Aşılamamışsa bir dağ, varılamamışsa bir menzil, geçilememişse bir engel yarım kalmıştır bir şeyler. Tamamlanamamıştır umutlar.
Muhsin Yazıcıoğlu Başkanımızın 25 Mart 2009 yılındaki son yolculuğunda geçit vermeyen Kahramanmaraş’taki Berit Dağları da umutların yarım kalmasında bir vesiledir.
Tabi aslolan takdirdir. İnsanoğlu ne kadar da tedbir alsa, takdir tedbiri bozar. Yüce Rabbim’in takdiri böyleymiş. Muhsin Yazıcıoğlu Başkanımızın son saatleri o dağda, Berit Dağı’nda geçecekmiş.
Berit Dağı geçilemez bir dağ mıdır? Nerededir bu dağ? Tam yeri nerededir?
Berit Dağı, Torosların birer uzantısıdır. Toroslar nasıl bir azamet ve heybet abidesi olarak Ülkemizin Batı’sından Doğu’suna doğru uzanırsa, Berit Dağları da Kahramanmaraş’ın kuzey cephesinden itibaren Doğu’ya doğru uzanır, gider. Torosları çoğumuz bilsek de, Berit Dağını Ülkemizde çoğu kimse Muhsin Yazıcıoğlu Başkanımızı taşıyan helikopterin, orada düşmesinden dolayı duymuştur.
Bir Kahramanmaraşlı olarak bu dağları, sinesinden coşup kaynayan buz gibi sularını, binlerce çeşit bitki örtüsünü, sert iklimini, çok iyi biliriz biz.
Elbette Berit Dağı basit ve sıradan bir dağ değildir. Gerçi, o kadar da heybetli, azametli yapısı, aşılmaz duvar misali özelliği de yoktur. Yani çok yüksek bir dağ olmadığını belirtmek istiyorum. Ancak aşılmazsa aşılmıyor işte. İnsan nice nice engelleri aşar da en basit engele takılamaz mı? Takılır elbette. Muhsin Başkanımız da nice nice engelleri aşsa da Berit Dağı engelini aşamamıştır.
Dağları aşamayan elbette yalnız Muhsin Başkanımız değildir.
Dağların aşılmazlığı ve dağlarda can verenler şahsımı, şu şair yüreğimi her daim hüzünlendirmiştir.
Bu hüznü, dağları aşamayanların vermiş olduğu hüznü, Muhsin Başkan ve helikopterdeki yol arkadaşlarının başlarına gelen olayda yaşamış olsak da, esasında bu hüznün, bu duygunun birçok örneklerini çeşitli zaman ve tarihlerde yaşadık ve hüznü halen yüreklerimizdedir. Ve sıcaktır.
Bizim açımızdan en fazla bilineni ve bizi en fazla hüzne boğanı, 1. Dünya Savaşı sonrasında, Sarıkamış Allahüekber Dağlarında karlara saplanan ve orada şehit olan binlerce Mehmetçik’tir. Bunun gibi başka hüzün ve acı veren birçok olay yaşanmıştır elbet.
Sarıkamış Allahüekber Dağlarındaki o facia bir toplumsal travma olarak yüreklerimizdedir.
Başka bir hüznü Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları adlı şiirinde geçen Maraşlı Şeyhoğlu olayını tefekkür ettiğimde ve hatırladığımda yaşarım. O da hüzünlüdür ve o da aşılamayan bir dağ hikayesidir. Toplumsal olmasa ve yalnız bir şahsın hikayesi olsa da beni çok duygulandırır. Çünkü o da sevdiğine kavuşamamış ve umutlarını yaşayamamıştır.
Han Duvarları adlı o şiiri ne zaman okusam, Maraşlı Şeyhoğlu’nun durumu beni hüzünlendirir ve duygulandırır. Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları adlı şiirinde Maraşlı Şeyhoğlu’nun duvara kazınmış sözlerine yer verir. O sözler şöyle başlar: "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan, Baba ocağından yar kucağından, Bir çiçek dermeden sevgi bağından, Huduttan hududa atılmışım ben".
Duvardaki sözler şöyle devam eder: "Gönlümü çekse de yârin hayali, Aşmaya kudretim yetmez cibali, Yolcuyum bir kuru yaprak misali, Rüzgârın önüne katılmışım ben.” Üçüncü dörtlükte bu garip kendisini tanıtıyor: "Garibim namıma Kerem diyorlar, Aslı'mı el almış haram diyorlar, Hastayım derdime verem diyorlar, Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben."
Maraşlı bu garip yolcunun, yolculuğu nasıl bitiyor diye soracak olursanız, hemen cevap vereyim. İyi bitmiyor, garibim vuslata eremiyor, yolunun üzerindeki o dağı aşamıyor. Bu sonucu öğrenmeden bile, Faruk Nafiz Çamlıbel, şiirinde haykırıyor ve diyor ki; “Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı! Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!” O dağı aşamadığını Hancı ifade ediyor ve diyor ki; "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
Şiirin o kısmı tam olarak şöyledir: “Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu: "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?" Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, Dedi: “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
“Dağları aşamamak ve vuslata erememek. Yarım kalan umutlar bırakmak geleceğe.” Çok çok zor ve çok çok acı bir durum. Çok hüzün dolu bir durum. Allah kimsenin başına vermesin.
İşte Muhsin Yazıcıoğlu Başkanımızın başına gelen o meşum (uğursuz) olaya bu gözle bakıyorum.
Ülkemizin yetiştirdiği Değerli İnsan, Gönül Eri Muhsin Yazıcıoğlu Başkanımızın ve yol arkadaşlarının başına geldi böyle bir olay. Helikopterle Çağlayancerit’ten yola çıktılar, ama Berit Dağlarına, Keş Dağlarına takılıp kaldılar, varacakları yere varamadılar. Bembeyaz karla kaplı bir alanda günlerce mahsur kaldılar.
Evet, Muhsin Yazıcıoğlu Bey’in ve yol arkadaşlarının başına gelen bu acı kaza, bende Sarıkamış Allahüekber Dağındaki yarım kalmış umutları, binlerce askerimizin yarım kalmış umutlarını çağrıştırır. Ve kalın bembeyaz karlar altına gömülen umutlar, benim yüreğimi dağlar.
Han Duvarları adlı şiirindeki hüzün de yüreğimi dağlar. Muhsin Başkanımızın da karlar altında kalması yüreğimi dağlar.
İşte bu hüzünle, “Ey Muhsin Başkanım sen de Sarıkamış Allahüekber Dağlarında bembeyaz karlar altındaki askerlerimiz gibi bahtsızmışsın. Ey Muhsin Başkanım sen de, Maraşlı Şeyhoğlu gibi talihsizmişsin” diyerek haykırıyorum.
Tabi bu bahtsızlık değil esasında.
Ey Muhsin Başkanım sen de Sarıkamış Allahüekber Dağlarında bembeyaz karlar altındaki askerlerimiz gibi şehidsin. Elhamdülllah.
Yazımın sonunda, “ha Maraşlı Şeyhoğlu, ha Sivaslı Yazıcıoğlu, ha Sarımkamış Allahüekber Dağlarındaki şehidlerimiz” hiçbirinin farkı yoktur,” diyorum. Hepsi de yarım kalmış umutların sahipleridir. Ancak, her üç yerde can veren ve yazımda bahsi geçenler umutlarına, inşallah Ahirette kavuşurlar.
Evet, her üç dağda ebediyete irtihal edenlere rahmet diliyor ve cümlesinin inşallah ahirette sevdiklerine kavuşmasını Cenab-ı Hakk’tan (cc) tekrar niyaz ediyorum.