SEFER AŞIR ERASLAN
Mezar ziyaretlerini çok severim. Onların sessizliğinde monolog yapmayı da. Şayet mezarlığa gitmem biraz gecikmişse özlerim onları da, hasretimi gazetelerin “ölüm ilanları”na bakarak gideririm. Tanıdıklardan veya tanınmışlardan birisinin ölüm ilanı ile kederlenirim. ”Bir zamanlar neydi bak şimdi ne oldu” derim. Hem mezarlıkta hem de ölüm ilanlarını okurken kimseye kızmaz, kimseyle hesaplaşma içerisinde olmam.
Mezarlıkları insan müzesine benzetirim. Medeniyetler müzesine giderken bilgi sahibi olarak gitmek gerekmez. Çünkü içeride bir rehber veya bir görevli vardır size bilgi verecek. Ancak mezarlıklarda bu yoktur. Hepimizin göreceği ziyaret edeceği bellidir bilinir. Orada yaşayanların zaman içindeki yolculuğu kadar eskimişliği de var. Müzelerde ise milyon yıllara dayanan bulgudan elde edilen bilgi vardır. Oysa mezarlarda yatan ve geçmişi, ziyaret eden tarafından bilinen şeydir. Müzeler ve mezarlar… Biri eski tarihin diğeri yakın tarihin canlı mirasçılarıdır.
Ormanda ağaçların dalları, her rüzgarda salınıp birbirine çarpıp, ses çıkarırlar. Sanki mahalle kavgası gibi bir gürültü bu, sesten öte. Onlar toprağın üstünde böyle dalaşıp sesleri çıktığınca bağrışırken yerin altındaki kökleri sessiz ve sakindir. Onca ses velveleye şayet yerin altındaki sağ olsalardı nasıl bir katkıda bulunurlardı siz tahmin ediniz. Mezarlıkta yatanların sessizliği bazen hüzün verir bazen de ibret. Çünkü selam veriyorsun selamını alan yok. Belki alıyorlar da biz işitmiyoruz. Onu alamadı yerine koyuyoruz. Ama dünyada aynı şeyi yapana da olanca öfkeyle kızıyoruz. Ya onun da kulağı işitmemişse, ya o da dalgınsa, ya o da meşgulse… Ağacın dalları ile kökleri arasındaki alakayı insanın yaşarkenki tavırları ile öldükten sonraki durumunu açıklıyor.
Her gittiğimde gelmeyeceğini, konuşmayacağını bile bile gidiyorum. Oysa bu dünyada gelmeyeceğini bildiğimiz birine biz de pabuç eskitmeyiz. ”Hiç olmazsa yattığı yeri göreyim” diye gidiyorum. Yerini görmekten mutlu oluyorum. Oysa sen o iki metre yere sığacak adam mıydın? Dünyadaki bıraktıkların ile içinde bulunduğun yer hiç birbirine mütenasip bir durum değil. Ama olsun sen orada mutluysan, sen orada sessiz kaldığına bir şikayette bulunmadığına göre bu küçük de olsa yerinden memnunsun demektir, bu yeter. Çünkü “sükut ikrardan gelir” derler eskiler. Senin sükutun oradan memnun olduğun anlamına geliyor bize. Onca mezarın içinde senin yattığın yeri işaretlemiş gibi buluyorum. ”Çekiyor” derler ya işte öyle. Aslında ecel mi çekiyor, mezar mı çekiyor bilemiyorum. Aslında sen gittin bize de gitmek her zaman var lakin bizim sıra henüz gelmemiş. Bu dünyadan taksit taksit alıyorlar o tarafa. Zaten taksite de alıştık ya acayip gelmiyor bize. Bunu fırsat bilip birkaç güzel şey yapmaya çalışsak da dünya bu, zaman zaman nefsimizin yeline kapılıp gidiyoruz sana doğru. Bilirim konuşmayacaksın yine bilirim ki dargınlıktan değil orası kapsam dışıdır da ondan. Zaten hatlar çoktan kopmuştu. Bildiğim halde yeniden geldim yine geleceğim. Çünkü buraya ben seni ellerimle koydum. Tek hatıran son hatıran burada bu.
Her sıcak aylarda, her Temmuz sıcağında bir başka yanarım. Hava yakmaz amma senin yok oluşun hatıramdan çıkmayan duruşun yakar beni. Bre Temmuz senin bu kadar yakıcı olduğunu bilmezdim. Yeni Temmuzlarda yanıp kül olmazsam eğer yine geleceğim. Senin yolunda yanmak da kül olup savrulmak da güzel. Rüyalarıma geliyorsun ama seni kucaklamak gibi bir serveti, bakışmalara feda ediyorum. Biz hep bakışmazdık. Kucaklaşır, sevinçten odalara sığmazdık. Belli ki yalan buluşmalar, rüyalarda buluşmakmış meğer.
Buraya gelirken bütün bunları bilerek geldim. Sesini işitemeyeceğimi de elini tutamayacağımı da biliyordum. Ancak ”ya gelirse” diye merakı bile güzeldi. Hani aşıkları kırk gün taban aşındırıp bir görüşebilmelerine rağmen bu yoldan vazgeçmeyişleri var ya işte bu ümitle geldim. Yine geleceğim. Senin gelinmeyecek bir yolda olduğunu bilmeme rağmen senin yolunda mezarlık yolunda sana doğru yürümek de bir büyük ganimet. Göremesem de yolunda harcayacağım bu ömrü ömrümün zekatı sayacağım. Hani “kavuşamazsam bile yolunda ölürüm” ilkesi var ya ne güzel değil mi?
Bir arefe günü “mezarlığa gidiyoruz” heyecanı ile çocuklarını da yanına alıp gelenlerin umduğunu bulamayıp eskilerin tabiriyle”kös kös “dönüşleri kederli hallerini görüp akşamdan sabaha “huuu” çekip yorulmuş ama tatmin olmuş insanların halini gördüm. Kimse “elveda” çekmiyordu. Belki de kederlenir diye arkasına dönüp bakmıyorlardı.
Mezarlık mezarlık. . Genciyle yaşlısıyla eskisiyle yenisiyle bir bir ibret merkezi. Katlanması zor olsa da ders alması kolay olan yer. Belli ki giden gelmiyor. Gidenler ağlayarak geldikleri dünyadan ağıtlarla göz yaşlarıyla gittiler. Lakin unutulmasalar da kalan hatıralar hiç unutulmuyor. İşte o hatıralar için gelip “biz de bir zamanlar …” demek, eskileri yad etmek için geldiler. Zaten o mezarlıkta yatanları abad edecek halleri imkanları yoktu. Sadece abad edemediklerini yad etmeye geldiler. O nazende sevgililer yadımıza düşerse yine geleceğiz elbette.
Üzeri otlarla dolmuş, kendisi kara toprak olmuş “kubur ehline” bizden de selam olsun erenler! Ehl-i kuburun neşvesi tam olsun erenler. Rahmet, minnet ve hayır dualarla ayrıldım. Dünyada olduğu halde birbirini ancak mezarlıkta görenler hiç mi ibret olmazlar bu dünya? Bu gün üstünde zor görüşülen toprağın yarın altında görüşülür mü? Nasıl ve ne faydası olur bilinmez. Bu dünyadayken helalleşmek konuşup hemhal olmak ne güzel. Hem dünyadakilere hem “kubur ehline” selam olsun vessealam.