Malazgirt, Türk tarihinin dönüm noktalarından biridir. Anadolu'nun kapıları açılmış ve bu verimli topraklar üzerine kurulan devlet, üç kıtaya yayılarak belli dönemlerde Dünyaya hükmetmiştir.
26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, günümüze ulaşan değişik bilgilere göre; 20.000 - 40.000 kişilik Sultan Alparslan komutasındaki Türkmenler ile 120.000 - 200.000 kişilik Bizans ordusu arasında geçmiştir. Mezopotamya Bölgesinde yaşayan ve savaş bölgesini iyi bilen tamamına yakını Müslüman Kürtler, Mele Yahya komutasında ve bir kısım Müslüman Arapların da olduğu 10.000 - 20.000 kişilik süvari ile Alparslan 'ın ordusuna katılmışlardır (http://www.anadolugenclik.com.tr/turklerin-amcaogullari-kurtler-ve-malazgirt-savasi-209). Bizanslıların içerisinde yer alan bazı Türkler ile Bizans zulmünden bıkan farklı etnik ve dini gruplardan oluşan yaklaşık 10.000 kişilik asker, Bizans'a ait savaş planları ile birlikte Sultan Alparslan’ın tarafına geçmiştir. Mele Yahya komutasındaki Kürt süvariler ile saf değiştiren askerler kelebek etkisi ile Alparslan’ı güçlendirirken Romen Diyojen’i de zayıflatmıştır. Ayrıca gerçek bir lider ve komutan olan Alparslan, ordusunu şu sözlerle savaşa hazırlamıştır; “Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım; ya da şehit olarak cennete giderim. Sizlerden beni takip etmeyi tercih edenler, takip etsin. Ayrılmayı tercih edenler, gitsinler! Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira bugün ben de sizlerden biriyim. Sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim. Beni takip edenler ve nefislerini yüce Allah’a adayarak şehit olanlar, cennete; sağ kalanlar gaziliğe kavuşacaktır. Ayrılanları ise, ahirette ateş, dünyada da rezillik beklemektedir” diyerek orduyu manevi ve psikolojik olarak da hazırlamış ve zafere ulaşmıştır.
Bu bilgileri Anadolu’nun kimlerle ve nasıl kazanıldığına dair bilgileri şovenistlik yapılmasın diye yazma gereği duydum. İngilizler bu topraklara kin ve nefret için çok fazla ırkçılık tohumu serpmiş. Tarih kitaplarımız ile eğitim sistemimiz de Anadolu Birliğini kurmaktan uzak duruyor. Okuma-araştırma-düşünme ve sorgulama da olmayınca kimi diplomalı cahiller, yalan-yanlış sözlerle şovenistlik yaparak 1000 yıllık kardeşliği yok ediyor!
Anadolu’nun Türkmen Beyi Alparslan tarafından alınmasını Batılı Hristiyanlar tarih boyunca hazmedemediler. Anadolu'yu tekrar ele geçirmek için her yolu deniyorlar. Haçlı seferleri, Lawrence’lar, darbeler, içimizden satın aldıkları hainler, görünüm değiştiren Sabatey’ler ile kriptolar, çok sayıda ve çeşitli adlarla anılan teröristler ve daha neler neler...
15 Temmuz 2016 hegemon ABD, İngiltere ve avenesi ülkeler ile içimizdeki satılmış uşakların güçlerini birleştirdikleri halde heveslerinin kursaklarında kaldığı tarihi bir destandır. Unutulamaz ve Kut-ul Amere Zaferi gibi unutturulmamalıdır! Her zaman dipdiri olmalıyız. Eğitimden kültüre, tarımdan hayvancılığa, makineden savunma sanayisi başta olmak üzere her alanda rakipleri yakalamak ve öne geçmek zorundayız. Değilse saldırılar bitmiyor, bitmeyecek.
15 Temmuz gecesi evimize değercesine ses duvarını aşan uçaklar; bize, halka yani uçakların-tankların sahibi ve askerlerin her türlü giderini karşılayan millete korku salmaya çalışıyordu. Ne acı!...
O gece oğlum;
-“Kızılay’a- Külliye’ ye gidelim baba” dedi. Evden birlikte çıktık. Dikimevi’ ne varınca iki tank ile karşılaştık. Geçişe izin verilmiyordu. Henüz çok kişi de yoktu. Beş dakika bile geçmeden her sokak ve cadde’ den insanlar adeta sel olmuş, geliyorlardı. Yol, insanlardan aşılmaz bir kale’ ye dönüşmüş ve kimisi tankların üstüne çıkıyordu. Kimi cüppeli ve sarıklı, kimi bozkurt işaretli, kimi işaret parmaklı, kimi sağ-sol yumruğunu sıkmış ve avazı çıkıncaya kadar bağırıyor, sloganlar atıyordu. Kimse birbirine sen necisin, sağcı mısın solcu mu, Türk müsün Kürt mü, alevi misin sünni mi gibi saçma sapan sorular sormuyordu. Ayrımcılık kimsenin aklına bile gelmiyordu. Çünkü söz konusu olan vatandı ve bu vatan da herkesindi.
Tanktaki askerler ateş açmadı ve teslim oldular. Askerlere zarar verilmeden polislere teslim edildi. Bir yandan da oğluma tarihi dersler vermeye çalışıyordum;
-“Tarihten ders alınmazsa tekerrür eder. Fırsat vermemek gerekir; Oğlum, gelenlerin ayağına, elbiselerine, arabalarına dikkatle bak! Bunlar toplumun en gariban ve fedakâr insanlarıdır. Rahat zamanlarda genellikle yok sayılan yiğitlerdir. Dikkat et. İşte bunlar, bugün olduğu gibi tarih boyunca gözlerini kırpmadan vatan-millet, ezan-bayrak, namus ve hürriyet için ölüme atlayan isimsiz kahramanlardır. Savaşta en önde giderler. Ganimet zamanı ise en sonda yer alırlar. Bunlara rağmen de vatanlarına küsmez ve hıyanet etmezler” diye anlatmıştım.
Menfaati veya kendince sebeplerden dolayı renklerini belli etmeyen, evlerinden çıkmayıp durum değerlendirmesi yapanlar, bir yandan da meydanlara çıkanlara, “ne işiniz var? Evlerinize dönün!” diye akıl veriyorlardı. Bir hafta sonra en büyük kahraman oluverdiler. Hatta kimisi seçimlerde vekil bile olmuştu!
Çeşitli kurumlarda kripto (gizlenen) kimi görevliler (!) ise boş durmuyor, kimi vatansever veya suçsuz insanları iltisaklı veya ilişkili göstererek hedef saptırıyorlardı. “Bu da Fetöcü olabilir, 2008 yılında PDY-Fetö yapılanmasına ait bir derneğin sempatizanıydı (bu tarihte böyle bir örgüt var mı? Bir dernek dediğin hangisi? Hangi davranış ile sempatizan diye tanımlanmış?), gidip aklansın da gelsin, amir kanaati vb.” gibi iftiralarla dolu uygulamalar, tarihin affetmeyeceği hususlardandır. Belki bir gün de bunu yazmalıyım.
Hegemon devletlere uşak olan ve ülkemizin kaymak tabakasını oluşturan çok sayıdaki elitler, bir yolunu bulup kaçmayı başardı. Piyonlar ise kaçamadı. Tarih, benzer derslerle dolu ama alınmıyor. Çünkü basit menfaat, makam, terfi, mevkii, tayin, ihale, kadın ya da herhangi bir çıkar ağır basıyor. Merak ediyorum, candan ve vatandan daha kıymetli ne olabilir? Şehit kanıyla sulanan bu aziz toprakları hangi dünyalık imkân satın alabilir? Vatanına göz dikenlere uşaklık yapılır mı?
Biz ve bizden sonrakiler, bizden öncekiler gibi bu vatana canımız pahasına sahip çıkacağız. Hegemon devletlere güvenerek efelenen batıdan doğuya, güneyden kuzeye, uzak ya da yakın hiç kimse heveslenmesin. Her türlü yokluğa rağmen Çanakkale’de yaptıklarımızı misliyle yaparız!