Milletlerin zenginliği ya da fakirliği üzerine denemeler-1

Ahmet Sandal

İngiliz iktisatçı Adam Smith’in “Milletlerin Zenginliği” üzerine bir kitabı vardır. Biz İktisat eğitimimize ilk başladığımızda bize ilk derste, “Nasıl ki insanlık tarihi bir Adem ile başlarsa, iktisat tarihi de bir Adem (Adam Smith) ile başlar” diye öğretmişlerdi. Bu bir iddia idi. Ancak gerçek hiç de öyle değildi. İnsanlık tarihi de, iktisat tarihi de Peygamberler ile başlar ve oradan devam eder. En büyük iktisatçı Peygamberlerdir. Sevgili Peygamber Efendimiz (asm)'in, emir ve tavsiyelerinde “adalet, iktisat, tasarruf, denge, gelirin adil paylaşımı ve çalışmanın teşvik edilmesi” en başta gelir. Hazreti Yusuf (as), Kur’an’da beyan edildiği üzere, “ekonomik olarak çökmüş o zamanki Mısır Ülkesini” müreffeh ve huzurlu hale getirmiştir. Tüm peygamberlerin aynı zamanda mesleklerinin olması ve bilfiil çalışmak suretiyle kazançlarını temin etmeleri dahi Kıyamete dek tüm nesilleri birer örnektir.

Şimdi bu gerçeği böyle belirledikten sonra “Milletlerin zenginliği ya da fakirliği” üzerine görüş ve düşüncelerimizi açıklayalım.

Daha doğrusu “Milletlerin Zenginliği ya da Fakirliği Üzerine Bir Deneme” girişiminde bulunalım.

Zenginliğin zıttı fakirliktir. Adam Smith "Milletlerin Zenginliği"ni araştırmış. Bendeniz milletlerin zenginliğinin ya da fakirliğinin nedenlerini ve kaynaklarını araştırıyorum.

Esasında tek bir şeyi araştırıyoruz. Çünkü zenginliği elde edemeyenler fakir kalır. Esasında fakirlik yoktur. “Zenginliğin elde edilememesi vardır.” Bu durum şuna benzer, “Karanlık yoktur, aydınlığın olmaması vardır.”

Evet, bu bakış açısıyla Milletlerin Zenginliği ya da Fakirliği Üzerine Bir Deneme girişimime başlıyorum.

Dünya’da kaynaklar sınırsızdır. İhtiyaçlar sınırlıdır.

Kaynakların sınırsız olduğu bir ahvalde, fakirlik var ise, bunun sebepleri 3’tür.

1-Tembellik

2-Adaletsizlik

3-Eğitimsizlik

Evet, Milletlerin Zenginliği ya da Fakirliği Üzerine Deneme girişimimde Adam Smith’in görüşlerinden devam ediyorum.

Adam Smith, zenginliğin kaynağını çalışma ve emekte görüyordu. Adam Smith “milletlerin zenginliğinin kaynağı olarak” fizyokratlardan ve merkantilistlerden ayrı düşünüyordu. Milletlerin zenginliğinin kaynağı, ne fizyokratların düşündüğü gibi topraktır, ne merkantilistlerin ileri sürdüğü gibi dış ülkelerden getirilen külçe altınlardır.

Şimdi diyeceksiniz ki "Çalışmaktan kim zengin olmuş, elinin emeğiyle kim büyük zenginliğe ulaşmıştır?”

Evet, bu soruları sormakta haklısınız?

Ancak, Adam Smith’in yaşadığı 1700’lü yıllarda, ne borsa, ne şimdiki gibi tahvil, ne de diğer rantsal araçlar vardı.

Evet, şimdi zenginliğin kaynağı çalışmak ve emek değil, havadan kazanç dediğimiz “paradan para kazanmaktır.”

Paradan para kazanmak, bir şahıs için zenginlik kaynağı, bir Millet temelinde düşünüldüğünde, elbette zenginlik kaynağı değildir.

Bunu öncelikle belirleyelim. Bir de şunu belirtelim, fertlerin değil Milletlerin zenginliği ile ilgilenmek gerekir. Yani bir Ülkedeki tüm toplumun zengin olması halinde zenginlik vardır. Aksi halde sömürü vardır. Sömürünün olduğu yerde fakirlik vardır.

Adam Smith’in teorisinin özeti şudur: “Fertler ve herkes çalışacak ve Milletler zengin olacaktır. Buradan tüme varım metodu vardır.”

Günümüzdeki parasalcı (monetarist) ekonomide ise, tümden gelim metodu ağır basmaktadır. “Çalışmayı, emeği boş verin, tepeden ve düşüncesizce alınan kararlarla, bir avuç kişi zengin olsun, diğerleri ne olursa olsun.” Adamların fikri de zikri de bu.

Neyse, bu açıklamalardan sonra tekrar “zenginliğin ya da fakirliğin kaynağı” konusuna dönelim.

Adam Smith, milletlerin zenginliğin kaynağı olarak serbest piyasayı önemli bir faktör olarak görür ve serbest piyasanın her ne kadar karmaşık ve denetimsiz gözükse de aslında sözde bir "görünmez el" tarafından doğru miktarda ve gerekli çeşitlilikte üretim yapmak için otomatik olarak (kendiliğinden) yönlendirildiğine inanır. Smith der ki, “bir üründe üretim eksikliği olduğunda fiyatı artar ve bu durum ortaya bir kâr marjının çıkmasını sağlayıp başkalarını bu ürünü üretmeye teşvik eder ve nihayet kıtlığa son verir. Eğer pazara çok fazla üretici girerse, üreticiler arasındaki artan rekabet ve artan stok, yani arz, fiyatların üretim maliyetine düşmesini sağlayarak; ürünün "doğal fiyatına", yani ortalama piyasa fiyatına ulaşmasına yol açar. Kâr oranı bu ortalama piyasa fiyatında sıfırlansa da mal ve hizmet üretimi için teşvikler ortadan kalkmaz, çünkü bütün üretim masrafları, mal sahibinin işgücü de dahil, üretilenin fiyatına yansımaktadır. Eğer fiyatlar sıfır kâr oranının altına düşerse, üreticiler piyasadan çekilmeye başlarlar. Kâr oranları sıfırın üzerinde olduğu sürece üreticiler piyasaya girmeye devam edecektir.”

Smith, Milletlerin zenginliğinin, “insanların harekete geçmelerini sağlayan bencillik ve açgözlülük duygularına” bağlı olduğuna inanıyordu. Adam Smith’e göre, fertlerdeki bencillik ve açgözlülük iktisadi olarak toplumsal faydaya yol açmaktadır.

Adam Smith’e göre rekabet aynı zamanda çok çeşitli mal ve hizmet üretilmesini teşvik etmekteydi. Bu da toplumsal faydaya hizmet etmektedir.

Adam Smith, yıllar önce bir tehlikeyi görmüştür, o da, işadamlarına ve tüccarlara karşı dikkatli olunması gerektiğini ve tekelleşmenin meydana gelebileceğini belirtiyordu.

Zaten, günümüzde de piyasayı alt-üst eden ve fiyatların serbest şekilde oluşmasını engelleyen husus da budur. Tekelleşme piyasanın kanseridir.

Piyasada kansere neden olacak başka bir illet daha var.

Onu da Smith’in görüşleri ile açıklayalım. Smith, tüm gücüyle sanayi gelişimini engelleyen modası geçmiş Devlet kısıtlamalarına saldırıyordu. Nitekim, ekonomik sürece olan çoğu hükümet müdahalesinin, gümrük vergileri de dahil, verimsizliğe ve uzun dönemde yüksek fiyatlara yol açtığını savunuyordu. Her şeyin oluruna bırakılmasını savunan bu "laissez-faire" teorisi, ileriki yıllarda, özellikle 19. yüzyılda, hükûmetin koyduğu kanunları etkilemiştir. (Buna rağmen Smith hükûmetin varlığına muhalefet değildi; ekonomi sektörünün dışındaki konularda faaliyet göstermesini savunuyordu. Örneğin, fakir yetişkinler için kamu eğitimi verilmesinin, özel fabrikalar için karlı olmayan kurumsal sistemlerin, adli sistemin ve daimi bir ordunun taraftarıydı.)

Smith yaşadığı dönemin bilimsel gelişiminde etkisiyle ekonomiyi doğa kanunlarının varlığıyla açıklamaya çalışmıştır. Görünmez el bu araştırmaların en önemli sonuçlarındandır. Smith'e göre iktisadi hayat bireycidir ve bu bireycilik insanların doğal yapısından kaynaklanmaktadır. Kişisel menfaat iktisadi hayat için itici bir güçtür. Kişi doğası gereği en az zahmetle en çok tatmine ulaşmaya çalışacaktır. Bu amaçla, Smith, arz ve talep eşitliğini otomatik olarak gerçekleştiren fiyat mekanizması üzerinde duracaktır. Smith'e göre fiyatlar denge unsurudur.

Smith’e göre aşağıdaki etkenler ekonomide kurulan dengeyi bozar:

  1. Devletin vergileri arttırması.
  2. Üretim faktörlerinin optimum bileşimlerinin bozulması, bazı mallarda nadirlik rantı meydana getirir. (Nadirlik rantı bir malın piyasada az olması ve mala olan talebin çok olmasından dolayı fiyatının maliyetinden yüksek olmasından dolayı elde dilen kârdır).
  3. Üreticilerin üretim kararlarında yanılma ve üretim kararsızlıkları.
  4. Uluslararası ilişkilerin kısılması veya kopması.
  5. Siyasal istikrarsızlığın artması.

(Milletlerin Zenginliği ya da Fakirliği Üzerine görüş ve açıklamalarım devam edecektir.)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.