İslam’ın doğduğu yer Mekke-i Mükerreme de Zahir Mahallesi'nde yer alan, dünyanın dört bir yanından Mekke'ye gelen Müslümanların ilgi gösterdiği, Mekke Müzesi’nde sergilenen kıymetli eser ve malzemeler, İslam tarihinin en paha biçilmez hazineleri olup, Müzenin süsleyen eski 120 yıl öncesine ait Osmanlı Devleti’nde fotoğrafçılığın en büyük destekçisi olan Sultan II. Abdülhamid’in bizzat çektirdiği Mekke ve Medine’ye ait, Surre Alayları ve Hicaz Demiryolu da Kabe-i Muazzamanın geçmişe ait fotoğrafları, duvarlarında görülebiliyor. Osmanlılar zamanında kullanılan keçe ile sarılmış tekerlekli ahşap minber, Sultan Murad Han tarafından yaptırılan Hacerülesved mahfazası , 3'üncü Murat Han'ın yaptırdığı taş oyması eserler ile Osmanlı Sultanı Abdülmecid döneminde yapılan Kâbe'nin ahşap sandukası ve altın oluk, 3. Murad tarafından yapılan Mescid-i Nebevi minberinin kapısı da dikkat çeken eserler arasında. Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait minber başlığı ,Makam-ı İbrahim'in pirinçten eski muhafazası, Osmanlı zamanından kalma saat ve güneş saati, minare ve kubbe ile alemleri, ışıklandırma aletleri. Zemzem muslukları ve Kabe-i Muazzama'nın içerisinden ve çevresinden çıkartılan mermer ve ahşap sütunlar da müzenin bahçesini süslüyor. Mermer sütunlar söküldükten sonra üst ayağında altınların çıkması ecdadımızın ilerde yapılacak tamir için kullanmasında gösterdiği bir hassasiyet de düşündürücüdür. Kabenin kapı örtüsü Beytulllahın geçmiş dönemlerde kullanılan kapıları, Üçüncü Halife Hazreti Osman tarafından (Osman Bin Affan) tarafından yazdırılan el yazması Kur'an-ı Kerim. Memluk (Mısır) Sultanı Berkok zamanından kalma taş kitabeler, Osmanlı Döneminde. Kabe-i Muazzama'nın iç mimarisini gösteren bir tablo da yine müzede yer alıyor. Zemzemin çıktığı kaynağın bulunduğu yere yapılan kuyunun geçmişte yapılmış çizimi Mekke ve Medine'nin tarihî geçmişine ışık tutan müzedeki en eski eserler arasında; Sahabe döneminde hicri 65 yılında Kâbe-i Muazzama'nın iç sütunlarının altında yer alan bir ağaç kütük, ilk zemzem kuyusu muhafazası ve Beytullah'ın ilk iç örtüsünün dokunduğu tezgâh ile dokuma tezgahı yer alıyor. Kabe'nin anahtarı. Müzedeki en yeni obje ise, Kâbe-i Muazzama'da halen süren genişletme projesinin maketi. Projenin birebir kopyası olan maket, Kâbe-i Muazzama'nın da içinde bulunduğu Mescid-i Haram bölgesinin çalışmalar tamamlandığında nasıl bir hale kavuşacağını gösteriyor. Ayrıca Sultan Abdülhamid’in Mekke Emiri’ne yazdığı mektup da müzede sergilenen eserlerden birisidir.
1900’lü yıllarda, mukaddes topraklarda otel sistemi anlayışı olmadığından, Allah yolunda yapılan canıyla malıyla yapılan amellerin, Allah’ın rızasına mazhar olacağı, zayii edilmeyeceği belirtilmektedir. Yapılan bütün amellerde niyet ‘Allah Rızası’ olmalıdır. İnfak etmek, savaşmak, şehid olmak, hicret gibi toplumu ilgilendiren ameller dünyevi bir karşılık beklemeden sadece Allah rızası için ve İslam uğruna yapılan, Allah’ın iradesine uygun olan her şey Fi Sebilillah’dır. (4- 76 ve 9- 120)
Buralarda yaşayan halk günlerce önceden şehir dışına çıkar, hiç tanımadığı bir yerden hac yapmak maksadıyla gelen kişileri karşılar ve bundan da büyük şeref duyar Allah’ın rızasını ararlardı.
1903-1904 yıllarında, Mekke halkı hacıları karşılamak üzere şehir dışına çıkmış. Her kes hacıları evlerine götürünce dar gelirli evi de bir oda ara o lan biri, gözüne kestirdiği uzun boylu, endamlı, sakallı, normal giyimli birisinin yanına yaklaşarak, kendisini evinde misafir etmek istediğini bildirir, gelen şahısta kimseyi rahatsız etmeden hac suresinde Kabe’de yatmak olduğunu bildirir. Herkesin hacısının aldığını kendinsin ise hacı alamadığını üzüleceğini eğer gelirse büyük şeref duyacağını söyleyerek rica minnet evinde kalmasını ikna etmiş.
Hac müddeti boyunca o kişinin evinde her türlü ihtiyaçları hane sahibi tarafından karşılanmış. Hac sonunda helalleşerek
Ayrılırken, hacı olan misafir, hane sahibine bir kese altın hediye etmek istemiş.
Hane sahibi bu altınları kabul etmek istememişse de, hacı olan zat fevkalade ısrar edince, ev sahibi kabul etmek zorunda kalmış. sonunda hane sahibine bir de mektup bırakıp ev sahibine demiş ki: Bu mektubu ben gittikten en az bir gün sonra Mekke Emirine teslim et! Hacı gittikten bir müddet sonra hane sahibi kendi kendine: Allah, Allah! Ben kim, koskoca Mekke Emiri kim, bu mektubu yazan o hacı kim! diye düşünmüş. Hanımı mektubu Mekke Emirine muhakkak vermesi gerektiğini, aksi halde vebal altında kalacağını söyleyerek beyini ikna etmiş. Mektubu Mekke Emirine vermiş. Emir mektubu açınca hemen ayağa kalkmış, selam durmuş ve hane sahibine sormuş:
- Şimdi nerede bu misafir ettiğin zat-ı muhterem?
- Efendim, haccını tamamlayıp memleketine döndü.
Mektup: Ben Harem-i Şerifin Hadimi Halife-i Müslimin Sultan Abdülhamid Han-ı Sani ki. Bunu duyan adam bayılmış ve iki gün kendine gelememiş. İşte Sultan Abdülhamid Han, devletin bekasını ve belki de mütevazı bir hac yapamayacağını düşünerek, kimseye haber vermeden hac vazifesini yerine getirmiş ve efendimizi (s.a.v) ziyaret ile şereflenmiştir.
Hayatı boyunca ibadetlerini hiç aksatmayan, abdestsiz evrak imzalamayan, kadere inanan, siyasi dehâ, büyük devlet ve aksiyon adamı, yüce şahsiyet, dindâr, tasavvuf ehli ve yüce bir velî, takvâsı, muhafazakârlığı, maneviyat erbabı olan Cennet-mekân Sultan II. Abdülhamid Hân r.a. hakkında Celâl Bayar, 1960'larda kaleme aldığı hâtıralarında "İkinci Abdülhamîd, kendisine muhalefet eden hâkimlere, davaya ve mahkemelerin kararlarına karşı hiçbir hareket ve teşebbüste bulunmamıştır. Esasen İkinci Abdülhamîd, adalet ve kazâ (yargı) hakkına bağlı işlerin sorumluluğunu, adliye nâzırı (adalet bakanı) Abdurrahman Paşa'ya bırakmıştı. Adliye işlerine karışmazdı. Abdurrahman Paşa da bu konuda ziyadesiyle dikkatli ve ciddi idi. Müdahale, kimden ve nereden gelirse gelsin asla kabûl etmez, reddederdi. İkinci Abdülhamîd, Paşa'nın bu tutumunu takdirle karşılardı. Bu yüzden Abdurrahman Paşa zamanının adliyesi ve kazâ (yargı) organlarının başında bulunan hâkimleri, vasıfları ve feragatleri bakımından bugün için dahi aranacak değerli şahsiyetlerdi. İkinci Abdülhamîd, idam cezasından da hoşlanmazdı. Uzun saltanatında Sultân Abdülhamîd, sadece 5 katilin idamını onayladı, diğerlerini müebbede çevirdi. İç ayaklanma, isyan, ihtilâl teşebbüsü, silâhlı başkaldırıların asker gücüyle ve şiddetle bastırıldığı doğrudur. Ermeni ayaklanmalarını bu şekilde bastırdığı ve doğuda Kürtleri onların kıyımından kurtardığı için padişahımızın adının Avrupa'da 'Kızıl Sultan'a çıktığı ve hakkındaki bu tabirin bizim millet ve devlet kavramlarına bîgâne olanlarımız tarafından da kullanıldığı malûmdur. Fakat devlete karşı suçlarda da cezaların hafifletildiği görülmektedir. “Dava sayısı çok azdı. Vatandaşlar, imparatorlukta her kavimden milyonla insan yaşadığı halde, biri biriyle davalı bir toplum oluşturmuyordu. Anlaşmazlıklar; aile, esnaf, mahalle arasında çözümlenirdi. Olur olmaz şey için yargıya gitmek ayıp sayılırdı” diyerek, anılarında belirtmiş. Ruhuna bir Fatiha’yı eksik etmeyelim. Selam ve duayla.