EFLATUN NEİMETZADE
Üç yetenekli müzisyen kardeşlerin sonuncusu Rauf idi. Evlerinde devamlı müzik sesleri duyuluyordu. Büyük kardeşi, Ağabeyi Azer, ortanca Abisi Kemal müzikle uğraşıyordu. Eee, doğal olarak Rauf müzikle uyuyor, müzikle kalkıyordu ve müzik onun yaşamının bir parçası olmuştu. İçinde, ruhunda, tüm dâhilinde müzik Rauf’un yaşamının şah damarı olmuştu: yemekte, banyoda, yatağında, sokakta yürürken bile hep klasik müzik düşünüyordu.
Üç yaşına vardığında önce evde, sonra piyano müzik okulunda profesyonel eğitime başladı. Deneyimli hoca Reğina İvanovna Seroviç’in sınfında. Hayatta en tatlı meyvesi müzikti, ondan büyük keyif alıyordu. Evde en çok Kemal onun derslerini denetiminde tutuyordu. Annesi ev hanımıydı, müzik dinlemeyi de severdi. Ama babası Cahanbahış devlet memuruydu ve çocuklarını maddi ve manevi yönden destekliyordu: “Evlatlarım iyi eğitim alsınlar, vatanına, halkına faydaları olsun, yeter”, düşünüyordu. Bunun için evlatlarına her türlü ortamı, desteğini esirgemedi, elinden gelen yardımı yaptı. Üçkardeş hayatlarını müziğe atadılar ve gerçekten de başarılarıyla anne ve babalarının umutlarını doğrulttular, Azerbaycan’ın yetenekli, başarılı müzisyenleri oldular…
MÜZİĞİN İDEAL TEMSİLCİSİ
Rauf müzikle dopdolu bir ortamda büyüdü. Altı yaşından Bülbül adına on yıllık Müzik Kolejine gitti, pekiyi puanla eğitimini tamamladı. Babası Cahanbahış Efendi şöyle düşündü: “Evimizde zaten iki müzisyen vardır, yeter. Rauf çok yeteneklidir, evimizde bir mühendisimizin olması da güzel olur”. Ailede itibarı, otoritesi yüksekti babanın. Kimse onun kararına yok diyemezdi. Toplumda büyük nüfuza malikti. Başvuruyu hemen Teknik Üniversiteye yaptılar. “O yaz şansımdan annemle tatile gittiler, Rauf diyor, - ben dosyamı geri alıp Devlet Konservatuarına başvurumu yaptım; Piyano bölümü sınavlarını başarıyla kazandım”. Babam duyduğunda sadece sustu ve alnımdan öptü. “Eh, ne yapalım, kazanmasaydın seni mutlaka mühendis yapacaktım, neyse…”. “Piyano derslerime sevinerek devam ediyordum, ama Kemal Abimin şef sopası hep gözlerim önünde sallanıyordu. Notalara bakarken, parmaklarım piyano dillerinde yürürken de Kemal Abimin sopası hep bana bakıyordu. Evde, sokakta, okul odalarında beni sanki izliyordu, şef sopası. İkinci sınıfta arzularımı Kemal Abime söyledim. Aldı beni Leningrad Devlet Konservatuarına götürdü. Deneme sınavlarını başarıyla verdim ve beni Orkestra Şefi bölümüne, ikinci sınıfa aldılar”.
MÜZİKLE ZİRVELERE YÜKSELDİ
Böylece Rauf dünyanın sayılı Konservatuarında, tanınmış deneyimli usta hoca, Prof. Rabinoviç Nikolay Semyonoviç’in sınıfında okudu ve Konservatuarı pekiyi puanla başa vurdu, vatana döndü. O yıllarda Kemal Abisi Bakü Operasında Genel Müzik Direktörüydü ve Rauf şef olarak üç yıl kardeşinin yanında şef çalıştı; klasik opera ve bale temsillerini yönetti. Bu arada deneyimli şef Kemal Abdullayev, Moskova Stanislavski Operasına Genel Müzik Direktörü görevine davet olunur. Rauf ise onun yerine atandı, böylece hayatının zevkli, neşeli, keyifli dönemi başlıyor Rauf’un.
1968 yılında “Gobustan” dergisi için onunla röportaj yazdım. O zaman soruma şöyle cevap vermişti: “Müzik benim idealimdir”. Bu gerçekten de böyledir. Ben de Leningrad Devlet Konservatuarı’nın Opera Rejisörlüğü bölümünü bitirdim, Sverdlovsk Operasına atamam yapıldı. Ulu Önder Haydar Aliyev’in talimatıyla kıymetli Kültür Bakanımız, Prof. Dr. Zakir Bağırov tarafından Bakü Operasına davet olundum. İlk Diploma temsilim “Prens İgor” (A. Borodin) operasını besteci orijinali üzerine sergileyecektim. O zaman Rauf ile daha yakından tanış olma fırsatını buldum. Birlikte yeni orijinal operalar üzerine çalışmalarımda onun operadaki müzik dramaturgisine derinden bağlı olduğuna hayran kaldım. Opera rejisörleri müzik dramaturgisini inceliyor, araştırıyor, besteci amacını bulmaya can atıyorlar. Burada Rauf’la keyifli çalışmalara imza attık. Şahane “Prens İgor” temsilinden hemen sonra M. Guliyev’in “Aldanmış Yıldızlar” operasını ustaca sahnelemiş olduk. Rauf’la çalışmak hem keyifli, hem de çok zordur. Ona göre zordur ki, Rauf olağanüstü disiplinli çalışıyor, opera dramaturgisini çok iyi biliyor, hemen piyano arkasın oturur ve anlatır şnçılara. Rejisör yorumun saygılıdır, ne istediğini anladıktan sonra seve-seve yardım ediyor. Onun taleplerine uymayan rejisörle çalışamıyor. Ve ya müzik dramaturgisini bilmeyenle hiç konuşmaz, çekip gider. O gerçekten de işini çok seviyor, müzik adamın nefesi kimi olmuş. Zayıf, yeteneksiz, işini bilmeyenle hiç karşılaşmak istemez, zaman onun için çok önemlidir. Operada onunla çalıştığım yıllarda çok güzel işler yaptık. Sahne provalarında dikkati rejisörün amacına yönelik olur. Rol üzerinde şancılarla çalışarken devamlı müziğin yaratmış olduğu atmosferi, ortamı, müziğin ruhu ve etkileyici gücünü sanatçılara anlatırken, Rauf hemen müdahil oluyordu ve sanatçıya daha da yükleniyordu ve rejisörün amacını, niyetini tekrar ediyordu, sanatçıyı rolün iç dünyasına götürüyordu. Ben mutlu oluyordum; yanımda beni destekleyen, aynı fikir ve düşünceleri benimle paylaşan, hemfikir olan hakiki meslek dostum vardı ve beni her yönüyle destekliyordu. İkimiz de yükleniyorduk sanatçıya ve gereken sonuca varıyorduk. Provalardan sonra Hazarın sahilinde tur atıyor, bir köşeye çekiliyor, başarılı provanın keyfini alıyorduk…
Epey zaman birlikte çalışamadık, Yemen’de Milli Tiytro kurdum ve Türkiye’ye davet olundum. Ankara’da S. Aleskerov’un “Zenğin Babanın Fakir Oğlu” (“Milyoncunun Dilenci Oğlu”) müzikalini Ankara Opera sahnesinde sahneledim. Burada da aralıklarla provalarıma geliyor, izliyor ve “çalışmaların çok iyi gidiyor” der, çalışmalarına dönerdi. Prömiyer günü beni ilk kutlayan Rauf oldu. “Çok büyük bir başarıdır”, dedi. O Ankara’da, ben Mersinde çalışıyorduk. On günde iki gün Ankara’da Bilkent Tiyatro bölümünde ve H. Ü. Devlet Konservatuarında, aktörlük, müzikli sahne derslerine geliyordum. Bilkent Mütevelli Heyet Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı beni Bilkent Üniversitesine kadrolu Hoca olarak davet etti. Bu maksatla Prof. Cüneyt Gökçer, Mersine, evimize dek geldi ve İhsan Hocanın davet ettiği kararını aileme de anlattı. Bu davet üzerine ailemle Ankara’ya taşındık ve Bilkent’te yerleştik.
Kültür Bakanlığının talebi üzerine “Dudaktan Kalbe” operasının librettosunu (Durmuş Öner’le) yazdım müzik Ç. Işıközlüye ait. Genel Müzik Direktörü Rauf idi. Yeniden Ankara opera sahnesinde onunla birlikte çalışıyorduk. Prova salonlarında, sahne mizanlarında bana destek oldu. Operayı Prof. Cüneyt Gökçer’le birlikte sergiliyorduk, ama aktörlerle rol üzerinde ben çalışıyordum.
“KÖROĞLU” OPERAMIZI DÜNYA SAHNELERİNE GÖTÜRDÜK
Aradan yıllar geçti ve Türkiye Kültür Bakanlığının maddi desteği ve TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen Kaseinov’un olağanüstü organizasyonu ile fikir ürünüm olan “I. Uluslararası “Köroğlu” Operasının Sergilenmesi Projesi”ni Bişkek Opera sahnesinde sergiliyordum ve Müzik Direktörü olarak Rauf’u davet ettik. Birlikte sahnede Üzeyir Hacıbeyli’nin şahane operasını sahneye koyuyorduk. Sabah-akşam, her gün Rauf’la birlikte provalar yaptık. Sahne mizanlarında hep yanımda oturuyordu, arkamda bana siper olmuştu. Türk devletlerinden gelmiş usta sanatçılarla sınıf derslerinde ve sahnede adeta savaş veriyormuş gibi çalışıyorduk. Sevincimizin haddi-hududu yoktu. Milli operamızı yurt dışında sergiliyorduk. 45 gün aralıksız çalıştık ve 8, 9 Eylül 2009 yılında ilk prömiyerimiz Bişkek Operası sahnesinde gerçekleşti. Kırgız basını olağanüstü güzellikteki temaşayı “Altın Çiçek” adlandırdı...
Sonra Almatı, Ankara ve Bakü Opera sahnelerinde turnelerde Rauf Aslanlar gibi pultun arkasındaydı ve devasa temsili severek, büyük coşkuyla yönetiyordu. Sihirli şef sopası göklerde hançer gibi havayı adeta yarıyordu. Onu pelit ağacına benzetiyordum, semalara doğru yücelmişti, kolları ise o muhteşem ağacın kartal dallarını hatırlıyordu. Rauf gerçekten de orkestra önünde semalara yükselen hakiki pelit ağacıydı. Dalları ise yükselen Deniz dalgalarına benziyordu. Şahane kantlarıyla yüksekliklerde uçuyordu sanki.
Dünyada bu gün tanınmış iki ünlü şef var ise – birisi kesinlikle Rauf’tur, diye bilirim. Bir zamanlar Avrupa’da ünlü Karayan vardı; Japon Klaudo Abbado vardı. Şimdi ise Rauf Abdullayev vardır, bunu böyle idrak etmeliyiz. ABD dâhil, Avrupa’nın başta Fransa, İngiltere ve tüm ülkelerinde, Avustralya’da, kıtamızın bütün kutuplarında Rauf Abdullayev’i zamanın usta orkestra şefi olarak tanıyorlar. Onun ustalığı sayesinde dünya bestekârı, Akademik Gara Garayev’in özellikle bale eserleri başka vüsat, yeni ruh ve dinleti olarak muhteşemliğiyle hafızalarda yaşıyordur. Halkımızın, ayrıyeten Türk Dünyasının onuru ve kıvancı sayılıyor Rauf Bey.
ATEŞ PÜSKÜRTEN EVEREST GİBİSİN
Eski Kültür Bakanı E. Günay beni çağırdı: “I. Dünya Opera Festivali’nin finalinde “Köroğlu” gösterilecektir, hazır ol”, dedi. Bu seferinde Rauf’la birlikte Astana Opera sahnesinde “II. Uluslararası Projem” olan “Köroğlu” operasının provalarına başladık. Yeniden “sihirli şahsiyet” olan TÜRKSOY Gen. Sek. Prof. Düsen Kaseinov, tüm Türk Dünyasının yıldız şan ustalarını Astana’ya, etrafımıza topladı. Rauf ve ben yine iş başındaydık. Yeni sanatçılarla sahne provalarında keyifle çalıştık. 23 Temmuz 2010 yılında İstanbul Haliç Kongre Sarayı Sahnesinde olağanüstü güzellikte “Köroğlu” Opera temaşasını Avrupa’nın Haliç kıyısında heykel gibi yüceltmiş olduk. Temsil gerçekten de füsunkârlarıyla, muhteşemliğiyle yeni tarih yazmış oldu. Azerbaycan Kültür Bakanı, Sayın Abulfes Garayev temsilden sonra heyecnla şöyle dedi: “Bu günkü muhteşem temsil, Azerbaycan müziği tarihinde önemli altın sayfa olarak hafızalarda ebediyen yaşayacaktır”.
Bu tarihi gerçekleştiren dört önemli sima vardır: Kaseinov-Garayev-Abdullyev-Neimetzade. Bu kuartet daha sonra Ocak 2016 yılında bu seferinde “III. Uluslararası Projemi” Mersin Devlet Operası sahnesinde gerçekleştirerek yeni tarihe imza atmıştır. Bu kahraman kişiler zor şartlara rağmen “Köroğlu” operasını Ağ Denizin kıyılarına mühürlediler. Rauf yine orkestranın önünde Pelit gibi yücelmiş, Üzeyir Bey’in şah eserini seve-seve yönetiyordu.
İş bitti mi dersiniz? Hayır, bitemez, Rauf’la birlikte yeni, Dünya Proje’nin çalışmalarına yönelmiş bulunuyoruz. Şimdilik sırdır. Yakın gelecekte gerçekleştireceğiz. Yine Rauf’la birlikteliğin keyfini yaşayacağız.
İyi ki Bakü’de doğdun Rauf Bey!
Seksen yaşın kutlu olsun. Pelit gibi vügarlı, Kepez gibi eğilmez, ateş püskürten Everest gibi hep yücelerdesin.
Bin yaşa aziz dostum, sevimli kardeşim Rauf Bey!