İbâdetlerin Allah katında makbûl olmasının tek şartı vardır. O da İhlâs’tır. İhlâs, yapılan ibâdetin ruhu hükmündedir. İhlâssız yapılan ibâdet, ruhsuz, sadece kuru bir şekilden ibarettir. Allah katında hiç bir değer ve kıymeti yoktur.
İbâdette ihlâs ise, ibâdeti sadece Allah`ın bir emri olduğu ve rızâ-yı İlâhîyi kazanmağa vesile bulunduğu için yapmaktır.
Eğer dünyevî bir menfaat ve fayda ibâdet yapmaya sebeb yapılsa, ihlâs kaçar, o ibâdet de bâtıl olur, yani, Allah katından kabûl görmez.
Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, işlenen amel ve ibâdetlerde ihlâsın yerini şu şekilde belirtmişlerdir:
"Muhakkak Allah Teâlâ amel ve ibâdet olaraktan yalnız zâtı için hâlis olanı, rızâsı istenerek yapılanı kabul buyurur."
İbâdet, Allah`ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçmak, Onun rızasına uygun hareket etmek demektir. Niçin ibâdet ettiğimize gelince:
Herşeyden önce, yaratılış gayemiz olduğu için ibâdet ederiz. Çünkü Allah, biz insanları kendisini tanıyıp îman etmemiz ve ibâdette bulunmamız için yaratmıştır.
"Ben insi ve cinni ancak beni (îmanla tanıyıp) ibâdet etsinler diye yarattım." (ez-Zâriyât, 56).Bir mü`min olarak, âyet-i kerîmenin ifade ettiği yaratılış gâyemize uygun şekilde hareket eder, Yaradanımıza karşı ibâdet ve kulluk vazifemizi yerine getirmeye çalışırız.
Ayrıca bize pek çok nimetler verdiği için de, o nimetlere bir teşekkür olarak Allah`a ibadette bulunuruz. Küçük bir hediyesini aldığımız birine, tekrar tekrar şükür ederken, sayılamayacak kadar çok nimetlerine, hediye ve ikramlarına mazhar olduğumuz Allah Teâlâ`ya karşı ibâdetle teşekkürde bulunmazsak, ne derece nankörlük etmiş olacağımız açıktır. Böyle bir nankörlüğe düşmemek için, ibâdet vazifemizi noksansız yapmaya gayret gösteririz. Allah bizi yoktan vâr etmiş, binlerce duygu ve cihazlarla donatmış, o duygu ve düşüncelerimize ihtiyacı olan her şeyi yaratmış, hayatla birlikte insâniyet, îman ve hidâyet nimetlerini de vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm`de Allah`ın nimetlerinin sonsuz olduğu ve saymakla bitmiyeceği şu şekilde belirtilmektedir: "Allah`ın nimet(ler)ini saymaya kalksanız (değil tek tek saymak) topyekün bile sayamazsınız." (en-Nahl, 18).
Bu kadar sonsuz nimetler karşısında bizlere düşen vazife: Rızıkların sâhibi Cenâb-ı Hakk`ı tanımak ve sevmek, ibâdetle tanıyıp sevdiğimizi göstermek, verdiği nimetlerinden dolayı daima şükür ve minnet duyguları içinde bulunmaktır.
Yapmış olduğumuz ibâdet ve şükürler, aslında bu dünyada bizlere verilmiş olan nimetlerin tam karşılığı olmaktan çok uzaktır. Halbuki Allah, îman edip ibâdet yaptığımız takdirde, bizler için ayrıca âhirette daha büyük nimetler hazırlamış, Cennette ebedî saâdetler vaat’detmiştir. Bu durumda Allah`ın âhirette vermeyi vaat ‘dettiği bu ni`metler, tamamen onun hususî lütuf ve ihsânı, fazlı ve ikrâmı olmaktadır. Yoksa, bizim yaptığımız ibâdet ve şükürlerin karşılığı, ücreti değildir.Bu hususu Peygamber Efendimiz şu şekilde ifade buyurmuşlardır: "Sizden hiçbir kimseyi, kendi ameli (ibâdeti) Cennete girdiremez. Beni de, amelim Cennete koyamaz. Bu, ancak Allah tarafından bir rahmet ile olacaktır..."
İbâdet Deyince Akla Namaz, Oruç Gibi Emirler Gelmektedir. İbâdet, Sadece Bunlardan mı İbârettir? Hayır, ibâdet sadece dînin namaz, oruç gibi emirlerinden ibâret değildir. Allah`ın rızasına uygun düşen her şey, her hareket, her söz, her fiil, her düşünce ve niyet islama insanlığa uygun yaşantımızla ibâdet kabûl edilmektedir. Allah`ın emirlerini tutmak kadar, yasaklarından kaçmak da ibâdettir. Bu bakımdan ibâdeti ikiye ayırmak mümkündür:
1. Amel-i sâlih,
2. Takvâ. Amel-i sâlih, namaz, oruç, zekat,Hacc v.s. gibi Allah`ın emirlerini yapmak demektir.
Takvâ ise, içki, kumar, Faizcilik zinâ gibi Allah`ın yasakladığı şeylerden kaçınmak mânasınadır. Allah Sağlıklı ve huzurlu riyasız ibadetler nasip etsin sağlıklarla...