Meskun mahal şehrin ortası, iskan edilen yaşanılan yer… Meskun mahalde bazı işler yasaktır. Çünkü orada yaşayanların rahatsız olmamaları için verilmiş bir karadır bu yasak. Meskun mahalde sükun var mıdır? Meskun mahal orada yaşayanlara sükun ve huzur vermekte midir?
Köyden sıkılan insan şehre koşuyor. Biraz da mecburiyeti olanlar olsa da şehirde rahat yaşamak, imkanlar içerisinde yaşamak hayaliyle koşuyor şehre. Geçim kolaylığı, hayat kolaylığı ve zevk eğlence bulmadaki kolaylık. Elbette bu kalabalıklar arasına şuursuzca dalışın bir de kötü sonucu olacaktır. İşte o kötü sonucu fark ettiği zaman iş işten geçmiş olacaktır. Bu da insanın köyden gelen insanın meskun mahalde sükunete eremediğini gösterir. O acımasız çarkın dişlileri arasında ufalanan, ezilen yok olan insandır. Önce hayalleri yok olur, sonra ruhu ve en sonunda maddi varlığı değirmende ufalanıp yok olur. Bu da bir neslin yok oluşuna şahit olmak demektir. Nesillerin böyle acımasızca yok edilmesine karşı tedbirler alınmalıdır.
Eski şehirler birer medeniyet merkeziydi. Daha medeni daha üst seviyede bir hayat yaşamak için gelinen şehir artık var mıdır? Şimdi şehre gelenler bir dava uğruna, bir ilim öğrenme uğruna mı geliyorlar yoksa köyünde kazandığı yılların birikimini göklere değen apartmanlara, arsızca ve hayasızca yaşanan adına “çılgın eğlence” denilen ahır dolusu varlığın bir araya geldiği mekanlardaki eğlenceye harcamak için mi geliyor. “Büyük denizde boğulmak” denilen boğulacağını bile bile sahibi olduğu değerleri terk edenlerin üst üste istiflendiği mekanlarla doldu.
Göklerle yarışan apartmanların birer insan depolama merkezi, birer insan deposu olduğunun farkına varamayan masumların aklını fikrini reklamlarla çelip perişanlığa götüren yolu açanların vebali büyüktür. Bu meşhur ve lüks sitelerin reklamla beyin yıkayan reklamların övdüğü şehirde bir “ibadet yeri” sayılır mı? Buralarda hiç “kütüphanesi de var” denildiğine şahit oldunuz mu? Giriş kapısından girdikten sonra hiç kimsenin diğerinden komşusundan haberdar olmadığı” herkesin kendi hayatını yaşadığı” bağlantısız kimsesiz günahkar hayatlar…
İstanbul’u mesken tutanların dün aradıkları çalışmaktan yorulup bir huzur bulmak için uğradıkları mekanlar var mıdır? İstanbul’daki eski manevi hava ruh var mıdır? Pek çoğu kıblesini bilemez. Zaten yaşayanların kıble endişesi yok ki kıble bulma endişesi olsun. Tamamen maddenin esiri olmuş, zevkin esiri olmuş en aşağı bir eğlence anlayışının esiri olmuş yaşayanlar. Burada nice genç kurban edildi. Nice çocuk yaştaki insanlar acımasızca, kahpece perişan edildi. Ormana dikilen fidanlar misali bir kısmı toprağı beğenmedi kurdu tutunamadı bir kısmını toprak beğenmedi bir kısmını da kasten hayat hakkı tanımayarak yok ettiler. Şehirleri masumiyeti gitti yerini “şehrin ejderhaları” aldı. Korkunç ve zalim…
Bunca insanın köyünden koparak bin bir hayal ile geldiği şehir, kısa zamanda yok ettiği paçavraya çevirdiği insanların bu halinden vicdani bir sorumluluk duymakta mıdır? Elbette hayır. Çünkü o bu değirmende parçalanmaya razı olarak geldi. Şehrin vicdanının olmadığını, acımazlığının en üst noktada olduğunu bilerek geldi. Şimdi pişman ancak yüzü yok mecali yok, ancak kısa süreli gittiği köydeki hayatı andıran “hobi bahçesi” gibi eğlencelerle zaman öldürmektedir.
Şehrin sokakları kaldı mı? Eski sokak kültürü mahalle kültür kalmadığı kesin. Birbiri ile iki çift laf etmeyen insan nasıl bir yakınlık tesisi edecektir? Şehirde günahsız ararken ilk taşı atacak bir günahsız var mıdır? Şeytan taşlayanların şeytanlıklarını taşlayacak günahkar olmayan insan var mıdır? TV’de yayımlanan şehrin “arka sokaklar”ında cereyan eden olayların acımazsıca yok ettiği hayatlardan ne kadar haberimiz var?
Şehrin ağıtları var mı? Şehrin türküleri var mı? Eğlenirken hangi türküyü, ağlarken hangi ağıdı yakarak ağlarlar. Hangi oyunla mutlu olurlar? Ayak oyunları onları ne kadar mutlu eder? Bilen var mı? Yoksa herkes kendi evinde, kendi ağıdını yakıp, kendi türküsünü söyleyip de var olana ayak uydurup yol almakta mıdırlar?
İşte başa dönecek olursak bir medeniyet uğruna, şehirli olmak uğruna koşup gelinen şehrin ne medeniyeti kalmış ne öğrenilecek bir medeniyet kırıntısı kalmış. Akif’in dediği gibi “Tek dişi kalmış canavar”olan medeniyetin dişlerinden kan akarak nice masumun kanına girdiğini haykırıyor. Ama hala bu canavarın kollarına adeta tango dansı edercesine atılmaktadır insan. Kiminle dans ettiğini bilemeden. Şehirlerin haz imal eden zevk merkezleri olmasına mani olunmalıdır. Bir zaman Paris de böyle bu misyonla imar edildi ancak itirazlar ve akıllı mimarlar milli düşünceye sahip fikir adamlarının yardımıyla o yükten kurtulmuştur. Balzac bile bu fikri ”şehirlerin zevk üreten merkezler olmamasını” istedi. Paris’in şekli şimali değişti havası değişti. Herhalde kurtaracak bir yiğit vardır “o kara maderini”. Kısacası meskun mahalde sukunet yok. Lakin işitecek kulak, algılayacak akıl da yok bu sessiz feryadı. Adeta bir hortum gibi içine çekip perişan ediyor ve sonrasında posasını atıyor insanın. Bu sessiz çığlığa yön vermek, kulak vermek gerekir.