Şimdiki Baş Vezir, herbir çalışmayı, Müftü’nün (Şeyhülislam) haberi olmadan yapamazdı. Müftü, Sultan’ın Okul’da Öğretmeni olmuş ve bu bakımdan Padişah’ın büyük itibarını kazanmıştır. Sultan istisna hal gibi Müftü ile teke-tek Saray’da buluşuyor ve ondan tavsiye alıyor, devletin önemli meselelerini onunla paylaşıyordu. Sultan kendi Öğretmeni olan Müftüye büyük sevgi ile yanaşıyordu. Devletin bir çok meseleleri ile alakalı kimse Sultana serzenişte bulunulmak istediğinde Müftünün, onun oğullarının ve akrabalarının arabuluculuğu ile hayata geçiriyor. Daha fazla Müftü’nün büyük oğlu, Kip Efendi, hürmet izzet sahibidir o emirlerin reisidir.
Müftü ve onun oğulları kendilerine yakın olanlarını Muhammed ummetinin dini Mahkemelerine Gazi asker, Vali ve hatta mekteplilere Öğretmenleri de tayın ettirirler. Müftünün büyük oğlu Kip, babasının ölümünden sonra müftü makamına oturacağından çok emindir. Şu Tayinatın Sarayda artık hallolunduğu söylenilir. Tüm Osmanlı hazinesi bu aile üyeleri arasında eriyor ve bu paraları onlar kendilerine alıyorlar.
Türklerin kanun-Muhafızları, Saray içi bürokrasisi bu barede maruzatlarını bildirirler ama hiçbir faydası olmuyor. Onlar hakkında maruzatlarını bildirenler Müftü ve onların oğulları tarafından Andripol’dan (Edirne’den) dışlanırlar. Göründüğü gibi hiç kimse onlarla uğraşamaz, fakat halk isyanı ve Askerlerin ayaklanmasından çok endişelenirler. Bu isyan Edirne’de değil, daha fazla Konstantinopol’da bekleniyor. Ona göre ki, Edirne’de Devlet çalışanları azdır.
Halkı düşünen devlet adamları Konstantinopol’da toplanırlar. Önceki müftü politikaya karışmazdı, politikayla uğraşmak Sultan’dan sonra Vezirin yetkisindeydi. Önceki Müftü yalnız dini işlerle uğraşır da, ulamalarla beraber fıkri meselelere bakardı.
Şimdiki Müftünü nadiren ya Vezir’le ya da Bakanlarla beraber Devlet meselelerini hallettiğinde görmek mümkün oluyor. Zaten tüm yetkileri Sultan, Müftüye vermiş, kendisi ise eşiyle evin içine kapanmıştir.
Şimdiki Vezir de müftünün gücünü görerek ona yakınlaşıp ve onlar beraber yaptıkları işlere saray bürokrasisinden kim karşı gelirse amansızcasına karşılık verirler, şimdiki Vezir ise eski vezirin aksine olarak gözu açık, uyanık ve hazırlıklıdır. Onları da endişelendiren de budur. Vezir, Osmanlı devletinin çok eski dönemlerindeki Sadr-i azamlar gibi kendisini göstermeye çalışıyor. O, sultanın yakın çevresindekileri Saraydan dışlama cesaretinde bulunur. Eski dönemle Selahdarlar, Kızlar Ağaları, Kapıcılar kenthudaları ve digerleri Sultan’ın muhabbetini ve sevgisini kazanmak için, ona övgüler, yalandan tarifler söyleyerek kendilerine yeni görevler almaya çalışırdılar. Vali görevine onların Sultan tarafından atanmasını Osmanlı devletine hizmet gibi göstermek istiyorlardı.
VEZİR-OSMANLI SARAYI’NDA ÖNEMLİ GÖREV SAYILIRDI
Aslında ise Valilik görevine başlar-başlamaz kendilerini zenginleştirmek için nelere el atmıyorlar ki? Çok eski dönemlerde eğer onlar halkın gazabına gelmişlerse, suç işleyip tutuklanmışlarsa, yahut siyasi yanlış yapmışlarsa veya yeniçeri Ağaları şikayetlerde bulunmuşlarsa, vezirlerler tarafindan görevden uzaklaştırılarak rütbeleri ellerinden alınırdı. Şimdiki Vezir de çok eski vezirler gibi onlarla davranmak istiyordu. Şimdiki Vezirden önceki Vezir Taldaban bu tür davranamıyordu. Şimdiki Vezir ise müftü ile birleşerek onlara karşı akıllı ve hükümrancasına hareket ediyor.
Sonra Türkler’de Yeniçeri Ağası denilen vazife sahibi vardır. Bu vazife sahibinin mevkisi Sultan Sarayinda büyük önem taşıyordu. Yani onun selahdarın, yahut Vezirin yanında yer alması Saraydaki kuvvetler nisbetine büyük tesir ediyor. Bana öyle gelir ki, şimdiki Vezir yakın dönemde yeniçeri Ağasının görevinden alınmasına nail olacak ve bu vazifeye ona yakın olan birisinin getirilmesine nail olacaktır.
Sonra bu yeniçeri Ağalarını yerlerdeki temsilcileri keha Beyleri adlanır. Bu keha Beyleri yeniçeri Ordularına rehberlik ederek, büyük güce malikdirler. Şimdiki durum bana bunu demeye imkan veriyor ki, Vezir bu kuru piyade kuvvetlerini içinde birleştiren yeniçeri Ordularını kendi görev alanına alacak ve Ordu başına ise ona yakın olanları yerleştirecek.
Reis efendi ise akıllı birisidir. O, Sultan Sarayı’nın katibi ve ya büyük vekili sayılıyor. Osmanlı devletinin gizli yazışmalarından onun haberi vardır. O, Vezir ve Müftü hakkında yeterince gizli bilgilere malikdir. O, bu göreve kadar Sultan’lığın Sefirlik idaresine rehberlik ederdi. Geçmiş iş yerinden onunla sıcak münasebetlerini koruyan ve şimde de onunla sık sık görüş alış verişi yapan Aleksandr Şkarlat’dır (İskerletzade). Bu iki şahıstan başka Sefirlik işini derinden bilen yoktur.
Aleksandr Şkarlat, Sefirlik işindeki hizmetlerine göre Osmanlı devletinden en yüksek mükafatlar almıştır. O, ileriyi görmekle ve aklı ile büyük saygı kazanmıştır. O, Hristiyan olmasına bakmayarak onun birçok emeli Hristiyancılık değerlerinin aleyhinedir. Bu emellerine göre o Müslümanlar tarafından izzet ve var-devletle onurlandırıldı. Eğer o, şerefli Hristiyan olsaydı Hristiancılık namina Osmanlı tebası olan Hristiyanların menfaatine uygun onlara yardım etmiş olurdu. Ama o Müslümanların iradesine uygun faaliyetini kurdu. Burada onun hakkında böyle söylüyorlar: “Müslüman aklı ve bakışları olan Hristiyan”. O, Türklerin eski dönemlerdekine nisbetle Sefirlik siyaseti etiketlerinin ve alakalarının daha da tekelleşmesinde eşi benzeri olmayan hizmetler göstermiştir. O, Türkleri eskiden kalma barbar geleneklerden çekindirmiş , Sefirlik münasebetlerinde daha da siyasi davranmak kurallarını aşılamışdır. Ona göre de şimdi de bu iki şahıs Sefirlik alakalarını idare ediyorlar. Sefirlik alakaları ve işleri bakımından sık-sık Vezir ve Müftüye maruzat bildirirler. Onlar da bu iki şahsın fikirlerine büyük önem veriyorlar.
Şimdiki vezirin kahyası akıllı adamdır. Ancak eski vezir Taldabanın kahyası ahmak ve akılsızdır. O ve onun Ağası olan Taldabanda okumayı ve yazmayı bilmiyorlardı. Bu bakımdan anlamalıyız ki, Osmanlı İmparatorluğuna kimler hainlik ediyordu ve zamanın dünyaya hükmeden devletini bu akılsız insanlar ne hale getirmişlerdir.
HIRİSTİYANLAR, OSMANLI İMPARATÖRLUĞUNU İÇTEN YAKIYORLARDI
Artık Taldaban Vezirin döneminden başlayarak devletin dini ve siyasi işlerine Müftü rehberlik ediyor. O ise devlete hizmet etmek üzere kendinin ve yakınlarının devletinin varlığını artırılması peşindedir. Diğer Bakanlar o kadar da yetenek sahibi değillerdi.
Silahdar Ağa ve onun gibilerinin ise eski gücünden eser ve alamet kalmadı, yalnız savaşçı askerlerin problemlerini halletmek yeteneğine malik olmuşlardı.
Türkler, bu gibileri güç sahibi saymıyorlar. Osmanlı devletinde Defterdar denilen bir görev sahibi vardır. O halktan gelir vergisini toplanmasına ve bu paraların harcanmasına nezaret ediyordu. Onun Bakan kadar yetkisi vardı. Şimdiki Defterdar, kendi etrafına satın alarak topladığı aynı fikirleri ile beraber, hazineden halkın parasını çalmakla meşgul olmuşlardı. Bu sebepten dolayı hazinede yeterince para bulunmuyordu... Halktan fazlası ile paranın toplanmasına bakmayarak, devletin harçlarını ödemek için ayrılan büdce bile yetmiyordu. Her yıl olduğu gibi bu yıl da devletin bütçesi kesir ile kapandı...
Yani böyle vergi toplayanların sorumsuzluğu ve insafsızlığı (daha doğrusu halkın parasını çalanların) yüzünden Müslüman ve Hristiyan halklarının artmasıyla ile ödediği paralar hazine borçlarının kapanmasına yetmiyordu...
Ve Osmanlı İmparatörlüğü içeriden yavaş-yavaş dağıtılıyordu, kademe-kedem içten sökülüyor-sökülüyordu... Ayrıca dış güçlerin de işbirliği Osmanlı’nın çökülerek dağılmasını daha da hızlandırmıştır...
Sonuşta beklenen oldu... Kocaman Hanedan param-parça oldu... Son!