Neriman Nerimanov’un Doğu ülkeleri ile Sovyet Rusya’sı arasında diplomatik ilişkilerin yaratılmasında olağanüstü hizmetleri olmuştur.
Türkiye ile Sovyet Rusya’sı arasında ilişkilerin yaratılması N. Nermanov’un siyasi faaliyetinde olağanüstü hadise – “belge ve kaynakçalarda yerini bulsa da, tarihi değerini almamıştır”, -hatta unutulmuştur. Bununla ilgili Türk araştırmacısı Hüseyin Adıgüzel, “Atatürk, Nerimanov ve Kurtuluş savaşımız konusunu ilk defa olarak araştırarak “Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde “unutulmuş sayfaların” – tarihi gerçekleri apaydın ışıklandırarak Nerimanov’un bir müdrik ve müstesna şahsiyet gibi Türkiye-Azerbaycan birliğine sadakatini layığınca gösteriyor.
Hüseyin Adıgüzel, bir Tarih Uzmanı olarak ele almış olduğu konuda eser yazmasındaki amacını şöyle ifade ediyor: “Kurtuluş savaşımızın en tehlikeli günlerinde, bir kardeş olarak elini uzatan ve elinden gelen her türlü yardımları yaparak Sovyetler Birliği’nden Türk Kurtuluş Savaşına büyük destek ve yardımlarda bulunan Neriman Nerimanov, bir komünist olsa bile Türk olduğundan, hakiki Türk milliyetçisi olduğundan zerre kadar şüphemiz yoktur. Onun komünist olması bize yardım etmesine engel olmadığı gibi, bizler de onun komünist olmasına bakmaksızın, onun Türkiye Türkleri ve Türk milleti için yaptıklarını asla unutamayız. Tarih olduğu gibi, yazılmalıdır ki, Türk Birliğinin temeli sağlam olsun! (“Respublika” gazetesi, 19 Haziran 2019).
Bellidir ki, Neriman Nerimanov’un Türkiyeli Türklerle ilk teması 1909-1913 yıllarında Heşterhanda olmuştur. Sürgün yıllarında ciddi denetim altında iken N. Nerimanov burada gizli inkılabı faaliyetini açık etkinliklerle ustalıkla devam ettiriyordu. Onun “Şûrayı-İslam Cemiyeti’nde organize ettiği etkinliklerinde Tatar, Rus, Kazak, Kırgız ve Türk subayları da iştirak ediyorlardı.
Hüseyin Adıgüzel şöyle yazıyor:
“I. Dünya Harbinde esir düşmüş ve Heşterhan’a gönderilmiş Türk Subayları ile (Nerimanov) orada karşılaşmış ve onlardan almış olduğu bilgilerden Türkiye ve Türklerin durumlarından haberdar oluyor, Kurtuluş Savaşı dönemlerinde zor durumda olan Türkiye Türklerine elinden geldiğinden daha fazlasını yaparak yardımlar etmeye devam etmiştir” (“Respublika” Gazetesi, 19 Haziran 2019 ).
Birinci Dünya Savaşı her yerde olduğu gibi, Azerbaycan’da da içtimaı-siyasi ve ekonomik gerginliği yaratmıştır. Anadolu cephesinde Türk Harbi Kuvvelerinin uğursuzluğu sonucunda binlerce harbi ve sivil esirler Rusya topraklarında bulunan mahpus evlerine gönderiliyordu.
Vladikafkas Demiryolunda kapıları bağlı yük vagonlarında haftalarca aç, susuz bırakılarak Ural’a, Sibirya’ya, ayrıca da Semerkant, Krasnoyarsk, Tula, Heşterhan ve Bakü şehirlerine gönderilen Harbi esirler arasında yüzlerce insan dayanamıyor, dünyalarını vagonlarda değişiyordu. Esirlerin kaldıkları mahpus evlerinde durum daha vahimdi. Bakü’ye hayvan taşınan vagonlarda getirilen Harbi esirler geceleri Deniz Limanından Nargin Adası’na ciddi rejimli esir kamplarına “Knyaz Borodanski” gemisiyle taşınırdı. N. Nerimanov’un Başkanı olduğu “Hümmet” Cemiyeti’nin bundan haberleri vardı. Fakat yasak olunmuş bölgede neler yaşandığından haberleri yoktu.
Herimanov Bakü Şehir Duması’na seçildikten sonra onu rahatsız eden konu – Nargin Adası’nda tutulan Türk esirlerinin durumuydu ve ilk olarak bununla ilgilenmeye başlıyor. O, hemfikirleri ile Duma’da bir Komisyon kurulması ve Nargin Adası’na gönderilmesini talep ediyor. “Hümmet” Gazetesi 28 Kasım 1917 tarihindeki sayısında şöyle yazıyor: “Duma Komisyonu onaylıyor. Bu komisyonun terkibinde Bolşevikler tarafından seçilmiş arkadaşımız Nerimanov birkaç arkadaşlarıyla Nargin mahpuslar saklanan kampına gidecek, orada tutulan esirlerin durumları hakkında mükemmel bilgiler toplayacaktır. Bunlar hakkında Duma’da konuşacaktır”.
Bakü Şehir Duma’sının “Tahkikat Komisyonu’nun üyeleri – Neriman Bey Nerimanov, Abdulbağı Memmedov, Ağa Muhammed İbrahimov, Mürselov, ayrıca Almanya, Danimarka ve İsviçre sefirliklerinin görevlileri Nargin mahpuslar kampında tutulanların durumları ve yaşam ortamı ile tanış olduklarında dehşete düştüler.
Burada binlerce harbi ve sivil esirler ahşap barakalarda, sağlıksız ortamda yaşıyorlardı. Barakalar arasındaki Çadırlarda durum daha vahimdi. Her yerde pislik, kötü koku 400 kişilik Hastana ‘da ağır durumları olan hastalara Tıp yardımı etmek için gerekli ilaçlar yetersizdi ve ya yoktu.
Mahpusların benizleri solmuş, kaderle inildiyorlardı. Onlar maddi ve manevi sıkıntılar çekiyor, haftalarca içmeli suya kesret kalmışlardı.
Rus ve Ermeni muhafızlar bu esirleri ciddi rejimde saklıyor, onlara karşı sert ve acımasızca davranıyorlardı.
“Açık Söz” Gazetesi 1917 yılı 7 Aralık sayısında “Tahkikat Komisyonu” üyelerinin Nargin mahpus Kampında gördüklerini şöyle şerh ediyor:
“Mahpus Kampında yaşanan vahşet durumunun izlerini görmüş Komisyon üyeleri hönkür-hönkür ağlayarak dayanamadılar. 400 insan yerleşecek Hastanede 1200 hasta balık gibi bir-birilerinin üzerine atılmışlardı, bazıları can çekişiyor, bazıları “Efendim, su”, “Efendim, yemek…”, diye bağırıyorlardı. Yan köşede ise o gün ölmüş 40 esirin cesetleri üst-üste yığılmış duruyordu. Vahim koku nefes tıkıyordu. Her gün 40-dek esir sadece acından, susuzluktan, soğuktan dünyasını değişiyordu. Üzerlerinde giyinmeye elbiseleri, yandırmağa yanacakları yoktu. Pek çoklarının başları altına tüle koymuşlardı. Kuru ahşap üzerinde yattıklarından dolayı pek çoklarının yanlarında, sinelerinde büyük yaralar oluşmuştu. Sivil esirler arasında 80 yaşında ihtiyarların yanında 2 ile 15 yaşın altında çocuklar da vardı.
Daha sonra Nerimanov Ada’da 700 kadar seksen yaşlarında ihtiyarın ve 2 yaşından 15 yaşına dek çocukların olduğunu ve bunların tümünün Kafkas Cephesinden geldiklerini bildirerek konuşmasını şu sözlerle bitirmiş oldu: “Burası bir mahpus Kampı değil, mezardır. Öyle bir mezardır ki, 1000 dek insan kenarda oturmuş sıralarını bekliyorlardı”.
Akşama doğru Nargin Adası’ndan şehre yorgun-ezgin dönen Neriman Nerimanov evinde rahatlık bulamadı. Peş-peşe sigaralarını yaktı, kendini yazı masası arkasına bıraktı. Mahpusların vahim durumu içini ateşlemişti. Bu insanlara acil yardım yapılması düşüncesi onun içini eziyordu. Kalktı, odada dolanıp durdu. Bu üfunet dolu, feci olduğu kadar vahim mahpus kampı hakkında Bakü Şehir Duma’sına esirlerin ölün kampı hakkında, ayrıca onlara acil yardım yapılması ile bağlı samballı konuşma yazmaya karar veriyor.
Nerimanov, ağır-ağır masaya yaklaşıyor, zayıf ışık yayan lambanın peltesini yükseltiyor, oda ışıkla doluyor.
O, ağ kâğıtları önüne çekiyor, kalemini mürekkebe batırıyor ve baya düşüncelere dalıyor. Heyecandan düşüncelerini toplayamıyor. Nereden başlasın ki? Az geçmeden görmüş olduğu vahim sahneleri tafsilatıyla yazmaya başlıyor.
Nerimanov konuşmasını bitirdiğinde dan yeri aydınlanırdı. Pencereye düşen şafaklar odayı ışıklandırmıştı. O, lambayı söndürdü. Azıcık uyuması için kanepeye uzandı.
Ertesi sabah Nerimanov’un “Hümmet” Gazetesinde (28 Kasım 1917 yılı) Göz yazı döktüren Cezire” makalesi basıldı. Nerimanov yürek ağrısıyla yazı (Mahpus Kampına) gitmeyeydim. Keşki bir deri, bir kemik bedenleri, iffetsiz gözleri, ah-zar inildeyen insanları görmeyeydim. Keşki, “efendim, su!”, “efendim, yemek!”, “efendim giyim!” sözlerini işitmeyecektim. Kaş çıplak, dudakları soğuktan tir-tir titreşen, yüzleri bozarmış babasız-annesiz minicik yavrularla konuşmayacaktım, diyorum. Keşki Hastanede başları tüle üzerinde can çekişen yiğitlerle karşılaşmayaydım, diyorum.
Bin iki yüz insan balası hazır ölüm sırasında durmuşlar. Altı bin de sıraya durmaya hazırlanıyor. Taun mu, veba hastalığı mı, yahut ta başka bulaştırıcı hastalık mı bu insanları cezireye kurban edecektir?
Yok, yok!
Açlık! Susuzluk ve soğuk!
Müslümanlar “Efendim, su!” diyor ve gözlerinize baktıklarında sanki şöyle demek istiyorlar: Siz insan mısınız? İnsaniyete hizmet verecek kanunlarınız var mıdır? Siz millet evlatları değil misiniz? Zavallı millet evlatlarına cevabınız bu mudur?