Yıllar yıllar önce; bir kış günüydü. Anadolu’nun bir köyünde; yaşayan bir ailenin, küçük bir kızı o kadar hastalanmıştı ki! Hastaneye yatırmışlardı ama geçen süre içinde iyileşmeyince. Hastaneden götürün bizim yapabilecek bir şeyimiz yok demişlerdi. Bunun üzerine küçük kızı eve getirmişlerdi. İnanın neredeyse nefes dahi alamıyordu. Annesi babası ümidi kesmiş. Öldü ölecek gözüyle bakıyordu.
Nazlı teyze ise küçük kıza bakıyor. Ümidini hiç yitirmiyordu nazlı teyze komşularıydı. Küçük kızın babası artık, öldüğünü düşünüyor, bir yandan üzülüyor bir yandan da gömelim artık yapacak bir şey yok diye düşünüyordu. Kızın annesi de biçare yüreğine bir ateş düşmüştü. Kızı ölmüş müydü bilmiyordu ki! Kızın babası, günlerce hayat belirtisi olmayan çocuğunun vücudunun soğumuş bedenini görünce hayat belirtisi yok ölmüş; herkese haber verelim deyince.
Nazlı teyze hemen bir ayna parçasını dışarıda soğukta bekletti ve küçük kızın başının üstünde bir müddet tuttu. Ve ayna buğulanıyor, kız yaşıyor bu halde iken bu çocuğu gömdürmem dedi. Çünkü hala yaşıyor dedi. Anne ve babası ümidi kesmiş ama nazlı teyzeye tecrübesine güveniyorlardı. Kızın babası sabaha kadar başında kuran okumuş, annesi de yine nazlı teyzenin yanında bekliyordu.
Bu ara nazlı teyze eve gitti. Evinden bir çanta içinde değişik otlar getirdi bunlardan alıp ocakta kaynattı. Sonra pekmez ile karıştırıp ağzına damla damla vermeye başladı. Ayrıca evde çeşitli otlardan buğu yapmıştı. Üç gün boyunca bu işleme devam etti. Üç gün üç gece sonunda akşam vakti nefes aldığını duyulabilir halde olmasına çok sevinmişlerdi.
Başında üç gün üç gece bekleyen nazlı teyze, üçüncü günün sabahında gözlerini açmasının sevincini yaşıyordu. Hele kızın anne ve babası öldü dedikleri kızlarının hayata yeniden merhaba deyişine o kadar sevinmişlerdi ki! Kızın annesi babası nazlı teyzenin elini öptüler. Küçük kız iyileşmişti artık.
Peki nazlı teyze bu yaptıklarını nasıl öğrenmişti, kim öğretmişti ki! Nazlı teyze daha yeni doğduğunda Anadolu da bir hareketlilik vardı. Bu hareketliliğin sebebi 1930’lu yıllarda mübadele zamanı idi. O zaman nazlı teyze Rum bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti ama ailesi onu bizim ülkemizde bırakmışlardı. Biliyorlardı ki! Çocuklarına en iyi şekilde bakacaklarını. Çünkü Türkiye topraklarında yaşayan insanımızın ona zulüm etmeyeceklerini biliyorlardı. Birkaç günlük bebeğinde yolda dayanamayacağını biliyorlardı.
Yoksa onlarda nazlı teyzeyi içleri sızlaya sızlaya bırakmışlardı. Kim evladını sokak ortasında bırakır ki! İyi insanlar asla yavrularını terk etmek istemezler, mecburiyetler insanlara neler yatırıyor işte! Nazlı teyzeye bütün köylü sahip çıkmıştı ancak kimse onu evlat edinmemiş ama sanki hepsinin evladı gibi büyümüştü. Hani şu bizim küçük kız var ya! Onun annesinin amcası nazlı teyzeyi tababet üzerine yetiştirmiş.
Özellikle kadınlara pansuman yapmada onlarla olan tedavide çok yardımcı oluyordu. Zaman içinde ise iyice bu işin piri olmuştu. Nazlı teyze zaman içinde evlenmiş ama eşi genç yaşta vefat etmişti. Ancak ona üç tane gül gibi evladıyla yalnız bırakmamıştı. Çocukları çok küçük olsa da çalışıp çırpınıp onları büyütüp yetiştirdi. Bizim küçük kızın bir gün elinde dolama çıkmıştı. Onu nazlı teyzeye götürdüklerinde, kızım sana nazar değmiş nazarın çıkıyor demişti. Sonrada çiy yumurta sarısına tuz katıp karıştırdı. O karışımı hamur kıvamına getirene kadar karıştırıp parmağına sürdü ve bir bezle sardı. Ertesi gün parmağının şişi inmiş ve parmak iyileşme sürecine girmişti.