Oruç, her şeyden önce Allah’ın bir emridir. Allah, ibadet etmeyi emrederken o ibadetlerin ne zaman, nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiğini de Kur’an ve peygamberin örnek hayatıyla bildirmiştir. Zaten ibadetlerde ki asıl fayda da Allah’ın emrini yerine getirmek değil midir? Mesela bir insan farz olan ramazan orucunun yerine senenin diğer bütün günlerini oruçla geçirse farzı yerine getirmiş olmaz. Beş vakit namazı bir vakitte eda etse bir insan yine Allah’ın farz kıldığı namazı eda etmiş olarak kabul edilmez.
Kurban ibadeti ve hac farizası da yine belirli vakitlerde ve şartlarda yerine getirilmiş olması gerekir. “Namaz insanı fuhşiyattan ve munkerattan alıkoyar” diye buyuruyor yüce Allah ayetinde. Namaz kıldığı halde bir insan kendini kötülüklerden koruyamıyorsa o namaz yorgunluktan başka bir şey sağlamaz. Kurban ibadetiyle Allah’ın muradı ne et yemek nede kan akıtmaktır. İnsanın Allah’a karşı olan takvasıdır. Aynen bunlar gibi Allah’ın oruç ibadetinde ki muradı da insanın aç ve susuz kalması değil, nefsini terbiye etmesi, kulluğunun farkına varıp nimetlere şükretmesi ve ruhunu yüceltmesidir.
İbadetler borç ödeme edasıyla değil, kul olma şuuruyla yerine getirilmelidir ki ibadetlerdeki asıl mana müminin hayatına aksedebilsin. İslam, her ibadeti bir ömre yaymak her uzva Allah’ın emrini hâkim kılmak için emreder. Yani ibadetler bir anlık bir eylem olmadığı gibi belli bir uzuvla sınırlıda değildir.
Alimler yerine getirme samimiyeti ve ihlasına göre orucu üç gruba ayırmışlardır.
1-Avamın orucu: Sıradan halkın tuttuğu bu oruç midenin boş kalması ve tenasül organlarının istek ve arzularından uzak durmasından başka bir anlam taşımaz. Belki insan bu haliyle oruç tutmuş olursa da oruçtan fayda elde edemez. Böyleleri ibadet şuuruyla oruç tutmaktan çok, borç ödeme edasıyla yerine getirmiş olurlar bu ibadeti.
2- Havassın (seçkin kimselerin) orucu:
Bu oruç, mideyle ve tenasül uzuvlarıyla beraber bütün azaları da yüce Allah’ın emrine uygun bir şekle getirmektir.
Gözü harama bakmaktan men eder böyleleri. Bu derecedeki bir insan bilir ki mide kadar gözde sorumludur. Göz kadar elde sorumludur. Göz harama nazar edince, kalbe şeytanın nüfusu için bir yol aralanmış olur. Kalpte bulunan iman bundan zarar görür. Allah korkusu ise insanın bütün azalarına hükmettiği gibi, gözün harama bakmasını da önler. Dolayısıyla oruçlu bir insanın orucun lezzet ve faziletini azaltacak şeylerden şiddetle kaçınması gerekir.
Böyle bir orucun, belki en önemli özelliği ise dili gıybet, dedikodu, iftira, yalan, bühtan, malayani gibi şeylerden muhafaza etmesidir. Çünkü peygamberimiz şöyle buyuruyor bu hususta:“Beş şey orucu bozar (yani faydasını yok eder): Yalan, gıybet, söz taşımak, yalan yere yemin şehvetle bir kadına bakmak” (Abdullatif Tercümesi, s. 1209)
Kötü ve çirkin sözlere kulak kabartmamakta çok önemli. Zira kulaktan süzülen söz kalpte tesir meydana getirir. Bazen gıybete istekli bir şekilde kulak kesilmek o kötü fili işlemekten daha kötü olabilir. Bir insan dili ile günah işlemediği halde günah işlenen bir ortamda bulunursa o günahın isteklisi durumuna gelmiş olur, o sisli ve isli ortamdan kendisi de zarar görür.
Kısaca bu tür oruç en ideal oruç şeklidir. Aksi takdirde yani mideyi Allah’ın emrine verdiğimiz halde diğer azaları bundan muaf tutarsak peygamberimizin “çok oruç tutanlar var ki orucundan açlık ve susuzluktan başka ellerine bir şey geçmez” dediği insanların durumuna düşebiliriz.
3-Havass’ul Havassın (Ermişlerin orucu)
Bu, en zirvelerde olan, imrenilmesi gereken ancak herkesin ulaşması zor olan bir oruç şeklidir. Bu orucu tutabilenlerin sadece azaları değil, kalpleri ve gönülleri de her daim Allah ile beraberdir. Yani kalplerine de oruç tuttururlar, Allahtan gayrı hiçbir şeyi oraya sokmazlar. Onlar bilirler ki, şeytan ve nefis tarafından kalp düşer, orayı başka şeyler meşgul ederse azalar da ona tabi olur. Bunun karşısında Kalpte Allah sevgisi olur, Allah’ın emri oraya hükmederse de insan istikametten milim şaşmaz.
Hakiki manada oruç tutanlardan olmak ümit ve duasıyla…