Çağın belası kronik mutsuzluk…
Herkes sihirli bir değnek arıyor.
Mutluluk zorunlu bir durum gibi herkes tükenmeyen mutluluk peşinde.
Sürekli mutlu olmayı hak ettiğimize inanıyor, mutsuzluğa katlanamıyoruz.
Mutluluğun süreklilik arz eden bir zaman dilimi olduğu algısı insanları sonsuz mutluluk beklentisine sokuyor.
En iyisine layık olduğumuzu düşünüp ortalama olana katlanamıyoruz.
Duygusal gelişimimizi tamamlayamadığımızda arayışlara savruluyoruz.
Mutsuzluklarımızı yönetip ehlileştiremiyoruz.
Mucize haplarla hormonları şahlandırıp mutluluğu yakalamaya çalışıyoruz.
Narsisizm tavan.
Egolar kıyasıya çarpışıyor.
Duygularımızı düzenleyip yatıştıramıyoruz.
İç frekansları algılayıp düzenleyemeyince dış görüntüde mutluluk bulmaya çalışıyoruz.
Mucizevi zayıflama hapları, plastik cerrahi, medikal estetik en çok gündemde olan konular.
Kişisel gelişim kitaplarından medet umuyoruz.
Oysa kişisel gelişim kitapları bireye değer katmaz.
Değişim pazarlar.
Gerçek değişimse insan hayatına acı, sevgi, şefkat, korku ile gelir.
Kişisel gelişim ölene kadar sürer.
Bunu yapabilmek için dış etkenlerden bağımsızlaşıp iç huzuru sabitlemeyi öğrenmek gerekir.
Her insan ayrı bir dünyadır.
Her insanın farklı deneyimleri vardır.
Hayat, deneyimlerden ders alarak kişisel serüvenini tamamlamaktan ibaret aslında.
Mutlu hissetmiyor olmak mutsuzluk değildir.
Çağın bize dayattığı sonsuz ve sürekli mutluluk beklentisi sadece içimizdeki kaosu pekiştiriyor.
“Size fazla mutluluk dilemiyorum, fazlası usandırır insanı” diyen Dostoyevski belki de en güzel temenniyi dile getirmiştir tüm insanlık adına.
Her duyguyu yaşamalı insan.
Tadında, kıvamında, yeterince, gereğince…