Mümin: huzurlu toplumun teminatı

Süleyman Göksu

Bir toplumu ayakta tutan ve huzur içinde yaşamasını sağlayan en temel ilke adalettir. “Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz.”  ayeti, mümin olmanın hak ve adaletten yana olmayı gerektirdiğine işaret eder. Adalet aynı zamanda sosyal hayatın en önemli denge unsuru ve teminatıdır.

Toplumda huzurun gerçekleşmesi için vazgeçilmez olan diğer bir ilke, güvendir. Mümin, Muhammedü’l-emîn olan Peygamberini model alarak, inanan-inanmayan bütün insanlara güven telkin eder. Çünkü Allah Resûlü (s.a.s) onu şöyle tarif etmiştir: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve malları konusunda kendisine karşı emniyet hissettikleri kişidir.”

Huzurlu ve güvenli bir toplum inşa etmenin bir diğer ilkesi de doğruluktur. Samimi ve dürüst olmak, mümin olmanın bir gereğidir. Mümin, açık sözlü ve şeffaftır. İçi dışı birdir. Niyeti ve amelleri birbiriyle tutarlıdır. Mümin yalan söylemez, iftira atmaz, kul hakkına el uzatmaz!

Bir toplumun beraberlik şuurunu zedeleyen ve tefrikaya kapı aralayan en zararlı davranışlardan biri ise sû-i zandır. Sû-i zan, delilsiz ve temelsiz bir şekilde önyargılarla insanları karalamak, kötü düşünceler üzerine zan bina etmektir. Hâlbuki müminlerin canları ve malları gibi, onur ve haysiyetleri de birbirlerine emanettir. Aralarındaki ilişkide kardeşlik hukuku, kardeşlik ahlakı hâkim olmalıdır. Mümin kardeşine hüsn-i zan yani iyi niyet beslemek imanın gereğidir.

İslam dini, sû-i zannı yasakladığı gibi insanların gizli hallerini araştırmayı ve ifşa etmeyi de yasaklamıştır. Birbirini çekiştirmeyi, birbirinin arkasından kötü konuşmayı, kardeşinin ayıp ve kusurlarını ortaya dökmeyi haram kılmıştır. Çünkü bütün bu kötü huylar, fitne ve fesadın yaygınlaşmasına, birbirine güvenmeyen bireylerin huzursuz ve düzensiz bir toplum oluşturmasına sebep olur. Böyle bir toplumun ayakta kalmasına ve geleceğe umutla bakmasına imkân yoktur.

Yüce Allah, “Birbirinizin gizliliklerini araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın…”5 emriyle bizi bu konuda hassas davranmaya davet etmiştir. Aksi halde varılacak yer dünyada hüsran, ahirette ise pişmanlıktır. Nitekim Cenâb-ı Hak, sözün doğru ve güzelini söylemeyen müminlerin arasını şeytanın bozacağını bize şöyle haber vermektedir: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; çünkü şeytan aralarına girer. Kuşkusuz şeytan insanların apaçık düşmanıdır.”

Sevgili Peygamberimiz “Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan olarak yeter!”7 buyurur. Doğruluğunu araştırmadan bir bilgiyi paylaşmak, asılsız sözlerin yayılmasına, yalan ve iftiranın beslenmesine alet olmaktır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur  “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın.…”

Bir mümin, sorumsuz ve şuursuzca yayınlanan asılsız haber ve yorumlara itibar etmez. Masum insanların şeref ve haysiyetine söz söylemekten, ateşten kaçar gibi uzak durur. Her söylediği sözün, her yazdığı yorumun, her yaptığı işin bir hesabı olduğunu bilir. Rabbimizin şu ayetini hayat düsturu edinir: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”

Huzurlu, güvenli ve güçlü bir toplum inşa etmek için kitabımız Kur’an-ı Kerim’e, Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.s)’in sünnetine tabi olalım. Tevhit bilincini, kardeşlik şuurunu ve güzel ahlakı önce ailelerimizden başlamak üzere çevremize yayalım, yaşayalım ve yaşatalım. Aramızdaki bağları zayıflatacak, bizi birbirimize güvenemez hale getirecek her türlü davranıştan uzak duralım. Eşlerin, anne babaların, çocukların, amirin, memurun, işçinin, işverenin, komşunun, akrabanın, dostun, arkadaşın, kısacası toplumun bütün bireylerinin birbirine güven duyduğu huzurlu bir ortam için hep birlikte emek verelim. Peygamber Efendimizin şu uyarısını bir an olsun aklımızdan çıkarmayalım: “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun…”