ifade ederdi mutlaka. İşte bu sebeple mahalledeki tarihi değeri olan evleri dönüştürmeyerek muhafaza edelim ki gelecek nesillere anlatacaklarımız olsun. Yoksa ruhsuz, irtibatsız, köksüz ve acayip bir durum ortaya çıkar. İzah edemeyiz gelecek nesillere. Elbette tarihi değeri olmayan, kötü bir görüntü kirliliğinden başak bir şey ifade etmeyen bu yerler yaşadıkça kirletmeye devam edecektir.
Mahalle arkadaşlığı kardeşlik kadar değerli olurdu. Çocukluktan başlayan bu serüven büyüyünce de devam ederken beraberinde hatıraları da alıp getirir. ”Bizim mahalleden yaramaz adam çıkmaz” garantisi de herkesin birbirini çok iyi tanıyarak bir olumsuzluğa sebep olanı düzeltmesinden gelir.
Şehirdeki hayata alışamayan adam, bir süre sonra sıkılır bunalır kendisini geldiği yere atmak ister. Çünkü her ezanda camiye beraber gittiği adam kalabalıkta tanınmamanın verdiği olumsuz duyguyla akla hayale gelmeyen yanlışlar yapmaktadır. Kendisini de tanımamaktadır. Herkes bir birine doğruyu söylememektedir. Oysa köyünde yalancı sıfatını yemek en kötü bir iş en büyük cezaydı. Cami müdavimi adam da bu kalabalıkta camiyi unutmuş nereye takıldığı belli olmasın diye hep kılık değiştirerek ruhundaki boşluğun peşinde koşmaktadır. O mütedeyyin adam gitmiş bir “çakal” ortaya çıkmıştır. Demek ki zamanında da varmış ama bastırılıyormuş. Şimdi ortamını bulunca her şey ortaya döküldü.
Mahalleli yerine oraya dikilen insan depolayan, üst üste insan istifleyen ruhsuz binaların verdiği zarar bir harple dahi verilemeyecek kadar büyüktür. İsterse şehrin merkezinde rantı yüksek bir yerde de olsa eski mahalleler yok edilmemelidir. Şehir merkezinde kalan tarihi olmasa bile eski olan binalar ne yıkılmalı ne de etrafına büyük apartmanlar dikilerek kuşatılmalıdır. TOKİ binalarının gölgesinde-ortasında kalmış bir kümbetin mahzunluğuna üzülmeyen var mıdır acaba?