Mor Işık

Uğur Böceği

Sevgili okuyucularım sizlerle güzel bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yazımız uzun olduğundan her gün bir bölümünü okuyacaksınız ve umuyorum ki kendinize pek çok pay çıkaracaksınız.

Efe oturduğu yerden ayağa fırladı ve ağabeyine bakarak;

Efe – Ağabey hani bana söz vermiştin. Seni Erciyes’e götüreceğim diye. Neredeyse bir sene oldu hâlâ gideceğiz.

Paşa sevgi dolu bakışlarıyla kardeşine;

Paşa – Tamam götüreceğim; kardeşim. Biraz sabret havalar iyi olsun. O zaman gideriz.

Efe abisine serzenişte bulunarak;

Efe - Hiç öyle olur mu? Ağabey ya! Esas bu karlı havada Erciyes’e çıkılır.

Paşa – Karlar erisin. Söz seni Erciyes’e götüreceğim.

Efe’nin morali iyice bozulmuştu.

Efe – Yazın ben Erciyes’te ne yapayım ağabey; o zaman bende seninle gitmeyeceğim. Bak gör işte!

Dedi ve arkasını döndü. Daha birkaç saniye geçmeden, tekrar abisine doğru dönerek yalvarır bir vaziyette! Hafifçe abisinin ayaklarına kapanarak;

Efe - Ne olur, hadi gidelim. Ağabey lütfen.

Paşa başını öteye beriye salladı. Bu arada, birazda düşündü. Kardeşinin haklı olduğuna karar verdi. Elleri ile de onu oturduğu yerden kaldırarak.

Paşa – Tamam be Efe, yarın gidiyoruz. Bütün hazırlıklarını yap. Arabaya ne alınması gerekliyse hepsini al. Tamam mı?

Efe o kadar sevinmişti ki! Ağabeyini kucakladı. Havaya kaldırdı. Sonrada yaşasın diye bağırdı.

Paşa kardeşinin bu denli mutlu olacağını düşünmemişti. Sonra ona gülümsedi ve

Paşa - Tamam hadi bırak beni. Kocaman delikanlısın. Çocuk gibi davranıyorsun. Ben vazgeçmeden hazırlıklarını yap. Her şey hazır olmazsa vazgeçerim bak; deyince.

Efe – Sen gidelim dedin ya! Her bir şeyi tamam ederim. Sen merak etme abim benim.

Efe bunun üzerine güle oynaya hemen hazırlıklara başladı. Her şeyi özene, bezene hazırlamıştı. Ertesi günün heyecanını şimdiden duyuyordu. Zinde olmak içinde, erkenden yattı. Ve sabah 6 olduğunda, çalar saatin zili çalınca. Abisinin odasına apar topar giderek; heyecanlı, heyecanlı

Efe – Ağabey kalk saat 6 oldu bir an önce çıkalım. Dedi.

Paşa kardeşinin haline bakınca; onun heyecanını gördü. Tamam; kalktım deyip, hemen ayağa fırladı. Sonra hazırlandılar. Kahvaltılarını ederken içi içine sığmıyordu Efe’nin.  Kahvaltılarını ettikten sonra da; yola koyuldular.

Zaten kendileri Kayseri’de oturdukları için Erciyes’e gitmek, onlar için zor olmayacaktı. Hava o gün çok yumuşaktı ama bir gün önce yağan karın etkisiyle evlerin çatısı karlıydı; tabi ki! Erciyes’teki karlar daha yoğun olacağını bildiklerinden, dolayı da, üzerlerini sıkıca giyinmişlerdi. İki kardeş arabada giderken sohbet edip, gülüşüyorlardı.

Paşa tıp fakültesinin 5. Sınıfında okuyor. Efe ise lise son sınıfta okuyan başarılı bir öğrenciydi. Efe abisinin aksine mühendis olmak istiyordu. Kendi çapında küçük buluşlarla uğraşan bir yapısı vardı.  Farklı alanlara ilgileri olmasına rağmen; ikisi de birbiriyle inanılmaz derece anlaşıyorlardı.

Erciyes’e arabayla çıkarken arazide karlar o kadar yoğunlaşmıştı ki! Kar yağmıyordu ama arazide çok kar vardı. Erciyes’in yollarında problem gözükmüyordu. Ancak bir müddet sonra önlerinde, Karayollarının çalışan arabalarını gördüler.  Arabayı Efe kullanıyordu. Efe ehliyetini yeni almış, kendini ağabeyine göstermek istiyordu. Paşa zaten onun arabayı iyi kullandığını biliyordu. Ancak yine de, gözü Efe’nin üzerindeydi. Zirveye doğru kar savurma makinesinin arkasından ilerlerken, Efe öndeki aracı geçmek istedi. Ancak ağabeyi, hemen Efeyi uyardı.

Paşa - Geçme önde kar çok olabilir. Arabamız yolun ortasında kalır. Hem çalışanlara engel oluruz. Hem de herhangi bir kazaya sebebiyet verebiliriz. Yavaş, yavaş arkasından takip et.

Bunun üzerine, Efe ağabeyinin sözünden çıkmadı. Bir müddet daha gittikten sonra yolun kenarındaki karların azaldığı yerde. Kar savurma makinesi durdu. Kar savurma makinesi durunca, bunlarda durdu. Aracın operatörü aşağı indi ve Efe’nin yanına gelerek. Siz geçebilirsiniz ileride sorun yok dedi. Efe’de operatöre teşekkür edip, yola devam etti. Bir müddet sonra yolun kenarındaki bir park yerine aracı park etti. Daha sonra sırt çantalarını alıp, zirveye doğru yola çıktılar. Yarım saat kadar yürüdükten sonra Paşa ayaklarım üşüyor, dedi.

Efe üzgün bir şekilde;

Efe – Ağabeyim özür dilerim. Kabahat benim.

Paşa – Neden kabahat senin olsun, anlamadım ki!

Efe Arkasını döndü ve

Efe – Ağabeyim, sırt çantamın, ikinci gözünde ayakkabı tabanlığı var. Botunu çıkar ve o tabanlığı yerleştir. Benim icadım. Ayak ısıtıcısı, pille çalışıyor.

Paşa – Bende benim ayağım üşüdü. Efe’den çıt çıkmıyor diyordum.

Efe abisine sırıttı.

Paşa – Yerim senin o sırıtmanı kerata ayaklarım dondu.

Efe – Pardon ağabey ya! Kusuruma bakma.

Paşa hemen ayak tabanlığını aldı ve botunun içine yerleştirip, derin bir oh çekti.

Paşa – İşte bu ya! Sımsıcak oldu şimdiden ayaklarım.

Diyerek botlarına bakıyordu.

Efe büyük bir heyecanla abisinin omzuna dokunup biraz da sarsarak;

Efe - Ağabey gördün mü?

Paşa - Neyi gördüm mü? Yaptığın icadını öveceksin demi yine. Peki, peki süper olmuş.

Efe – Yok ağabey ya! Şu kayalığın arkasına bir şey düştü sanki?

Paşa – Nerede görmedim.

Dediği anda; o kayalıkların bulunduğu yerden mor bir ışık yükseldi.

Efe – Bak mor ışığı gördün mü?

İşte orada diye parmağıyla işaret etti. Paşa’da olanlara bir anlam verememişti; ama!

Efe – Hadi gidip bir bakalım ağabey.

Paşa – Oğlum dur gitmeyelim. Tehlikeli bir şey olmalı, gel gitmeyelim.

Efe – Saçmalama ağabey; ne olabilir sanki! Sende çok korkaksın ya!

Diyerek abisinin duygularıyla oynadı. Paşa’da gaza gelecek bir yapısı yoktu ama oda olanları merak etmişti, aslında. Yavaş, yavaş oraya doğru yürüdüler. Çok temkinli hareket ediyor. Herhangi bir soruna karşıda dikkatli olmaya çalışıyorlardı.  Işık huzmesinin yükseldiği kayanın civarına yaklaştılar. Efe sürünerek yerden yavaş, yavaş ilerliyordu. Abisi de arkasından geliyordu. Efe o an gördüğü manzara karşısında irkildi. Ağabeyine dönerek.

Efe – Ağabey bunlar uzaylı, kaçalım hemen yavaş, yavaş geri, geri git.

Paşa da kardeşinin şaka yaptığını düşünerek; ileri doğru gitti. Efe gitme ağabey dediyse de. O ileri, daha da ileriye gitti. Kayanın kenarından baktığı an. Gözlerine inanamadı.

Paşa - Efe geriye çıkalım. Dedi ve.

Kafasını geri çevirip baktığında, Efenin olmadığını gördü. Bunun üzerine hemen ayağa kalktı. Nasıl kaybolurdu kardeşi, bir anlam veremiyordu. Zaten gördüğü manzara kendisini bir hayli etkilemişti. Mor renkli insanlar vardı. Evet; aynı bize benziyorlardı. Bizden fiziksel görünüşlerindeki farkları, mor ışık yayan renkleri ve de iki yerine dört kolları olmasıydı. Bir yandan kardeşini nasıl bulacaktı. Onu düşünürken, birdenbire dört kollu iki adam onu yakalamıştı. Bırakın demeye kalmadı. İlginç bir uzay gemisinin içinde buldu kendini. Sanırım o an gemiye ışınlanmıştı. Işınlandığı yerde kardeşini görünce; hemen ona sarılmak için hamle yaptı. O dört kollu adamlardan biri, anında hamle yapıp onun gitmesini engellemeye çalışırken. Değişik bir tonda sesler duyuldu. Çok ilgi çeken, bir o kadar da güzel bir kadın geldi. Onun sözleriyle dört kollu adamlar Paşa’yı bıraktılar. Paşa Efe’ye sarıldı. Hatta onu korumak için arkasına sakladı.

Kadın gülümsedi. Sonrada Türkçe olarak,

Benim adım,  sizin dilinize göre; Güneşin kızı demek! Ancak bizim güneşimiz. Buradan milyonlarca yıl ötede. Yalnız bizim teknolojimizle kısa zamanda yani sizin zaman biriminizle yaklaşık üç gün içinde oraya gidebiliyoruz. Bizim burada oluş sebebimiz ise;

Paşa kadının sözünü daha tamamlamadan, Kadına cevaben;

Paşa – Dünyayı ele geçirmek değil mi? Dedi.

Güneşin kızı – Hayır! Biz dostuz. Hiç aklımıza gelmeyecek bir şekilde. Gezegenimizde bulunan bütün doktorları kaybettik.

Paşa – Nasıl oldu bu peki! Bütün doktorlarınız neden yok oldu.

Güneşin kızı - Onların hepsi bir araştırma peşinde iken tehlikeli bir virüs hepsini yok etti. Ancak onların bulunduğu alanı karantinaya aldık. Laboratuar ortamında yüksek sıcaklıkta yok etmeyi denedik ama. Virüs tam aksine gezegenimizi sardı. Bizde bunun üzerine; kâinatta bizim yaşam formumuza benzeyen bir tek. Dünya üzerindeki sizlerin yani insanların olduğunu anladık.

Paşa yine kadının sözünü keserek;

Paşa – Sizde burayı ele geçirmek için harekete geçtiniz değil mi?

Çok kibar bir dille!

Güneşin kızı – Lütfen! Bize bir çare! Amacımız size zarar vermek değil. Kendi dünyamızı kurtarıp, yeniden barışçı bir ortamda yaşamak istiyoruz.

Paşa – Peki öyleyse; ben size yardımcı olabilirim. Ben tıp fakültesi öğrencisiyim, şu an 5. Sınıfta okuyorum. Bu tehlikeli virüsü bilgisayarınızda görebilir miyim?

Güneşin kızı – Sen daha öğrenciymişsin, ne yapacaksın. Çözüm bulabilecek misin?

Paşa – Ben size çare bulabilir miyim? Bilemem ama sadece, bildiğimiz bir virüs türümü onu öğrenmek istedim.

Güneşin kızı – Evet anladım.

Dedikten sonra hemen bilgisayarlarını açıp virüsün en ayrıntılı resimlerini gösterdi. Paşa resimlere baktıktan sonra bizde bulunan hiçbir virüse benzemiyor. Farklı bir virüs; eğer müsaade ederseniz. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesinde inceleme yapmak isterim. Bunun içinde hocalarımdan izin alabilirim, sanırım. Onlarda bu incelemeye dâhil olup, virüsü incelemek isteyeceklerdir.

Güneşin kızı – Tamam o zaman. Bizde kendi sorunlarımıza bir çare bulmak için zaten buraya geldik. Karşımıza da bir doktor adayının çıkması çok güzel oldu.

Güneşin kızı birdenbire

Ay ne oluyor ya! Deyince.

Paşa – Bir şey mi? Oldu neyiniz var.

Güneşin kızı – Yok, yok biz kendi aramızda sizin deyiminizle telepati yapabiliyoruz da? Bilgisayarın başındaki görevli, beni uyarıyor.

Paşa – Neden bir sorun mu var?

Güneşin kızı – Yok, yok. Sizin tabirinizle bir söz varmış onu bana telepati yoluyla söyledi de.

Paşa – Neymiş bende merak ettim doğrusu.

Güneşin kızı – İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş.

Paşa kahkahayı bastı ve.

Paşa - Pekâlâ, o zaman. Aramıza hoş geldiniz.

Deyip elini tokalaşmak için uzattı. Bu ara Güneşin kızı karşısındaki dijital ekrana baktı. Orada iki dünyalının tokalaştığını gördü ve elini aynı şekilde uzattı. Paşa ile tokalaştı. Bu ara Paşa kardeşi Efe’ye baktı göremedi. Onu göremeyince de birden telaşlandı.

Paşa - Efe nerede, yoksa kardeşime bir şey mi? Yaptınız.

Güneşin kızı – Korkma! Lütfen. Ekrana bakar mısınız?

Paşa ekrana baktı kardeşinin, uzay gemisini incelediğini gördü. Yanında iki tane uzaylı adam ile gemiyi inceliyordu. Bu ara ekrandan oradaki konuşmalar da duyulmaya başladı. Kardeşi Efe iki uzaylıyı soru yağmuruna tutuyor. Geminin işleyişi hakkında bilgiler alıyordu.

Paşa – Efe işte! Bir gün eminim ki! Mühendislik dehası olacak.

Diyerek, kahkaha attıktan sonra; Güneşin kızına dönerek;

 Paşa - Bizim gitmemiz lazım. Zaten hava karardı. Evdekilerde merak ederler. Onlar uyurken çıktık. Evden çıkarken de not bırakmıştım. Erciyes’e çıkacağız diye!

Güneşin kızı - Tamam o zaman yarın görüşelim. Sizin zaman biriminize göre anlaşırız tamam mı? Şu iki saati alın kolunuza takın ve yandaki düğmeye basınca sizdeki telsiz formunda görüşebiliriz. Nereden biliyorsun derseniz. Dedim ya! Telepati ile bilgisayarda bulunan arkadaşımız. Bana verileri aktarıyor. Bende size sunuyorum. Bu arada sizleri, yani insanları inceleyeceğiz. Çünkü sizinle daha iyi bir iletişim kurabilmemiz için, sizleri daha iyi tanımalıyız.  Şu an ikinizi de, arabanızın yanına ışınlıyorum. Nereden biliyorsun dersen.

Paşa gülerek,

Paşa  - Telepati yoluyla değil mi?

Güneşin kızı – Sizleri çok sevdim. Umarım diğer insanlarda sizin gibidir.

Paşa, gülümsedi ve o an arabanın yanına iki kardeş ışınlanmıştı.

Bu arada; arabanın yanında birkaç insan, arabanın sahibi nerede, soğuktan dondular mı? Polise haber verelim demeye başlamışlardı bile. Ancak Paşa ve Efe’yi bir anda yanlarında görünce, aralarından yaşlı bir adam;

Yaşlı adam -Fesuphanallah ne oluyor ya! Cin çarpmışa döndüm. Siz kimsiniz!

Efe – Bu arabanın sahibiyiz.

Yaşlı adam - Evladım. Bu saate kadar neredesiniz. Bizde şimdi polise haber verecektik.

Paşa – Teşekkürler amcacığım; sağ olun.

 Kayserili olmakla bir kez daha gurur duydum. Amca plakaya bakıp, Kayseriliyiz diye mi? Merak ettiniz yoksa.

Yaşlı adam konuşurken birden ciddileşti;

Yaşlı adam – Çıldırtma beni oğlum. İster Kayserili ol, istersen başka yerden ol. İnsan değil misiniz? Biz bir kedi bile görsek onun bile donmasına izin vermeyiz.

Daha sonra da! Yumuşak bir tavırla;

Hadi işinize gidin bakayım. Ananız babanız merak eder. Daha buralarda durmayın hadi. Bizde gidiyoruz. Yollara da dikkat edin. Buzlanma olabilir. Aferin size arabanızda da kar lastiğini takmışsınız.

Önce sert konuşup, sonrada yumuşak bir tavırla devam eden yaşlı amcaya Paşa ile Efe imrenerek bakıyordu. Sonra herkese iyi akşamlar dileyip; sessizce uzaklaştılar.

Bir müddet arabada sessiz duran, iki kardeş sükûnetlerini bozdular ve konuşmaya başladılar.

Paşa – Efe ne gündü ama?

Efe – Evet ya! Uzaylıları gördük. Hem de bizden başka kimsede görmedi. İlk görenler biziz.

Paşa – Yarın herkes görmeye başlar. Ancak bunları kimse görmeden nasıl fakülteye götürebiliriz onu düşünüyorum.

Efe – Çok kolay ağabey! Bunlar tiyatro için Ankara’dan gelmişler deriz.

Paşa – Hay aklınla bin yaşa!

Eve gidene kadar konuşmaları devam etti. Ancak ikisi de evde anne ve babalarına bahsetmediler. Eğer bahsetselerdi. Uzaylılardan uzak durun diyeceklerinden, adları gibi emindiler. Sabah olduğunda içlerinde gizli bir heyecan vardı. Ancak bu duyguyu anne ve babalarıyla paylaşamazlardı. Gözlerinin içi gülüyor. Barışçı gibi görünen uzaylılarla tanışmanın sevincini yaşıyorlardı. Bu arada anneleri oğullarının kolundaki saate benzeyen, uzaylıların verdiği ama kendilerinin tam fonksiyonlarını bilemedikleri cihazı fark etmişti.

Rabia Hanım – Aa! Ne kadar güzel bir saat almışsınız. Biriniz verinde bir bakayım.

Paşa ve Efe ikisi birden yok olmaz dediler.

Rabia Hanım (Şaşkın bir vaziyette ) – Hayırdır. Ne oluyor bakayım. İkiniz birden hayır dediniz. Yemedik ya! Oğlum, bakıp geri vereceğim.

Bunun üzerine Paşa istemeye, istemeye kolundan cihazı çıkarıp annesine uzattı. Rabia Hanım eline alıp, sağına soluna bakarken bir düğmeye basmış olacak ki! O an cihazdan acayip sesler gelmeye başladı. Gelen ses iki kardeşi şaşırtmasa da, anneleri Rabia Hanım bir tuhaf olmuştu.

Rabia Hanım – Bu da! Ne Çocuklar.

Efe – Anne uzaylılar verdi.

Rabia Hanım – Hadi seni edepsiz. Kim bilir nasıl bir oyun var içinde, bilgisayar gibi bir şey sanırım.

Paşa – Tabi ki! Anneciğim bilgisayar sistemi yüklü o saatte.

Bu ara babaları Hüseyin beyde söze karışır.

Hüseyin Bey -  Hanım bunlar çılgın benim aklım ermiyor bunların işine. Bırak sen onları bana bir çay koy da içeyim.

Rabia Hanım – Haklısın galiba bey. Bunların ikisi de çılgın. Ben ikimize çay koyayım da karşılıklı içelim. Bir de, benimle gırgır geçiyor baksana güya uzaylılar saat vermişler. Bizi ışınlayın hadi hastaneye gideceğiz o zaman, yapın da görelim.

Paşa – Efe annemle sen gırgır geçer misin? Oda seni alaya alıyor; bak.

Efe – Ağabey hadi biz gidelim bak bizi uzaylılar bekliyor.

Rabia Hanım – Densiz edepsiz seni. Hâlâ gırgır geçiyor benimle. Bey şu oğluna bir şey de, süpürgeyi aldırma bak elime benim şimdi. Evire çevire döverim seni.

Efe – Anne ya! Hep öyle diyorsun süpürgeyi alıp bir kere yapmadın ama sen dilinle felaket döversin var ya!

Rabia Hanım – Evladım; dövmek insan işi değil.

Paşa - Biz kaçtık anne. Bir sürü işimiz var bizim.

Paşa ve Efe evden çıkar çıkmaz hemen Güneşin kızı ile irtibata geçtiler. Bunun sonucunda Güneşin kızı onları hemen gemilerine ışınladı. Aralarında biraz konuştuktan sonra, Paşa olanları kendi hocalarına anlatmak için, Efe ile kendini Erciyes Tıp Fakültesine ışınlanmasını istedi. Güneşin kızı onları, hemen istedikleri yere gönderdi.

Paşa uzaylı dost insanları anlatabilmek için, onların resimlerini ve gemilerinin resimlerini telefonuyla çekti. Fakülteye varır varmaz. İlk olarak dersi olmayan bir hocasını aradı ve aralarından birkaç tanesinin dersinin olmadığını tesadüfen hepsini bir arada çay içerken yakaladı.

Paşa – Kıymetli hocalarım afiyet olsun. Bakın size kardeşimi getirdim. Sanırım bize de çay ısmarlarsınız.

Hocalar Paşa’yı çok sevdiklerinden tabi ki! Ismarlarız ne demek, en sevdiğimiz öğrencilerimizin başında geliyorsun gibi övgüler yağdırdılar. Bu arada Efe’de abisi için söylenen bu övgü dolu sözlerden hoşnut olmuş ve gözlerinin içi gülüyordu. Ve bir anda dikkatleri kendi üstüne çekmek için, olmadık bir şey yaptı.

Efe – Ağabeyimle ben dün uzaylıları gördük. Biliyor musunuz?

O an; belki de en son söylenecek sözü; herkesi şok edecek şekilde aniden söyleyerek, herkesin dikkatini kendi üzerine çekmeyi başarmıştı.

Hocalar birdenbire bakışlarını Paşa’ya yönelterek. Şaşkın, şaşkın baktılar.

Aralarından bir tanesi

Paşa kardeşinde müthiş hayal gücü var. Çok sevdim kendisini deyince.

Paşa – İnanmayacaksınız ama kardeşim doğruyu söylüyor. Ama panik yapmaya gerek yok. Müsaade ederseniz olayın tamamını anlatayım; dedi.

Ve başlarına gelen bütün olayları detaylı bir şekilde anlatırken, hocaları pür dikkat onu dinliyorlardı. Paşa’nın yalan söylemeyeceğini bildikleri için, acaba gördükleri hayal miydi? Diye düşünürken Paşa, uzaylılara ait resimleri, telefonundan bütün hocalara gösterdi. Onlarda şaşırmışlardı. Ne yapacaklarını tespit etmek için tartışmayı toplantı odasına giderek devam ettirdiler. Bir iki saat olayları, yapabileceklerini tartışırken; gurup ikiye bölünmüş bir kısmı insanlığa zarar verebilirler diye korkarken bir kısmı da yardımdan yanaydı. Yardım yapıp ve yapmamak için oylamaya geçeceklerdi ki! Paşa, oylamanın öncesinde birkaç kelime söylemek için izin istedi.

Paşa – Sayın hocalarım biliyorum. Birçoğunuz yardım etmekten korkuyorsunuz. İsterseniz ben onlara bizi gemiye ışınlamalarını isteyim ve oraya gidelim. Durumu sizde görün ve ona göre karar verin dedi. Aralarından sadece bir tanesi yok ben gelmeyeceğim siz gidin. Ama korktuğumdan dolayı değil. Eğer siz geri dönmezseniz, güvenlik birimlerini alarma geçirmek için birimizin burada kalması şart dedi. Bütün hepsi tarafından bu görüş benimsendi ve Dr. Selim Bey; hariç hepsi, Erciyes’teki uzay gemisine ışınlandı. Dostane geçen bir zaman zarfında herkes mutlu bir şekilde yeniden fakülteye dönmüştü. Bütün gidenler geri dönünce, uzay gemisine gitmeyen hoca, paşaya şimdi de sadece beni gönder. Paşa hocasının bu tavrından çok memnun olmuştu. Efe’de ağabey beni de gönder hocamla beraber gidelim dedi. Paşa onları Güneşin kızı ile irtibata geçerek, gönderdi. Onlar uzay gemisine gidince, hocalar virüs konusunda araştırma komisyonu kurmak için harekete geçtiler. Paşanın isteği üzerine, Paşa’nın da içinde bulunduğu bir komisyon kuruldu. İşin garibi orada toplanan bütün doktorlar ve bizim Paşa’mızda komisyonun üyesi oldular. Efe ile giden doktor ise, bekâr olduğu için uzaylıları gözlemek üzere gemide kalmasına karar verildi. Ancak alınan bir karar vardı ki! Bu karar dekanın çok önemli olan bir şeyi ortaya koymasından başka bir şey değildi. Bu karar gereği Kayseri valisi, belediye başkanı ve şehrin emniyet müdürüne haber vermekten ibaretti. Önemli olan onları buna razı etmek ve uzaylıların barışçı olduğuna ikna etmekti. Nasıl yapacaklarına dair karar almak için ise ikinci bir toplantı yapmaya karar verdiler. Toplantı ise ertesi gün saat 10'da dekanın odasında olacaktı. Dekanın son sözü ise, sayın meslektaşlarım, bu iş üzerine yoğunlaşmadan önce bildirmekle yükümlü olduğumuz insanları ikna için çözüm yolları düşünün ve yarın bunun üzerine tartışalım. Unutmayın toplantı yarın benim odamda. Kimse geç kalmasın lütfen ve kimseye de uzaylılardan bahsetmeyin. Çünkü insanları panik haline sokmak en büyük tehlike olacaktır. Bunun üzerine herkes dağılmıştı. Paşa ise kardeşi Efe ile evlerine gitmişti.

Sabah olunca herkes dekanın odasına gidip, fikirlerini sundular. En son sıra Paşa’ya geldiğinde ise Paşa kardeşinin o ilk zamanda söylediği Ankara’dan tiyatrocular gelmiş sözünü hatırlattı. Sayın dekanım bu fikir benim kardeşimden çıktı ama bana çok mantıklı geliyor deyince. Efe’nin fikri Paşa’nın teklifi üzerine kabul edildi. İki gün sonraya yemek daveti şeklinde planlama yapılarak Kayseri valisi, belediye başkanı ve emniyet müdürü de Ankara’dan gelen tiyatro ekibi diye, uzaylıları tanıtmak olacaktı. Zaten yemek sonunda da onların uzaylı olduğunu açıklayacaklardı. Ancak onları görüp barışçı olduklarını anlayabilmeleri önyargısız davranmalarını sağlamak amacıyla düzenlenen masum bir oyundu.

Aradan geçen iki günün sonunda; yemek hazırlıkları tamamlanmış bütün davetliler gelmişti. Uzay gemisinden dekanın odasına ışınlanan birkaç tane uzaylı da gelmişti. Bunların başında da Güneşin Kızı yerini almıştı. Çok güzel başlayan yemek davetinde özellikle, Kayseri valisi ve Belediye başkanın ilgileri yoğun bir şekilde hissediliyordu. Emniyet müdürü ise görevinin gereği daha ağır bir duruş sergilese de yüzündeki tebessümü herkes fark ediyordu. Davetin sonuna yaklaştıkları zamanda ise dekanın konuşması herkesi şaşırtacak ve sonucunda neler olacaktı kimse bilemezdi. Ancak bu konuşmayı yapıp, şehrin ileri gelenlerini bilgilendirmek zorundaydı. Konuşma sonunda davetlilerin uzaylı olduğunu söyleyince, Vali, belediye başkanı ve emniyet müdürü birbirlerine baktılar. Emniyet müdürü hemen silahına sarılınca, Kayseri Valisi hemen Emniyet müdürünün elinden tuttu. Sayın müdürüm celallenmeyiniz. Durun bakalım işin aslını öğrenelim değil mi? Ne dersiniz belediye başkanım, müdürüm biraz fevri davranıyor. Haklı aslında ama biraz sakin olup, doğru kararı vermek durumundayız. Sayın dekanım size birkaç sorum olacak.

Dekan – Dinliyorum efendim.

Kayseri valisi – Uzaylılar kaç gündür buradalar.

Dekan – Paşa’ya bakarak; Paşa’nın işaretine göre dört gündür efendim dedi.

Kayseri Valisi – Emniyet müdürüm bak dört gündür buradalarmış.  Sanırım dört günde asayiş yönünden bir sıkıntı yok değil mi?

Emniyet müdürü – Yok efendim.

Kayseri Valisi – Tamam! O zaman kötü bir şey yapacak olsalardı. Şimdiye kadar Kayseri’yi altına üstüne getirirlerdi. Değil mi? Sayın belediye başkanım. Senin görüşün nedir. Susacak mısın? Yoksa.

Belediye başkanı – Yok efendim. Olayları etüt etmeye çalışıyorum. Galiba haklısınız. Ben uzaylılara bir şans verilmesini istiyorum.

Kayseri Valisi – Peki emniyet müdürüm sen ne dersin.

Emniyet müdürü – Biz bu durumlarda her zaman risk görürüz. Ancak şahsi görüşümü sorarsanız; sizin son söylediğiniz. Eğer düşman olsalardı. Bir savaş kaçınılmazdı.

Kayseri Valisi – Sayın dekanım, sorumluluk sizde. Bu işleri başımıza açan delikanlılar kimler onları da bir görelim. Sonra bizim başka toplantılarımız var oraya hareket etmek durumundayız. Belediye başkanım. Sayın emniyet müdürüm sizde bizimle gelin. Yolda bu olanlar hakkında konuşuruz.

Emniyet müdürü – Tamam efendim. Dedikten sonra Paşa ve Efe ile tanıştılar ve kısa bir sohbetten sonra oradan ayrıldılar.

Dekan virüs hakkında araştırmalara hız verebilmek için yemek sonrası toplantı yaptı. Güneşin kızının da katıldığı toplantıda önemli kararlar alındı. Alınan kararlarda öne çıkan ise Uzaylıların halkın arasına girmesini istemiyorlardı. Çünkü panik her şeyi tersine çevirebilirdi.

Aradan birkaç gün geçmiş henüz bir arpa boyu yol kat edilememişti. Arada sırada uzaylılar üniversiteye geliyorlar, araştırmaları izliyorlardı. Günlerden bir gün; uzaylılar yine çalışmaları izlemeye gelmiş ve geri döneceklerdi. Efe’yi de uzay gemisine götüreceklerdi. Ama ne olduysa o an olmuştu. Güneşin Kızı ile gelen diğer uzaylılardan birisi tam uzay gemisine ışınlanmak için ayar yaparken, dört kollu arkadaşlarından birisinin kolu değince; hepsi birden Kayseri kalesinin önünde şehrin tam ortasında bitiverdiler. Mor renkli uzaylılar, Kayseri’nin göbeğinde kalıvermişlerdi. Efe kendi kendine eyvah dedi. Uzaylılar bir anda şaşırıp kalmışlardı. Kayserililerin tavrı ne olacaktı kim bilebilirlerdi ki! Hayretle bakan insanların arasından küçük bir kız, koşa, koşa Güneşin kızına sarıldı. Ve annesine bağırdı.

Türkü – Anne bak! Kayseri’ye sirk gelmiş.

Efe hemen önceden planladığı ama uygulamaya koymadığı tiyatro planını ortaya koyarak.

Efe – Küçük kız! Onlar sirk çalışanı değil onlar, tiyatrocu. Ankara’dan geldiler.

Türkü – Hıhh! Benim adım küçük kız, değil bir kere. Ben abla oldum. Ve benim adım Türkü, senin adın ne peki!

Bu ara Türkü’nün annesi Güneşin kızı ile tokalaştı, öpüştü. Daha sonra diğerleri ve Efe ile tokalaştı. Türkü’nün elinden tuttu. Bu esnada Efe küçük kıza yani Türkü’ye bir saniye deyip, bir kâğıda telefon numarasını yazdı. Lütfen görüşelim olur mu? Seni çok sevdim. Tiyatrocularla seni yine buluşturacağım tamam mı?

Türkü – Tamam! Derken kâğıdı alıp annesine verdi. Annesi de başını hafifçe eğerek Efenin sözlerini nezaketen onayladı.

Bu arada Kayserili vatandaşlar uzaylılarla tokalaşıyor. Konuşmaya çalışıyorlardı. Uzaylılar aslında ne cevap vereceklerini çok bilemedikleri için, birazda yanlış bir şey söylememek adına susuyorlardı.

Kayserili vatandaş – Neden cevap vermiyor bunlar deyince.

Efe – Uzaylı rolü yapıyorlar da ondan cevap vermiyorlar.

Kayserili vatandaş – Desene Kayseri’yi uzaylılar bastı.

Uzaylılar bir anda şaşırmışlardı ne yapacaklardı. Ne yapacaklarını bilmediklerinden dolayı hemen Efe lafa karıştı ve.

Efe – Tabi! Canım ama rol icabı. Sırf uzaylı gibi olsunlar diye hem renk hem de iki kol daha taktırdık. Nasıl beğendiniz mi?

Kayserili vatandaş – Sen nerelisin kardeş.

Efe – Övünmek gibi olmasın Gayseriliyim.

Kayserili vatandaş Efe’ye sarılarak; Vay gadalarını alırım senin dedi.

Efe hem o anı kurtarmanın sevinci ile hem de artık uzaylıları saklamak için daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalmadıkları için çok mutluydu. Ve hemşerisine oda iyice sarıldı.

Uzaylı ekibiyle birlikte oradan geçen bir taksiye binerek tekrar üniversitenin yolunu tuttular. Üniversiteye varınca dekana olanı biteni anlatınca. Dekan kahkahalarla güldü.

Dekan – Şükürler olsun! En önemli korkumuzu yendik. Şimdi sıra bizim insanımızla uzaylıları kaynaştırmaya geldi.  Bu işi de sen yapacaksın artık Efe, Kayseri’mizi iyice gezdir. Kayseri'mizi tanıt ve  bilgilendir. Biz de bu arada virüsü yok etme çalışmalarımıza devam edelim.

Dekan daha sonra Vali, Belediye başkanı ve Emniyet müdürünü arayarak olayı anlattı. Vali ve belediye başkanı dekanın anlattıklarına gülerken, Emniyet müdürü gülmemek için kendini zor tuttuğunu telefondan dekan hissetmişti. Her şeyin yoluna girmesi, dekanın hoşuna gitmişti ancak önlerinde çözülmesi gereken esas mesele hala gün yüzü gibi ortada duruyordu.

Efe uzaylıları her gün bir yerlere götürüyor onları eğlendiriyordu. Onlarda geçen zaman içinde halkla kaynaşıp konuşmaya, sohbet etmeye başlamışlardı. Efe uzaylıları Kayseri’de yeni açılan hayvanat bahçesine götürmeye karar vermişti.

Sabah hayvanat bahçesi açılır açılmaz, kapıda hepsi dizilmişti. Kayseri belediyesi tarafından düzenlenen geziye ücretsiz olarak katılacaklardı. Efe en önde işlemleri yapmak üzere giriş kapısına yöneldiğinde Efe ağabey, Efe ağabey diye bir ses duymuştu. Bunun üzerine arkasına baktığında kalenin önünde karşılaştığı Türkü’nün sesiydi; bu. Oda annesi ve babası ile gelmişti. Efe işlemleri yaptırırken, Türkü’nün anne ve babasını da ücretsiz olarak alınmasını talep etti. Hayvanat bahçesi görevlileri de, Efendim başkanımızın emri var zaten sizden ve misafirlerinizden para almayacağız.

Türkü’nün annesi ve babası Türkü’yü Efe’ye emanet edip onlar kendileri ayrı takılacaklardı. Efe’de bunu memnuniyetle karşıladı. Türkü hemen Güneşin Kızı’nın kollarına atıldı. Güneşin Kızı, Türkü’yü çok sevmişti. Hele de Türkü’nün onun yanağından öpmesine bayılmıştı. Uzaylılar hayvanları görüp onların tavırlarına yaptıkları enteresan hareketlerle Kayserilileri büyülemişlerdi. Papağan konuşurken onu taklit ediyor. Maymun gibi kaşınıp onlar gibi hoplayıp zıplıyor. Aslan gibi kükrüyorlardı. Hele uzaylılardan bir tanesi maymun gibi tel örgülere tırmanması oradan oraya zıplaması görenleri hayrete düşürüyordu. Yılanlarla tıs yapıyor, fillerle konuşuyor. Zürafalarla boy ölçüşüyorlardı. Bu olanlara Türkü kahkahalarla gülüyor. Bazen Güneşin Kızının elini bırakıyor. Kendi başına oradan oraya koşuşturuyordu. Gezinin en heyecanlı yerine gelmişlerdi. Ata bineceklerdi. Güneşin Kızı ata binip iki eliyle atın dizginlerini tutarken diğer iki eliyle Türkü’yü havada evirip çevirip öyle akrobatik hareketler yapıyordu ki! Türkü’de hiç korkmuyordu. Herkesin alkışları arasında güzel bir gösteri yapmışlardı. Gösteri sonunda güzel bir yemek yediler. Yemekte Kayseri mantısı da vardı ki! Uzaylılar çok sevmişti mantıyı. Sucuk ve pastırmayı da bir başka sevmişlerdi. Güneşin Kızının, kardeşi Güneşin Oğlu bizim gezegene giderken bunlardan da götürelim deyince. Çevreden duyan Kayserililer; bu adamlar müthiş tiyatrocu. Tam bir uzaylı gibi hareket ediyorlar. Aralarından birisi kesin bunlar uçuyordur deyince. Uzaylılardan birisi hafifçe havalanınca hemen geriye kaçmaya başlayan bir iki kişi olunca Efe hemen devreye girdi. Benim icadım olan bir şeyi deniyorlar. Bakın bu ayakkabı tabanlığı ayakkabısının içine takıp denemek isteyen var mı? Oradan birisi ben inanmıyorum bunlar uzaylı dedi.

Efe – Yok artık kardeşim. Şu tabanlığı dene benim icadım bak gör.

Hemen tabanlığı aldı. Oda uzaylılar gibi uçacağını sanıyordu ama hani uçmuyor deyince.

Efe – Pardon ya! Ben ayak ısıtıcısını koymuşum çantama.

Adam hakikaten ayaklarım ne güzel ısındı. Ötekini de ver hadi. Babama vereyim. Adamcağız zaten hasta ayakları hiç ısınmıyor.

Efe adamın söylediklerine kıyamadı al arkadaşım. Güle, güle kullansın baban dedi.

Hadi o zaman o adam bana ayak tabanlığını versin uçayım. Güneşin Kızı ortalığın karışacağını anlayınca parmağı ile ona görünmeyen bir ışın göndererek havalanmasını sağladı.

Efe pardon ya! Unutmuşum ona hem ısıtıcı hem de havaya uçurandan takmıştım. Ancak prototip olduğu için bir daha çalışmayabilir üzerinde çalışıyorum dedi.

Adam şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı. Halkta Efe’ye hayranlıkla bakıyordu.

Aralarından yaşlı bir teyze aferin oğlum; Ne de olsa Gayserili zekâ fışkırıyor, aslanımdan.

Efe teşekkür ederim teyzeciğim dedi. Artık oradan bir an önce uzaklaşmaları lazımdı.  Yoksa foyaları ortaya çıkabilirdi. Efe bize müsaade deyip uzaylı arkadaşlarını ve de Türkü’yü alıp oradan uzaklaştı. Türkü’yü anne ve babasına teslim ettikten sonrada hep beraber uzay gemisine gittiler.

Efe uzay gemisine çıkar çıkmaz her zaman olduğu gibi gemiyi incelemeye başladı. Bütün odaları geziyor. Farklı gördüğü her şeyi yanında gezen görevliye soruyor, ondan gerekli cevapları alıyordu. Oda, oda gezerken bir odanın kapısının kilitli olduğunu fark etti.

Efe - Burası neden kilitli, bir sorun mu var deyince.

Gemi görevlisi – Orada bir hastamız var. Size de bulaşabilir ondan kilitli orası.

Efe – Gemide virüs kapmış birisi mi var? Neden söylemediniz ki.

Gemi görevlisi – Yok o virüs kapmadı. O Güneşin Kızı’nın babası,

Efe – Hastalığı ne onun?

Gemi görevlisi – Sizin deyiminizle böbrek hastası,

Efe – İyi de böbrek hastalığı bulaşıcı değil ki! Siz bulaşıcı olmadığını bilmiyor musunuz?

Gemi görevlisi – Biz bilmeyiz ki! Sadece doktorlar bilir. Biz bizim sorumlu olduğumuz işlerin dışında çok şey bilmeyiz.

Efe – Anladım. Hadi sen bizim doktoru çağır. Dr. Selim burada değil mi?

Gemi görevlisi – Burada tabi!

Efe -  Doktor beyde burada siz haber vermemişsiniz.

Gemi görevlisi – Biz size bulaşmasın diye söylemedik. Güneşin Kızı’nın emri

Efe – Hadi doktorumuzu çağır.

Gemi görevlisi – Çağırdım; efendim geliyor.

Dr. Selim Bey – Efe hoş geldin beni çağırmışsın.

Efe – Evet, doktorum ya! Güneşin Kızı’nın babası içeride hasta yatıyormuş.

Dr. Selim Bey – (Doktor bey hemen telaşlanarak ) Hemen karantinaya alalım burayı.

Efe – Yok, hocam virüsten dolayı değil. Sadece böbrekleri rahatsızmış.

Dr. Selim Bey – Şükürler olsun. Bende bir an korktum eğer Kayseri’ye yayılırsa yandık dedim.

Efe – Hadi odaya girelim hocam.

Dr. Selim Bey – Efe benden heveslisin bakıyorum da.

Efe ile birlikte Dr. Selim Bey, içeriye girip hem Güneşin Kızı’nın babası ile tanıştılar sonrada doktor muayenesini yaptı. Daha sonra da, hemen hastaneye ışınlandılar.

Hastanede gerekli tetkikler yapıldıktan sonra, hastayı dinlenmesi için yatağına yatırdılar. Güneşin Kızı’nın babası Dii-nohh (Aydın insan ) böbreklerinden rahatsızdı. Bütün tetkikler sonunda çok fazla sıkıntısı olmadığı ortaya çıktı herhangi bir cerrahi müdahale gerekmediği gibi, diyalize bağlanmasına da gerek olmadığı görüldü. Ancak tedbirleri alınmazsa çok vahim sonuçlara varabilirdi. Dr. Selim Bey, gerekli ilaçları temin edip, Uzaylıların liderinin babası Dii-nohh beye kullanması için verdi. Efe’de Dii-nohh Beyin yanında refakatçi olarak duruyordu. Bu ara Efe

Efe - Dr. Selim beye, doktorum. Böbrek rahatsızlıkları için gilâburu kullanmasını tavsiye eder misiniz?

Dr. Selim Bey, tabi ki! Neden olmasın uzaylıları araştırmalarımda baktım inceledim. Çok fazla bizden farklı gözükmüyorlar. Ancak gilâburu içerken hastanede gözetim altındayken deneyelim yine de. Farklı bir sonuç çıkacağını beklemiyorum ancak ne de olsa farklıları olabilir onun için tedbiri elden bırakmayalım.

Efe – Tamam o zaman bizim köyden getirdiğimiz. Gilâburumuz var. Paşa ağabeyime söyleyeyim getirsin.

Dr. Selim Bey - Hadi bakalım. Dii-nohh Bey’i sana emanet ediyorum. En ufak bir problemde beni arıyorsun tamam mı?

Efe – Baş üstüne doktorum. Dii-nohh Bey bana emanet.

Doktor bey oradan ayrıldıktan sonra Efe sabaha kadar, kendisine emanet edilen Güneşin Kızı’nın babasının başını neredeyse gözünü kırpmadan bekledi. Geceleyin hafifçe ateşinin çıkmasından başka bir sorun olmamıştı. Hatta gece yarısı Dr. Selim Bey, herhangi bir sorun olmamasına rağmen yine de kontrole gelmişti. Üniversite hastanesinde virüs konusunda da çalışmalar devam ediyor ama herhangi bir ilerleme henüz kaydedilememişti. Bu arada Dii-nohh Bey gittikçe iyileşiyordu. Güneşin Kızı babasının iyileşmesine o kadar seviniyordu ki! Sevinci gözlerinden okunuyordu. Virüs içinde bir çare bulsalar diye dua ediyordu. Dii-nohh Bey’in gilâburuyu severek içiyor. Belki de o ana kadar gülmeyen Dii-nohh Bey artık gülümsüyordu.

Kayseri valisi, belediye başkanı ve emniyet müdürü de Dii-nohh Bey’e geçmiş olsun için gelmişlerdi. Dekan bey devamlı rapor alıp sağlık durumunu inceliyordu.

Uzaylılar hallerinden memnunlardı. Kayserililer de onların uzaylı olduklarını bilmiyorlardı ama misafirlerinden oldukça memnunlardı. Ancak geçen zaman içinde tehlikeli virüs için bir çare bulamamaları kendi dünyalarını kurtaramamaları onları üzüyordu.

Üç dört ay geçmesine rağmen henüz teknik olarak bir çare bulamamışlardı. Günlerden bir gün virüsü incelemek için o çalışmada iki uzaylının da bulunmasını dekan bey istemişti. Belki onların çalışma esnasında herhangi bir önerisi veya gözden kaçan bir hususa dikkat çekebileceklerini düşünerek onlarında katılmasını istedi. Güneşin kızı ve uzaylı bir kişinin katılması ile yeni bir dönem başlıyordu. Virüse çare bulmak için ortak çalışma, hatta bu çalışmanın içine abisi Paşa’dan sonra Efe’de katılmıştı. Virüs uzaylıların teknolojisine göre üretilmiş ağzı kapalı bir cam tüp içinde duruyordu. Efe laboratuar tüpüne baktı ve dekan beye. Efendim benim size bir önerim var. Bu araştırmayı uzay gemisi içindeki laboratuarda yapmanızı öneriyorum. Çünkü onların laboratuarları bizim laboratuarımızdan daha teknik. Cihazların çalışmaları hakkında ben küçük bir araştırma yaptım. Bütün cihazların çalışma tekniğini öğrendim. Çalışmayı orada yapmaya ne dersiniz. Dekan Efe’nin teklifini düşüneceğini ve diğer doktorlarla konuşacağını ifade ettikten iki gün sonra araştırma gemisinde araştırmaya devam edeceklerini söyledi ve çalışmalara uzay gemisi laboratuarında yeniden başladılar. Çalışmalara başladıktan birkaç gün sonra;

O gün her zamanki gibi, iş bölümü yaparak değişik varyasyonları göz önüne alarak farklı biçimlerde, farklı tedavi yöntemlerini geliştirmek için var güçleriyle çalışıyorlardı. Efe içinde virüsün bulunduğu renkli cam tüpü aldı. Yine ona bakarken, uzaylılardan birinin kollarından biri Efenin koluna değince, cam tüp yere düşüp kırıldı. Artık virüs ortama yayılmaya başlamıştı. Bunu gören Güneşin kızı bütün kapıları dışarıya bağlantısını kapattırdı. Sonrada işte sonumuz geldi dedi.

Dekan eyvah ne yaptınız. Birkaç saat içinde hepimiz bu virüs yüzünden öleceğiz.

Efe – Özür dilerim. İstemeyerek oldu.

Güneşin Kızı – Anlamıyorum. Böyle olmamalıydı.

Dekan – Elbette böyle olmamalıydı. Ne yazık ki! Hepimiz öleceğiz.

Güneşin Kızı – Hayır! Onu demek istemiyorum. Virüs bize zarar vermeye başlamalıydı ancak, herhangi bir tesiri olmadı.

Dekan -   Nasıl olur. Virüs nerede, yoksa son yapılan çalışmalar sonucu yok mu oldu.

Güneşin Kızı – Heyecana gerek yok efendim. O anı kameralar çekmiştir. Neler olduğunu kameradan görebiliriz.

Dekan – Virüs gözle görülebilecek bir şey değil. Kamerada görülmez ki!

Güneşin Kızı – Bizdeki teknoloji de en küçük bir parçayı dahi biz görebiliyoruz.

Dekan – O zaman hemen bakalım.

Bunun üzerine olay anını en ince ayrıntılarıyla incelediler. Virüsün yok oluşunu seyrettiler. Ancak virüs neden yok oldu anlayamamışlardı. Havada ki bir şey onun ölümüne sebep oldu deseler onun testini zaten yapmışlardı. Virüs o hava ortamında yaşıyordu. Bütün ekip hep birlikte düşünmeye başladılar. Görüntüleri tekrar, tekrar incelemeye devam ettiler.

Paşa ve Efe bir ara birbirlerine baktılar buldum diye ikisi birden haykırdılar.

Dekan ve Güneşin Kızı birbirine baktılar.

Paşa – Bu virüsün ilacı kendinizsiniz. Güneşin Kızı dedi.  Efe sende benim gibi düşünüyorsun sanırım anlat devamını da herkes dinlesin.

Efe – Virüsün yok olma sebebi Güneşin Kızı’nın yaydığı mor ışık. Siz ışığınızı dışarı değil de, içeriye yani vücudunuza yansıtsaydınız o zaman bu virüs yok olacaktı. Bu bir varsayım bunu denemenin yolu sizin yaydığınız ışını vücuda yaymak. Dedi ve.

Bunun testlerini bir an önce yaptılar ve virüsün gerçekten yok olduğunu gördüler. Daha sonra kendi vücutlarından ürettikleri mor ışığı gezegenlerine yansıtmak için uzay gemilerine binip gittiler. Onların gitmelerine rağmen Güneşin kızı hasta olan babası ile hastanede kaldı. Çünkü uzay gemisi yeniden gelecekti. Giden uzaylılar mor ışığı yansıtarak gezegenlerini kurtardılar. Yok; olduklarını sandıkları halklarının da kendilerinin korunmak üzere yaptıkları yer altı mağaralarına sığınmışlardı. Onlarda gün yüzüne çıkarak bir gezegenin yeniden doğuşunu kutladılar. Daha sonra dünyaya dönen uzay gemisi, aralarında aldıkları kendi doktorları ile Kayserili doktorları bir araya getirdiler.

Uzaylılar artık gezegenlerine döneceklerdi. Kayseri belediyesinin düzenlediği gecede barış yemeği yendi ve konuşmalar yapıldı. Kayseri Valisi, belediye başkanı ve Emniyet müdürü olanlardan çok mutlulardı. Sayın vali ve belediye başkanı birer konuşma yaptılar. Emniyet müdürü herhangi bir konuşma yapmadı. Ancak gelen uzaylılar sorun olmak yerine çözüm üreten varlıklar olduğunu gördüler. Son olarak Güneşin Kızı, Kayserililerin göstermiş olduklar ilgi, sevgi saygı ve iyi niyetleri için teşekkür etti. Ayrıca şu konuşmayı yaparak devam etti. Ben dünyanızı ilk geldiğim günden beri dünyanızı izliyorum. Bütün medyadan, uydulardan ve değişik kanallardan takip ediyorum. Siz Kayserililer ve üzerinde yaşadığınız ülkeniz. Yani Türkiye vatandaşları, yani Türk milleti barışçı bir millet. Ancak çevrenizde ve dünyanın birçok ülkesinde savaşçı zihniyetler hüküm sürüyor. İnsanlar birbirlerini öldürüyor, anlamış değilim. Neden savaşıyor bu insanları anlamıyorum. Siz bizim bir virüse karşı olan savaşımızda bizim hayatımızı ve dünyamızı kurtardınız.

Ancak sizin dünyanızı bu savaşçı zihniyetlerden kim kurtaracak.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.