Bir güzel atavatan toprağı… Zamanında şehrin Hanı burada yaşarmış. Bu sebeple buraya o zaman da şimdi de “şerhan” denilir olmuş. Aslında “şehri han” olması lazımken söylenirken şerhan “olmuş. Ancak bu şehirde bir de buranın valisi yaşarmış. Savaşa giderken en sevdiği son hanımını burada bırakmak mecburiyetinde kalmış. İşte burada bıraktığı canı kadar sevdiği hanımı için onu emanet ederken” Anda canım kaldı” demiş. Burası da zamanla “Andican” şeklini almış. Şehrin her şeyi güzelmiş. Havası serin, suyu berrak, meyveleri leziziz imiş. Bir baba kızının gözlerine bakarken bu berrak sulardan içercesine dalar gider. Hatta TV’de işittiği bir şarkıyı ona bakarak mırıldanırken kendinden geçermiş. “Gözlerin bir içim su, içim yandı doğrusu”. Bir içim suymuş kızın gözleri babasına. O serin bulakların şırıldayan akışı onu hep kızının ağladığı zamanki gözyaşlarına alıp götürürmüş. Zaten babası kızına ismini verirken memleketinin güzelliklerine hayran olduğu için vermiş.
Kız büyüdü, serpildi. İnce fidan boylu bir kız oldu. Onu tarif edenler göz rengini hafif sütlü kahverengi olan sümelek rengine benzetir olmuşlar. Lakin babasının gözünde “bir içim su” dur hala. Kızın gözleri sümelek, kaşları da kepelek yani kelebeğin kanatları gibi narin, zarif ve hilal gibiymiş. Bu güzel tasvirinde en zirveymiş. İşte kızın başka özellikleri şöyle de anlatılır olmuş. “Ak bilekli Andicanlım, damağı altı mercanlı, dişi mercanlı” olarak tarif edilmiş. Ama bunlar babanın gözünde kızını anlatmakta aciz kalan kelimelermiş. Hele bir de oyuna düştüğü” yani oynamaya başladığı zamanki rakstaki kıvraklık Endülüs’teki raksı aratmayacak kıvraklıktaymış. Boyu yürüyen selvi, saçlarının taa ayak topuklarına kadar uzanan örgülü hali bambaşka zarafet katıyormuş kızın figürüne.
Kız büyümüş, okulları birbiri ardına yüksek başarıyla tamam etmiş. Akıllı ve zeki bir kızmış. Ata-anası onun fohurlanıyor, iftihar ediyorlarmış. Bir o kadar da okullardaki hocalarından alıyormuş tebrikleri. Çünkü saygıda zirve, ahlakta kusursuz, figürü mükemmel, diyalogları gönül okşayan tarzdaymış. Zaman geçti. Bir zaman sonra üniversite yıllarında yolu benim rahle-i tedrisime de düştü. Anlatılanların azı var çoğu yoktu. Tam bir hanımefendiydi o. Bu üslubu ve seçtiği kelimeler, tavrı ve edası hep onun asaletine yakışan tarzdaydı.
Bir bahar mevsimiydi. Nevruz kutlamaları vardı. Nevruz eyyamı en çok gözlenen vakit olduğundan Özbekistan’ın her tarafı flamalarla, bayraklarla ve zafer taklarıyla süslenmişti. Memleketin her tarafı adeta baharın gelişini ve en büyük bayramı kutluyordu. Özbek halkı bayramı hele hele de memleketin ortak bayramı olan nevruzu kutlamakta o kadar istekli ve o kadar candan bekliyordu ki bu istek hazırlıklara da yansıyordu. Apartman kapsının önünde kalabalık ve ağıt sesleri işittim. Zaten hazırlanıp derse gidecektim. Biraz daha hızlı bir şekilde hazırlanıp koşar adımlarla aşağıya indim. Ağlayan benim öğrencimin babası ve annesiydi. Komşular da teselli etmeye çalışıyorlardı.
-Memleket gitti! Memleket yok oldu. Vah benim memleketim. Canım memleketim! Ben memleketsiz ne yaparım? Güzel memleketim! Canım cananım memleketim! Sana ne oldu da böyle oldun memleketim!
Ağıtlar, ağlamalar ve feryatlar o kadar çoktu ki! Beni tanıyan baba gelip sarıldı. “Damla memleket nerede? Memleket yok artık. Memleket öldü. Memleketsiz ne yaparım?” diyordu.
-Yahu memleket ayakta. Memleket huzur içinde. Bir baskın, bir isyan, bir savaş yok, barış var. Memlekete ne olacak, siz yeni müstakilliğin tadını çıkarın memlekete de Özbekistan’a da hiçbir şey olmaz. Kerimov bey sizin için memleketinizi koruyup kolluyor düşmandan. Neden memleket hakkında bunca karamsar konuşuyorsun. Bunca feryada ne gerek var” dedim.
-Yok hocam yok memleket diye kızım vardı ya o hastaydı yok oldu ölüp gitti. Hastaneden haber geldi ben ona feryad ediyorum” dedi. Meğer memlekete sevgisinden dolayı kızın adını “memleket” koymuş. Vatan kadar aziz olsun istemiş. Memleket kadar sevilen sayılan ve faydalı olan bir insan olsun istemiş. Ne güzel bir temenni ne güzel bir isim. Memleket gitti ama memleketi kaldı geriye. Memleket gibi üretken ve faydalı bereketli, huzur verici başka ne olabilirdi ki?
Memleket, taşı toprağı, gülü yaprağı, denizi çeşmesi velhasıl güzellikleriyle bahtiyar insanlar mekanı… Memleket hanım da bir o kadar candan, o kadar temiz, o kadar abide bir şahsiyetti. Etrafımızda o kadar kötü örnekleri mevcut ki Memleket gibi havadar, memleket kadar mesut, memleket kadar cana can katan, memleket gibi özlenen, memleket gibi bağlanılan başka bir varlık var mıdır? Memleketin memleketinde huzur verici bir ortamda memleket sevgisiyle dolu, memleket şarkıları söyleyerek, memlekette şarkılar söyleyerek yaşamak… Memleket kadar güzel, memleket gibi faydalı, memleket kadar aziz kadınlarımız bu gün nerelerdeler acaba? Hep söylenen iyi bineklere binip başka diyarlara başka alemlere göç mü ettiler acaba? Küsüp gittilerse lütfen tekrar gelip bizi mesut etsinler bu soysuzlaşmadan kurtarsınlar ve abide Türk kadını timsaline devam etsinler.