Yazıma ölümünün 79. yılında ataların atası Atatürk’ümüzü saygılarımla ve sevgilerimle anarak başlıyorum. Atatürk devrim ve ilkelerine bağlı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren bir kişi olarak, hayatımı dün olduğu gibi bundan sonra da Atatürk’ün izinde sürdüreceğimi ilan ediyorum.
Kamuoyuna talihsiz bir açıklama yapıldı. TEOG sınavlarını kaldırdım diye. Velilerin ve öğrencilerin, okulların ve özel okulların kafası karıştı. Ortaya nitelikli okul, niteliksiz okul kavramı çıktı. Derslerden tarih, felsefe, vs. dersleri kaldırdım dendi. Öğrenciler sene başında aldıkları kitapları, kitapçılara iade etti. Okullar bu dersleri okutan öğretmenleri işten çıkardı. Yayınevleri soru kitapçıklarını ve optik okuyucuları tarih ve felsefe yok diye hazırladı. Sonra yeniden bu dersler okutulacak dendi. Yayınevleri ve optik okuyucu ve soru kitapçıklarını alan okullar, milyonlarca zarara uğratıldı. Okul yönetimleri ders programları yaptı. Kaldırılan dersler ve işten çıkarılan öğretmenler nedeniyle, programlarını yeniden yaptı. Şimdi bu dersler yeniden okutulacak dendi. Yönetimler tekrar yeni programlar yaptı. İşten çıkardıkları öğretmenleri yeniden işe almaya başladı. Kafalar karıştı. Öğrenci huzursuz. Veliler şaşkın. Yönetimler şamar oğlanına döndü. Dershaneleri kapattım dendi. Ne kapatıldı ne de bir şey oldu. Ekonomisi yerinde olanlar, hemen özel okulculuğa başladı. Etüt merkezleri adında işine devam etti. Özel kurslar adı altında yine çocukları topluyorlar. Yine çocuklar sabah devlet okuluna, öğleden sonra kurslara ve de öğretmenlerden özel ders almaya koşuyorlar. Sahaya çıktığınız zaman, bu işin böyle yürüdüğünü görürsünüz.
Öğretmensiz, öğrencisiz, okulsuz eğitim öğretim olmaz. Özellikle öğretmensiz hiç olmaz. Ne demiş Ulu Önderimiz Atatürk’ümüz. “ülkelerin gerçek hedeflerine, gerçek mutluluğuna kavuşturmak için, iki orduya ihtiyacı vardır. Biri vatanı kurtaran asker ordusudur. Diğeri ulusumuzun geleceğini yoğuran irfan (bilim-kültür) ordusudur.”
Bir başka konuşmasında, “Öğretmenler, yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcilerini, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” Atatürk demiş ki. “En önemli ve feyizli görevlerimiz, millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lâzımdır. Bir milletin kurtuluşu ancak bu suretle olur.”
Gerçek hayata bakınız Var mı sağlıklı öğretmen yetiştirme politikamız? Öğretmen adlarına bakınız. Köy öğretmen okulu mezunu öğretmen. Eğitmen kursları mezunu eğitmen. Köy Enstitüsü mezunu öğretmen. Yedek subay öğretmen. Yedek subaylıktan öğretmenliğe geçmiş öğretmen. Er öğretmen. Yüksek Öğretmen Okullu mezunu öğretmen. İlköğretmen okulu mezunu öğretmen. Eğitim Enstitüsü mezunu öğretmen. Jet öğretmen. Eğitim Fakültesi mezunu öğretmen. Sözleşmeli öğretmen. Vekil öğretmen. Usta öğretici öğretmen. Bilmem daha başka adlarla öğretmen var mı? Bir de öğretmen, öğretmen gibi yetiştiriyor muyuz?
Tamam. Ders kitapları ve kitapların içeriği konusu. Ders araç ve gereçleri konusu. Okulların fiziki yapısı. Son on beş yılda yıkılıp yapılmayan okul kalmadı. Ama Spor salonu, fizik, kimya laboratuarı, müzik, resim salonları yapılan bir tane okul bile yok. Okul yöneticilerini belirleme konusu. Evrim teorisi neden kaldırıldı. Okullarda felsefe, mantık, sosyoloji derslerinin okutulmaması nasıl açıklanır?
Okullara dört, artı dört, artı dört sisteminin getirilmesi hangi başarıyı kazandırdı? FİSA sonuçlarını bilmiyor musunuz? Ülkeler içinde en sonlardayız.
ATATÜRK DEMİŞ Kİ. “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” Bakın çevrenize. Adam hakim olmuş, general olmuş, vali olmuş, kaymakam olmuş, genel müdür olmuş. Beğenme meslek sahibi olmuş. Fabrikatör olmuş. Çok para sahibi olmuş. Fors yerinde. Bir dediği iki edilmiyor. Bir eli balda, bir eli yağda. Bunları: Fetullahçı yobazların elde ettiği nimetler gözlerini bakar kör etti. Bir takkalının peşine düştüler. Şimdi kimi yurtdışında kaçak yaşıyor. Diken üstünde. Kimi hapishanelerde yandım Allah diye bağırıyor? Bu insanlar fikri hür, vicdanı hür. İrfanı hür insanlar olarak yetiştirilmiş olsalardı? Ülkeyi emperyalizmin kucağına atmak için, kendi ülkesinin insanlarıyla savaş yapmayı göze alırlar mıydı?
Atatürk demiş ki. “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır. Ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.” Eğitimi dinselleştirirsen ve parasallaştırırsan, insanları felaketlerin içine sürüklersiniz. Onlarda bu çıkmaz sokaklara dalanlardan olurlar. Elindeki tankıyla, tüfeğiyle, helikopteriyle halkının üzerine kurşun yağdıranlardan olurlar.
Bakmayın siz millî eğitimin iyi yürütüldüğüne dair söylentilere. Ücretsiz kitaplar dağıtıldığına. Piyasaya çıkın. Bir çocuk kitabının, bir çocuk oyuncağının, bir çocuk giyeceğinin kaça alınıp satıldığını görün. Çocuk üzerinden kazanç peşinden koşulması, eğitimin hiçe sayıldığının göstergesidir. Teşvik parası da verilerek çocukların paralı eğitime özendirildiğini görün. Saat ı yüz elli liradan, iki yüz liradan özel dersler verildiğini görün. Eğitim parasallaştırıldı. Eğitim dinselleştirildi. Eğitim çağdaşlıktan uzaklaştırıldı. Ayrıca;
YÖK ve üniversitelerin kontrolünde, üniversite öğrencilerine formasyon adı altında, öğrencilerden aldıkları paralara. Piyasada beş yüz bin formosyon almış öğretmen adayları varken, özel okulların devlet okullarında çalışan öğretmenlere ders verdirerek hem sosyal sigortalar kurumunu milyonlarca lira zarara soktuklarına ve beş yüz bin formasyon almış üniversite gençliğini sokakların acımasızlığına terk edildiğine.
En tuhafı da üniversitelerde ve YÖK te yaşanıyor. Rektör seçimleri rezil bir uygulama. Üniversiteler rektörlerini seçmek için, altı aday adayıyla seçime gitmek zorundadır. Seçime katılan bu altı kişiyi aldıkları oy oranına göre sıralamakta ve adayları YÖK e bildirmek zorundadır. YÖK bu altı kişiden üçünü seçilmiş aday olarak cumhurbaşkanına göndermektedir. Cumhurbaşkanında bir kişiyi üniversitesine rektör olarak atamaktadır.
Bakın siz şimdi. Üniversitenin profesörü, doçenti, rektör seçimlerine katılıyor. Diyelim ki oylamaya beş yüz kişi katılıyor. Altı kişi aday adayı olarak seçime katılmak zorundadır. Seçimler yapılıyor. Anlaşılsın diye aldıkları oy şöyle olsun. Birinci aday on oy, ikinci aday yirmi oy, üçüncü aday otuz oy, dördüncü aday kırk oy, beşinci aday yüz oy, altıncı aday üç yüz oy alsın. Sıralama yapılıyor. Üç yüz oy, yüz oy, kırk oy, otuz oy, yirmi oy ve on oy olarak YÖK e bildiriliyor. YÖK bu sıralamaya bakmıyor. Yetki kendilerinde olduğu için on oy, yirmi oy ve otuz oy alan kişileri, otuz, yirmi ve on olarak sıralayabiliyor Cumhurbaşkanına gönderebiliyor. Cumhurbaşkanı da on oy alan kişiyi rektör olarak atayabiliyor. Sizce bu atama demokratik oldu mu? Ne oldu bizim profesörlerimizin üç yüz oy ile seçtiği rektör adayı? Bu düzenlemeyi yapanlar kahveci Ali mi? Berber Mehmet mi, Çoban Yusuf mu? Yok canım. Bu yasayı yapanlar bizim kanun yapıcılarımız. İçinde hakim de var. Profesör de var. Avukat ta var.
94 yıllık cumhuriyette seksen kişi millî eğitim bakanlığı görevi yapmış. Harf devrimi programını yaptıktan sonra tedaviye gideceğim deyip, hastalığının tedavisini yaptırmayan ve apandisi patlayarak ölen Mustafa Necati’ye sözüm yok. Atatürk’ün Çankaya sofralarında, benim öğretmenim diye bakan yaptığınız Esat Sagay, bakan olduğu sürece eğitim öğretimde bir yere varamayız diyen, Atatürk’e karşı söyleyen, bu çıkışından sonra Atatürk’ün millî eğitim bakanı yaptığı, bakan olduktan sonra bir yıl geçince ölen Reşit Galip’e de sözüm yok. Eğitmenlik sistemini getiren ve bu kişide bir yıl görev yaptıktan sonra ölen Saffet Arıkan’a da sözüm yok. Köy Enstitüleri uygulamasını hayata geçiren Hasan Ali Yücel’e, sekiz bin beş yüz eğitmen, on yedi bin beş yüz köy enstitülü öğretmen ve beş yüz sağlık memuru yetiştiren Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç ikilisine de sözüm yok. Bakan yapılınca kendisinden köy enstitülerinin kapatılmasını isteyen iktidara karşı bakanlık görevinden ayrılan DP’li Avni Başman’a da sözüm yok, görev başında iken kendisini başarısız sayıp, kendine kurşun sıkarak ölmek isteyen Hikmet Uluğbay’ a sözüm yok. Ama bakanlık koltuğuna oturup ta, Millî Eğitimimiz çökerten her bakana çok söyleyeceklerim var.
Şu bilgiyi de vererek yazıma son veriyorum. İsmail Hakkı Tonguç bakanlığa bir rapor hazırlar. 1935-1936 da şehir ve köylerde toplam 14427 öğretmen görev yapmaktadır. Bunların 180 kişisi yüksekokul, 4182’si lise, 9169’u öğretmen okulu, 2552’si ortaokul, 1823’ü ilkokul, 585’i de vekil öğretmendir. Köy okullarında çalışan öğretmenlerin de yarıdan çoğu öğretmen okulu mezunu değildir. Eğitim öğretim bu ellerle yürütülmektedir.
Ülkede kırk bin köy vardır. 32 bin köyün nüfusu 400 ün altındadır. Bu sayıya illerin okulları ve ilçelerin okulları dâhil değildir. O dönemde öğretmen yetiştirme politikasıyla okulsuz ve öğretmensiz okul kalmaması için, tam iki yüz yıl gerekmektedir. Sadece öğretmen ve okul olması için. Eğitim öğretim için diğer gereksinimler hesapta yok. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ise halkın, erkeklerden okuma yazma bileni yüzde dört kişi kadardır. Kadınlarda ise bu oran binde bir kadardır.
Oysa eğitmen yetiştirme ve köy enstitüleri açarak öğretmen yetiştirme politikası hayata geçirilmiş. Ve atmış üç ilin yirmi birinde köy enstitüleri açarak, hem de ikinci dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu ortamda okullar açarak, eğitim öğretim sorununu kökten çözme yoluna gidilmiştir. 1957 yılında öğretmensiz okul ve okulsuz köy kalmamak şartıyla çalışmalar başlatılmış. İller ve ilçeler dâhil. 8 bin beş yüz eğitmen, 17 bin beş yüz öğretmen, beş yüz sağlıkçı ve ebe yetiştirilmiş. Ne yazık ki 1950 de karma eğitime son verilmiş. Kızlar ayrı okullarda okutulmaya başlanmış. Ne yazık ki 1954 yılı gelince, köy enstitüleri kapatılmıştır. Kapattınız da ne oldu? Köy okullarında dalgalanan bayrağımızı dalgalandırılmaz yaptınız. Köy okulları binalarını kimi gözü açıkların ya ahırı yaptırdınız. Ya da samanlığı yaptırdınız. Çocuklarımıza taşımalı eğitim adı altında eziyet çektiriyorsunuz. Köy nüfusumuzu şehirlerin varoşlarına topladınız. Çöplüklerde yiyecek toplatıyorsunuz.
Yazımın başında seksen kişiye bakanlık verilmiş dedik. Bunlardan sadece dört tanesi eğitim kökenli bakandır. Biri Mustafa Üstündağ. Eğitim Enstitüsü mezunu bakandır. İkincisi Avni Akyol’dur. Eğitim Enstitüsü Pedagoji mezunudur. Üçüncüsü Orhan Dengiz. Edebiyat fakültesi coğrafya bölümü mezunudur. Birisi de Hüseyin Çelik’tir. Türk dili edebiyatı mezunudur. Hepsi o kadar. Seksen kişiden ancak dördü öğretmen kökenlidir.
Şimdi anlaşıldı mı? Millî Eğitimde bir yere varamayacağımız? Bakmayın siz yetkililerin mikrofonlardan esip yağdıklarına! İçi boş sözler onlar. Bu arada on dokuz kere de Milli Eğitim Şurası toplanmış. Şuralarda hiç mi yol gösterici bildiri sunan olmadı? Demek iktidarlarımızın söylenenlerden etkilenmemiş. Kendilerini uyaranların sözlerini görmezden, duymazdan gelmişler. Ne oldu şimdi? Ne olacak? Millî Eğitimimiz çuvalladı.
ÖSYM de çalışan üç beş soru satan hırsız ve bu soruları satın alan üç beş yapı ile mücadele etmeyi beceremeyiniz. TEOG’u kaldırdım deyiniz. İşte koskoca bakanlık işin içinden çıkamıyor. Rezilliğin bini bir para.